Şiir: Dün Gece

Dün gece ne kadar güzeldi âlem,
Göklerin şanlı mehtâbı vardı.
Sevdânın topraktan taştığı bu dem,
Günâh-ı aşkın da sevabı vardı.

Dağlar birbirine yaslanıyordu,
Kuşlar çiçeklere sesleniyordu,
Tabiat gizlice süsleniyordu,
Eşyada vuslatın serâbı vardı.

Gönlümü göklere açmak istedim,
Dağları bağrımda koçmak istedim,
Mehtâbı doyası içmek istedim,
Nûrunda sevginin şarabı vardı.

"O"nu duydum öten kuşun sesinde,
"O"nu gördüm göğün mor çehresinde,
Eczâ-yi hilkatin her zerresinde,
Mecnun’un Leylâ’ya hitabı vardı.

Kâinat aşk ile gelmişti dile,
Bülbül şiir okuyordu bir gonca güle, 
Rüzgârın hıçkıran sesinde bile
Sevdanın nağme-i rebâbı vardı.

Bitmeyen yolların oldum yoldaşı,
Dinledim uzaktan mûnis bir kuşu,
Benimle konuştu ayın on beşi,
Sandımki bana bir itâbı (*) vardı.

Gözlerim esrâr-ı hüsn ile şaşkın,
Dolaştım pür-sükûn, bi-huzur, coşkun;
Gönlümde ezeli, lâyemut (*) aşkın,
Husûf (*) kabul etmez mehtâbı vardı.

Gönlümde güneşler ve aylar battı,
Yıldızlar derdime yeni dert kattı.
Rüzgârlar otlara beni anlattı,
Her şeyin neşve-i şebâbı (*) vardı.

Dün gece tabiat nasıl vakurdu
Allah'ın da nabzı aşk ile vurdu…
Yollarda bir garip dolaştı, durdu,
Elinde sevdânın kitabı vardı.

Hüseyin Nihal Atsız
( 1905 - 1975 )

(*) İtâb: azarlamak

(*) Lâyemut: ölümsüz

(*) Husûf: ay tutulması

(*) Neşve-i şebâb: gençlik neşesi

Kitap: Vahiy ile Düşünen Çocuklar


Yazar Seyfettin Budak, rehber öğretmeni. Aynı zamanda Kur'an-ı Kerim üzerine çeşitli proje ve çalışmalar yürütmekte. Felsefe ve sosyoloji alanlarıyla ilgilenen yazar, çocuklarla felsefe ve vahiy ile düşünme üzerine bir eğitimi amaçlıyor. Bu konuda eser sıkıntısı olduğunu ifade ederek çocukların vahiy ile ilgili bakış açılarına katkı sağlamak üzere kitabını kaleme almış.

Kitapta herhangi bir okulda öğrencilerin müfredattaki konuları vahiy ile düşünerek, bilinçli ve gündelik yaşama yönelik örnekler vererek ders işlemeleri ele alınmış. Dersler ve konular değişse bile, öğrencilerin konuyu tartışırken Kur'an-ı Kerim'den ayetlerle örnek vermeleri, felsefî düşünerek tutarlı bir şekilde cevap vermeleri bir öğretim yöntemi olarak sunulmuş. Kitap, vahiy ayetlerinin gündelik yaşama yönelik işlevi, ortaya çıkan sorunlara ayetlerle yaklaşabilme, empati kurabilme, sistemli ve eleştirel düşünme gibi fayda sağlamayı amaçlıyor. Çocukların gündelik hayatta karşılaştıkları olaylara sınıf içinde vahiy ile düşünerek nasıl bakacaklarını hedefliyor. Ayrıca kitapta dinî eğitimin verildiği kurumlarda bu eğitimin çocuklara zorla verildiği takdirde bilinçaltına atılarak ileriki yaşlarda dine düşman olmak ya da dinden uzaklaşmalarına sebep olduğuna değinilmiş. Bu doğru; ancak çocuğun bilgi ve duygusal düzeyine göre bir müfredat konulabilir. Öğrencilerin söz alarak konuşmaları, birbirlerine ve öğretmenlerine karşı saygılı tutumları, seviyeli bir şekilde tartışmaları kitapta dikkatimi çeken hususlardı.

