Kitap: Evlerden Biri

Orhan Kemal'in evi. Fatih/İstanbul

Orhan Kemal, eserlerinde sık sık aile yaşamına ışık tutar. Orhan Kemal'in en ünlü romanlarından biri olan ''Evlerden Biri'' adlı bu roman da, evlerin kapalı kapılarının arkasında nasıl hayatların yaşandığını gözler önüne serer. Kendi iç dünyalarına yönelen insanların, aileleri ve dış dünya ile olan ilişkileri konu edilmiştir. Akıcı bir dille yazılmış ve farklı kahramanlar içeren bu roman ayrıca televizyon dizisine de konu olmuştur. 

Yeşilçam tadında bir film gibi.. Aynı evin içinde bir kaşık suda boğacak kadar birbirlerinden  nefret eden üç kardeş.. Kendisine karşı özgüveni olmayan, ailesi de dahil olmak üzere dış çevreyle pek iyi anlaşamayan, içine kapanık, bir şirkette daktiloculuk yapan İskender.. Yaşı ilerlemesine rağmen evlenmemiş, evlilikten de umudunu kesen, bir mağazada kasiyerlik yapan abla Ayşe.. Hukuk fakültesi son sınıf öğrencisi, ailenin gelecek umudu, kardeşlerin en küçüğü, en uyanığı ve bana göre en ukalâsı Erdal.. Yaşına başına bakmadan karısını boşayıp, komşu kızı Nursen'le evlenme hayalleri kuran, tabiri caizse ''kart zampara'' diyebileceğimiz emekli baba Sadi Bey.. Ve çocukları için saçını süpürge eden, pek sesi çıkmayan, hep arada kalan anne Hediye Hanım..

Şu son satırlar romanı özetler nitelikte:
''Dünya mı azdı? İnsanlar mı değişti? 
Üç kardeştiler, kuzu gibi üç kardeş. Babaları ölüverince düşman oldular birbirlerine!''

Romanda durumlar her karakterin gözünden anlatılmaya çalışılmış. Aile de olsa her ferdin menfaat çabası içinde olması, kardeşlerin birbirine karşı güvensizliği, kendince hırsları gözler önüne serilmiş. Ailenin her bireyi kendini düşününce aradaki bağlar da çatırdayarak ailenin sonunu getiriyor. Çocukken, akşamları dışarıdan başkalarının penceresi aydınlık evlerinin içerisindeki hayatları merak ederdim. Kendimce fikir yürütürdüm. Kitap okurun zihninde, âdeta o mahallede yaşıyormuş da, olaylara dışarıdan tanık oluyormuş gibi bir his bırakıyor. Bu konuda Orhan Kemal'in betimlemeleri çok başarılı diyebilirim. Okumanızı tavsiye ederim. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Adı: Evlerden Biri
Yazarı: Orhan Kemal
Türü: Edebiyat
Sayfa: 258
Yayınevi: Everest Yayınları 

...
''Seni düşünmediğim an mı var? İş güç. Dünya bir yana, sen bir yanasın şekerim!''
(Kadir İnanır: Yalaaan söylüyorsun.. :)


Kitap: İstiklâl Marşımızın Açıklaması


Âsım'ın nesli olabilmek dileğiyle.. 
(Âsım'ın Nesli: Namusunu çiğnetmemiş, çiğnetmeyecek, onurlu ve imanlı gençlik..)

Marşlar, bir milletin ortak duygu ve düşüncelerini, heyecanını, var olma azmini dile getiren, millî birlik arzusunu yansıtan, her zaman grup hâlinde ezgiyle okunan manzum eserlerdir. İstiklâl Marşımız da bizim hem millî hem dinî değerlerimizi koruma, yaşatma ve devam ettirme azim ve kararlılığımızı yansıtır. Miilî mücadelemizi verdiğimiz var olma-yok olma savaşının, İstiklâl Harbi'nin tam ortasında yazıldı. Marşımız, resmî toplantı ve törenlerde hep bir ağızdan, saygı göstergesi olarak ayakta ve yüksek sesle okuduğumuz millî kimliğimizin vesikasıdır. Bu nedenle Mehmet Âkif, Anadolumuzun birçok şehri işgal altındayken Mustafa Kemal'in bir mektubuyla yola çıkmış ve Anadolu'da vaazlar vererek halkın manevî lideri olmuştur. Mehmet Âkif Ersoy, destansı eseri İstiklâl Marşı ile bütünleşmiştir. Gerek karakteriyle gerek fikirleriyle bu milllete örnek bir şahsiyettir Mehmet Âkif.. Onu millete unutturmak isteyerek İstiklâl Marşı'nın yeniden yazılmasını teklif edenler alçaktırlar, dünü unutturmak isteyenlerdir. Dünü unutanlar da dünü yaşamaya mahkûm kalırlar. İstiklal Marşı'na hücum kampanyası başlatıldığında o şöyle demiştir:

''O şiir bir daha yazılamaz... Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.''

O şiir yarışmasına ''Parayla milletime marş olacak şiir yazmam'' diyerek para ödülü olan bir yarışmaya katılmak istememişti, hâlbuki o sırada sırtında giyecek paltosu yoktu. Dostu Hamdullah Suphi'nin zar zor iknasıyla şiiri yazar; milletine yazdığı şiirin para ödülünü almayacak kadar şerefli, parayı bir yardım vakfına bağışlayacak kadar da fedakârdır. Tamamen vatan ve millet sevgisi, hürriyet aşkı, terakki (gelişme, ilerleme) arzusuyla yazmıştır şiirini. Hattâ bu şiiri Mehmet Âkif, Türk milletine armağan ettiği için Safahat eserine almamıştır. Milliyetçidir Mehmet Âkif; ancak onun milliyetçiliğinde marşın dizelerinde yer alan ''ırk'' kelimesinden birtakım insanların rahatsız olduğu gibi bir ırkçılık yer almaz. O, Türk-İslâm dünyasını bir arada, müreffeh bir şekilde görmek istiyordu. Safahat eserinde bunun üstünde çokça durmuş, gittiği Türk-İslâm coğrafyalarının manevî noksanlarını dizelerinde dele getirmiştir. Tembellik, devlet adamlarının basiretsizliği, cehâlet, ''emr-i bi'l mâruf ve nehy-i ani'l münker'i terk etme, riyakârlık, fesatçılık, yanlış tevekkül.. Gözlemlediği kadarıyla bir milleti yok olmanın eşiğine bunların getirdiğini bir reçete gibi sunmuştur bize. Bugün Türk-İslâm dünyası aynı illetlerden mustariptir. Onu ve İstiklâl Marşı'nı anlamak, dönemin ruhuna vakıf olmak, onun iç dünyasını anlayıp Safahat'ı iyi analiz etmekten geçer.

Akif'in: ''İmanım olmasa yazabilir miydim?'' dediği İstiklal Marşı, o günkü heyecanın arşa yükselmesinin ifadesidir. Evet o şiir bir daha yazılamaz! 
Gerek söz, gerek şiir kalitesi bakımından yeryüzündeki millî marşların hiçbirisiyle ölçülemeyecek kadar üstün derin mânâlar taşır. Bu bakımdan Atatürk'ün de ifade ettiği gibi; asla unutulmaması, asırlar boyunca söylenmesi, dost ve düşmanın Türk'ün hislerini anlaması gerekmektedir. Çünkü İstiklâl Marşı, bizim hürriyet ve istiklâl ruhumuzu anlatır:

''Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl.''