Günümüzde çocuklarla iletişim kurarken dahi zorlanıyoruz. Kuşak farkı, bilim, teknoloji gibi sebepler çocuklarla aramızı açıyor. Gelişen dünyanın kültürel farklılığı çocukları etkiliyor. Bu farklılıklar zamanla sorunlara sebep oluyor. Yazar, bunlara sınır koymanın ve görmezden gelmenin çözüm olmayacağını, bu bağlamda doğru düşünme becerisi geliştirmeyi başarının anahtarı olarak görüyor. Gerçekten de baktığımızda tüketim toplumu hâline geldiğimizi düşünürsek ''düşünememek'' çağımız sorunlarından biri. Okunan bir kitabın, izlenen bir filmin, gezilen bir yerin arkasını düşünmeden hızla ve hattâ ânı yaşayamadan tüketmek en çok yaptığımız şey.. Hâlbuki arkasını düşünerek, 'neden yapılmış?, niçin yazılmış?'' merak edilerek araştırılsa yapılan eylemler de bir anlam bulur diye düşünüyorum. Çocuklara bunu teşvik etmek gerekiyor. Üzerinde düşündürücü güzel bir kitaptı. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi: 

Kitabın Adı: Vahiy İle Düşünen Çocuklar
Yazarı: Seyfettin Budak
Türü: Felsefe
Sayfa: 78
Yayınevi: Bir Kitap Yayınevi

Filme Dair: The Negotiation (Arabulucu)


Türü: Aksiyon, gerilim, suç
Yapımı: 2018 - Güney Kore

Uyarı: Yazı, filme dair mecburi spoiler/sürprizbozan içerebilir!!!

The Negotiation, Arabulucu ya da Müzâkereci olarak Türkçeye çevirebileceğimiz film; bir rehine olayını konu almaktadır. Ha Chae-Yoon, Seul Polis Teşkilatı'nda kriz müzakerecisi olarak görevlidir. Seul Büyükşehir Polis Ajansı'nın kriz müzakere ekibini yönetmektedir. Sakin ve soğukkanlı bir tavrı vardır. Kıvrak zekâsıyla birçok olaya çözüm bulsa da etrafındakiler yüzünden işleri başarıyla sonuçlanmaz. Sonuçlandıramadığı işler ve kurtaramadığı insanlar için üzülür. Min Tae-Koo ise uluslararası suç örgütü için çalışan bir silah kaçakçısı. Hikâye, müzakereci ile rehineci etrafında döner. Bir polis memurunun rehin alındığı olayda, Tayland üzerinden iletişime geçen suçlunun isteğiyle Chae-Yoon müzakereci olarak çağrılır. Zaman geçtikten sonra, kendisini bu göreve sadece kukla olarak, tecrübelerinden faydalanmak üzere çağırdıklarını öğrenir.

Min Tae-Koo, elindeki rehineleri ustalıkla kullanırken üst düzey görevli kişileri karşısında görüşmeye çağırır. Bu arada Chae-Yoon'un, Tae-Koo'nun aldığı rehineleri kurtarmak için sadece 12 saati vardır. Bu arabulucu ablamızın teröristlerle konuşması ve bi' orta yol bulması gerekiyor, ama kadını göreve getirenler ona bir ön bilgi vermiyorlar. Rehineleri alıkoyan teröristler kim, amaçları/talepleri ne, adamlarla ne konuşacak bir şey bilmiyor kadıncağız. Polisler değil de en baştaki kişiler mevzuyu biliyor ve herkesten saklıyorlar. Chae Yoon, oldukça zeki bir suçlu olan Min Tae Koo'yu ikna etmeye çalıştıkça mevkisini düşünen üsleri tarafından çalışması baltalanıyor. O da olayı kendi ekibiyle çözmeye karar veriyor.


Müzakereci hızlı bir giriş yapıyor. Polis Chae-Yoon, amirinin rehin alındığı bir olayda görevlendiriliyor. Kontrol odasında monitör aracılığıyla soğukkanlı rehineci ile karşı karşıya kalıyor. Bu sebeple daha çok dikkat kesilmek gerekiyor filme, kişileri ve olayları anlamak için.. Sonrasında pazarlıklar başlıyor. Ülkede yüksek konumdaki bürokrasi, çamura bulaşmış durumda oldukları için herkes kendini düşünüyor. Böylece kendileri söz konusu olduğunda başka hiçbir canı önemsemedikleri ortaya çıkıyor.
                                                                                    

Filmde oynayan oyunculara önceden âşinayım. Kore'deki yolsuzluklarla mücadele, savcıların yanılttığı adalet konularını içermekte. Başarılı bir suç-gerilim filmi. Neticede Güney Kore sineması, kendine özgü işler yaptığı için kendi kurumlarını da eleştirdiği için sinema dünyasında adından söz ettiriyor. Konu itibariyle ve oyuncuların uyumu açısından güzel, sürükleyici ama senaryo zayıf. Sonu farklı şekillenebilirdi sanki, oldu bittiye getirilmiş gibi. 