Prof. Dr. Nurullah Çetin'in kaleme aldığı eserde İstiklâl Marşımızın yazım aşaması, içeriği, dizelerin derin mânâları açıklanmıştır. Mehmet Âkif, bu marşı yazarken hangi kaynaklardan yararlanmış, nelere tepki göstermiş kaynaklarıyla birlikte belirtmiştir. Kitapta marşımız başka milletlerin millî marşlarının adı ile karşılaştırılmış,  bizim için hem vatanseverlik duygularını hem İslâmî değerleri ifade eden kapsayıcı adın ''istiklâl'' olduğu dile getirilmiştir. Nurullah Çetin Hocamız güzel bir çalışma ortaya koymuş. Okul kütüphanelerinde bulunması gereken, Türkçe derslerinde yardımcı kaynak niteliğinde öğretici bir kitap olmuş. Kitabın kapağı da konu bağlamında ve gayet hoş olmuş. Nurullah Çetin Hocamız güzel bir çalışma ortaya koymuş. Okul kütüphanelerinde bulunması gereken, Türkçe derslerinde yardımcı kaynak niteliğinde öğretici bir kitap olmuş. Törenlerde marşı okuyoruz ama marşın anlamını, bize yüklediği ödevleri biliyor muyuz? Anne-babalar, öğretmenler çocuklara bu şuuru kazandırmaya gayret etmelidir. Bayramlarda minicik çocukların İstiklâl Marşı'nı ezberden yüksek sesle okuması, onların heyecanına ortak olmak sizi de heyecanlandırmıyor mu? Eğer bu şuura, Türk-İslâm hassasiyetine sahip olursak birlik oluruz, vatanımızda söz sahibi oluruz. 

İstiklâl Marşı'mızın kabulünün üstünden bir asır geçti. Can tende olduğu sürece minnetle anmaya devam edeceğiz.. Bu vesileyle Millî Mücadelemizin manevî lideri, İstiklâl şairimiz Mehmet Âkif Ersoy'u ve azîz şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Ruhları şâd, mekânları Cennet-ü âlâ olsun. Telmih Atölyesi'nden çıkan daha nice güzel eserler okumak dileğiyle.. Kitap Şuuru ailesine teşekkürler. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Adı: İstiklâl Marşımızın Açıklaması
Yazarı: Prof. Dr. Nurullah Çetin
Türü: Araştırma-İnceleme
Sayfa: 128
Yayınevi: Telmih Yayınları

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Kitap: Aydoğdu Karakolu


Kitap, Telmih Dergisi yayınlarından çıkmış olup, 15 bölümde toplanmıştır. Yazarın yıllardan beri yaşanan terör olaylarından esinlenerek kaleme aldığı hayat hikâyelerinden oluşmaktadır. 

İçinde yaşadığımız coğrafyaya; ağır bedellerin ödendiği, acılarla yoğrulmuş topraklar olduğundan ''vatan'' diyoruz. İzlediğim haber, film ve edindiğim bilgiler ışığında biraz bahsetmek yerinde olacaktır.. Türkiye'de terör eylemleri başladığı yıllardan itibaren on binlerce cana mâl olmuş ve ne yazık ki olmaya da devam etmekte. Yabancı ülkelerce desteklenen ve vatanı bölmeyi amaçlayan terör örgütleri özellikle Doğu ve Güneydoğu illerimizdeki halkın mal ve canlarına kast etmiş, güvenlik güçlerimize saldırmış, yıllardan beri süren yıpratıcı bir unsur olarak faaliyetlerine devam etmiştir. Kendilerini 'halkların kardeşliği için çalışıyoruz?' diyerek Kürt kardeşlerimizin koruyucusu olduğunu iddia etmiş, halkın dini inancını sömürmüş, vergi adı altında bölgedeki halktan haraç toplamış, yaşı gelen gençleri eğitim kamplarına toplamış, zaman zaman halka hizmet eden kamu çalışanlarını da kaçırarak kanunları yok saymıştır. Amaçları neydi peki; devletin otoritesini zayıflatmak ve halka devlete karşı güvensizlik aşılamak..