    Kitap İncelemesi: Bilgelik Okumaları


    Dr. İrfan Paksoy Bey'i makalelerinden tanıyorum. Meslekî yaşamına Hava Harp subayı olarak başlamış olup, hâl-i hazırda Ankara Üniveristesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. İrfan Bey'in ''Bilgelik Okumaları'' kitabı; birbirine bağlı ya da birbirinden bağımsız insanlık tarihini etkileyen; tarihin belli başlı dönüm noktaları dediğimiz olaylardan, hikmetli hayat hikâyelerinden, ibret alınası hadiselerden bahsetmekte. Hem Doğu'dan hem Batı'dan önemli, birbirinden kıymetli anekdotlar, tecrübeler... Dünya ne yazık ki kendini dinî/etnik, coğrafi sınırları içerisinde olmayan insanların tecrübelerine, kurduğu medeniyetlere değer vermiyor. Ötekileştirme bütün yoğunluğuyla hissediliyor. Ama tarihe baktığımızda büyük değişim ve dönüşüm gerçekleştiren herkes kendi kültürel, ideolojik, dinî sınırlarının dışına çıkarak başarı kazanıyor. Ötekini tanıyarak, kendi dışında da bir dünyanın olduğunun farkına vararak... İşte ''Bilgelik Okumaları'' evrensel bilgeliğin, hikmetin peşine düşerek, insanlığın ortak mirasını oluşturan metinlerin izini sürüyor. Bunların arasında Antik Yunan ve Roma imparator, komutan ve filozoflarının, Uzak Doğu'da Budist rahiplerinin, İslâm halifelerinin, Büyük İskender ve ardıllarının olaylara bakış açısını ve uyguladıkları savaş stratejileri de yer almakta. İnsanî ilişkilerin tarihte nasıl geliştiği satır aralarında anlatılmış. ''Tarih, tekerrürden ibarettir'' diye hep söylenir durur ama üzerinde düşünülmez ya hani... Mehmet Âkif diyor ya:

    ''Tarih'i tekrrür diye tarif ediyorlar;
    Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?''

    Tarihçiler için tarih tekerrür etmez. Çünkü yaşanan her olay kendi özgünlüğü içerisinde gerçekleşmektedir. Ama sürekli birbirini takip eden olaylar zincirini gördüğümüz zaman böyle düşünürüz. 

    Konu tarih olunca, tarihî şahsiyetler hakkında atıp tutanlara çok kızıyorum. Hayatları eleştirmek, yargılamak üzerine kurulu. Olayları bugünün şartları içerisinde değerlendirmek kolay tabii. Atalar tarih yazmışi torunları okumaktan âciz! Kolayca dile alınan, vicdanlarda yargılanıp hükmü kesilen, hemen mahkûm edilen o şahsiyetler belki de tarihi seyrini değiştirmek için ne imkânsızlıklara, çilelere gark oldular. Ne bilsin torununun yıllar sonra kendisine dil uzatıp nankörlük yapacağını... Misâl, Türk Tarihinin Osmanlı ve Cumhuriyet taraftarı olarak bölündüğünü etrafımda şahit oldum, oluyorum. Bunun kime ne faydası var, tarihe kin gütmekle kişinin vicdanı rahatlamış mı oluyor.

    Osmanlıyı benimseyen bir kişi Cumhuriyet dönemini sevemez, diye diretmişti biri. Öyle şey mi olur? Cumhuriyeti kuran kurmay isimler Osmanlı mekteplerinde, Osmanlı kültüründe yetişti. Savaşlarda canhıraş vatan için savaştılar. Hem şanlı tarihimiz Osmanlı'dan ibaret değil. Tarih, bir bütündür, pasta böler gibi bölemezsiniz. Alan farkı olabilir ama bu, tarihi kişiler üzerinden ayrıştıracağımız anlamına gelmiyor. Bu bakış ve değerlendirmenin arkasında kişinin hangi kaynakları ve yazarları okuyup akıl süzgecinden geçirdiği de önemli. Kaynakların güvenilirliği o ilmin hakikati açısından ^büyük önem arz etmekte. Mustafa Kemal'in şu sözü dikkate değerdir:

    ''Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmıyorsa değişmeyen hakikât, insanı şaşırtacak bir mâhiyet alır.''

    Bugün tarihî gerçekleri ortaya çıkardıklarını iddia edip tarih yazdıklarını zanneden birtakım yazarlar, gençlerin beyinlerine nüfuz etmekte. Sahte birtakım belgelerle ortalığı karıştırarak olayı iftira boyutuna getirmektedirler. Bu şahıslardan Allah gençlerimizi, çocuklarımızı korusun, diyorum.