Terör örgütleri stratejik açıdan özellikle gençleri saldırılarda kullanma suretiyle ne kadar acımasız ve mücadelelerinde kararlı olduklarını gösteriyorlar. Çocukların ve gençlerin devşirilmesi yetişkinlere nazaran çok daha kolay onlar için. Ayrıca gençleri devletin güvenlik tedbirlerinden sıyrılma konusunda yetişkinlere göre daha başarılı bulmaktalar. Bu yöntem dünyanın pek çok farklı yerinde, farklı ideolojilere sahip terör örgütleri tarafından uygulanmaktadır. PKK terör örgütü ise yıllardır çocuk ve gençleri farklı yöntemler kullanarak bünyesine katıp onları zaman içinde örgütün militanlarına dönüştürerek istismar ediyor. Bunda yakın aile ve sosyal çevrenin de etkili olduğunu görüyoruz. Terör örgütü destekçisi ve sempatizanı olanlar, örgütü devlete karşı bir güç gösterisi olarak görüyor, gerek aile fertleri gerek sosyal çevre, gençleri örgüte katılmaya zorlayabiliyor. Bazen de gençlerin aile içi sorunlarından faydalanıp onların gururunu okşayarak kandırma eğilimi göstermişlerdir. İkna, kaçırma, makam ve para teklifi onların kullandığı yöntemler arasında görülmektedir, neticede adam kazanmak onlar için önemli. Böylece kandırdıkları halktan ister gönüllü ister zorla destek toplamış, ihtiyaçlarını karşılamıştır. Örgütün içindeki yabancı unsurlar ise lojistik, organizasyon, eylem planlama işlerine bakar, öne çıkmazlar. Ama tüm bunların asıl sebebi onlar değil mi? Bu coğrafyanın insanlarını birbirine düşürmek, vatan topraklarını bölmek.. 

Terörün zulmünden usanan insanlar ise çareyi memleketlerini bırakıp bir gelecek kurma ümidiyle göç etmekte bulmuşlardır. Terör eylemleri bölge halkını son derece mağdur etmiş; tarımdan hayvancılığa, turizmden insan göçüne kadar her alanda olumsuz etkisini göstermiştir. Örgütün bu yıkıcı faaliyetleri bölge illerinde temel sorunlara neden olmuştur; coğrafî şartlar, güvenlik sorunu, personel durumu, işsizlik, düzensiz nüfus artışı, göç, eğitim durumu, sosyo-ekonomik ve psikolojik sorunlar, uyuşturucu ve kaçakçılık gibi.. Bu gibi sorun
lar ise ülkemize sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan büyük zararlar vermektedir. 

En önemlisi; aziz milletimiz yıllardır terör belâsına pek çok şehit vermiştir. Asker, öğretmen, polis.. Bu toprakları vatan yapmak için dün nasıl bedeller ödediysek, bugün de öyle ödüyoruz. Bu vatan için canlarını feda edenlerden Allah razı olsun diyor, rahmet ve minnetle anıyorum.

Yazar, görevi gereği gittiği yerlerde bölge insanlarının maruz kaldığı hadiseleri dinlemiş, onların yaşadığı acı olaylardan esinlenerek bu kitabı kaleme almıştır. Terör illetinin başta bölge insanı olmak üzere ülkemize ve milletimize nasıl zararlar verdiğini, bunun insanlarda bıraktığı psikolojik izleri kitapta görmek mümkün. Kitap, Terör örgütü PKK'yı, o bölgede yaşayan tamirci Yusuf'un üzerinden anlatıyor. Kitabın içeriği, Yusuf'un günün birinde teröristler tarafından sınır dışına kaçırılması ve on dört ay sonunda bir fırsatını bularak kaçıp Türkiye'de bir sınır karakolu olan Aydoğdu Karakolu'na sığınması olarak özetlenebilir. Bu süreçte sözde mahkemece yargılanması, günlerce işkence görmesi, örgüte sığınak olmuş kayalık ve mağaralar, kandırılmış çocuk ve gençler, şahit olduğu insanlık dışı olaylara ve bunlara rağmen hiçbir zaman vatanına olan sevgiden, inancından kuşku duymayan Yusuf'un kurtulma ümidine tanık oluyoruz. Terör örgütünün iç yüzünü merak edenler için tavsiyedir. Kitap Şuuru ailesine teşekkürlerimle. Kitap ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Aydoğdu Karakolu
Yazarı: Selahattin Yazar
Türü: Hikâye-roman
Sayfa: 121
Yayınevi: Telmih Yayınları