    Kişiler bugün hayatta olmayan, kendilerini savunamayacak olan tarihî şahsiyetler hakkında konuşurken dikkat etmeli, yargıda bulunurken kendilerinin de bir gün tarih olup arkasından yargılanabileceğini aklından çıkarmamalıdır.

    Kitapta yer alan öğüt niteliğindeki hikâyelerin hemen hepsi güzeldi, ibret vericiydi. Dikkatimi çeken bir hususu dile getirmek isterim. ''Pirus'un Zaferi'' deyimi. İsmini Antik Yunan'da bir kral olan Pirus'tan alan zaferin adıdır. Pirus, Romalılara karşı yıllarca süren savaşlardan sonra bir zafer kazanmış; ancak kendi ordusunun da büyük bölümünü kaybetmiştir. Bir sonu bir getirisi olmayan, kazancın bedelini karşılamayan zaferler için ''Pirus Zaferi'' denir. Bu noktada değinmek istediğim, Çanakkale Muharebesi de buna benzetilebilir zannımca. Çünkü çok bedeller ödedik,çok şehit verdik; ancak kazandığımıza sevinemedik. Cihan Harbi aleyhimize sonuçlandı. Ki İlber Ortaylı Hoca'nın yazılarında da bu deyimi okumuştum. Varmaya çalıştığım; aslında savaşların sonuçlarına çoğu kişilerce sadece istatistiksel olarak bakmamak, savaşın muhatabı devletlerde bıraktığı etkileri de göz ardı etmemek olduğudur.

    ''Bilgelik Okumaları'' yer yer nasihat, kıssadan hisse, erdemli sözler; yer yer anekdot tarzı hikâyelerin dipnotlarla (dipnot okumak önsöz okumak gibidir, kitap ve yazarı hakkında bilgi verir.) desteklenip bir araya toplandığı güzel bir çalışma olmuş. Yazar, kitabın adının hakkını verme titizliğini göstermiş. Savaşların ve anlaşmaların, taht mücadelelerinin yoğun olarak işlendiği tarih derslerinde böyle küçük, ilgi uyandırıcı hikâyeler anlatılmalı diye düşünüyorum. Geçmişe meraklı, tarihseverler bu kitabı sevecektir.

    Kitabın Künyesi

    Adı: Bilgelik Okumaları, Kadimden Orta Çağ'a
    Yazarı: İrfan Paksoy
    Türü: Tarih, araştırma-inceleme
    Sayfa: 292
    Yayınevi: Alka Yayınevi

    Alıntılar:

    • İnsanlar helâl lokmanın ve bölüşmenin değerini bilmiyorlar. En lezzetli lokmanın helâl lokma olduğunu unutuyorlar. Vicdanları ve mideleri arasında kaldıkları zaman midelerini tercih ediyorlar. 

    • Bir ülkenin idarecisi müşrik bile olsa âdil ise o ülke ayakta kalır. Fakat idareci Müslüman da olsa âdil değil zâlim ise o ülke ayakta kalamaz.

    Timur'un bir sözü vardır. ''Ülkeler kılıçla alınır ama ancak adâletle korunur.''

    Tanrım! Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sabır, ikisi arasındaki farkı bilmek için akıl ver..

    • Toplum her zaman değişik sorunlarla karşı karşıya. Hiç kimse bu sorunların gerçek sebebini ya da bu sorunların kaynağında kendi hatalarını görmüyor. Yanlış giden şeyleri birilerinin sırtına yükleyip onu suçlamaya başlıyor ve kendisi rahatlıyor. Bunun için önce farklı olanı arıyor sonra sırf farklı olduğu için ona düşmanlık gösteriyor. (Birlik olamayışımızın sebebi.. Haklı tespit!)

    • ''Halkın fakirliği bizim fakirliğimizdir, zenginliği de bizim zenginliğimizdir.'' (Halkının ekonomik durumunu tüten ve tütmeyen bacalarından anlayan Japon İmparator Nintoku. Hayalimdeki adalet anlayışı.. Eğer halk yoksulsa idareci de bundan mes'uldür, koltuğunda keyifle oturmamalıdır.)

    • Hayat akarken küçük detaylara dikkat etmek hayatı daha güzel ve anlamlı kılar. Hayat detaylarda gizlidir. Önemsiz gibi gördüğümüz nice şeyler hayatımızın genel kalitesini etkilemektedir. (Görmek hassasiyet gerektirir.)

    •  Ah "Tarih" ah! Bu topraklar neler görmüş neler yaşamış! Hep söylüyor, hep yazıyorum ya: "Tarih çok şeyler söyler." diye, "günümüzü anlamak, gündemi kavramak istiyorsanız tarihe bakın, tarihe.. 

    Fatma Keskin


    @muverriheninkaleminden