...
 ''Biz vatana âşık olmuşuz;
Yaşarken kol kolayız, ölürken koyun koyuna...''

''Bu toprakların delisi ile velisi hiç eksik olmazdı.'' (Coğrafyaya has :)

''Biz cenazede ağlar, düğünde eğleniriz. Hep böyle yaşarız, yas da bize misafirdir sürur da...''

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Kitap: Bir De Şu Acıdan Bak


'Aradım dünyayı dertsiz yok imiş.''

''Şimdi al bu kitabı,
Sür yaralarına...
Biliyorum ne acılar eskittin sen.
Uğradığın sayfalarda kendine dokun...''

Öncelikle yazar kitabın arka kapağında, içinize dokunacak şiiriyle kitaba davet ediyor sizleri.. Aslında bu şiir kitabın içeriğini de anlatıyor okuruna, henüz okumadan. Dokunmak! Yaralara, dertlere, sorunlara, gözyaşına dokunmak... Mutluluğu insanların yaşamına dokunduğumuz anda ve yerde bulacağımızı hayat hikâyeleriyle öyle güzel anlatmış ki, kendi hayatımızdaki çoğu basit sorunların dert edindiğimiz kadar önemli olmadığını kavrıyoruz. Hayat yolculuğunda elbette herkesin bir yaşanmışlığı, acısı, sorunları, zorunluluğu vardır. Yaşamadan bilinmez, yargılayamayız.. Ama çoğu zaman dert ettiğimiz şeylerin basit ve önemsiz olduğunu fark ediyoruz. Geçmişi, geleceği, kaygıları düşünmekten ânı yaşayamıyoruz belki de.. Yazarın ifadesiyle, insanın yaşadığı sıkıntılara ''dert'' yerine ''tecrübe'' denilseydi daha farklı bir bakış açısına sahip olabilirdik.

''Kim mutlu edebilir seni, sen mutlu değilsen!'' diyor şair. Ne haklı bir serzeniş.. Neden sürekli zamanı endişe ediyoruz? Mutlu olmak istiyorsak, neden erteliyoruz.. Gündelik şeylerle de mutlu olmasını bilmeli insan.. Küçük mutluluklar hediye edin kendinize.. Bunlar hayatın renkleri biraz da.. Yemek yerken, sohbet ederken, bir davete katılırken, başkalarının mutluluğuna tanık olurken.. Yaşadığınız şehrin sokaklarını keşfederken, bildiğiniz türküyü mırıldanıyorsunuzdur yürürken, hattâ birine adres tarif ederken o küçük yardım hissi.. dua almak, gönle girmek.. Keyif aldığınız her şey, sizin mutluluğunuzdur. 

Modern insanın mutluluk arayışı boşuna çaba.. arayışın mutluluğu bize yeter. Önemli olan varmak değil, yolda olmak değil midir? Yazar önemli bir konuya değinmiş: mutluluğu bir saplantı hâline getirmek.. Öteki insanlardan daha mutlu olmayı istemek.. Daha güzel olmak, daha lüks evlerde oturmak, daha pahalı telefon ve arabayı kullanmak, daha yüksek puanı almak,... Bu tür saplantılar insanları tatmin edebilir mi? Hep dahasını istemek.. Böylece mutlu olmayı bilmiyor ve gözlerinin önündeki birçok şeyi kaçırıyorlar. En önemlisi çevreye olan duyarlılığı yitiriyorlar. 

Kitapta yazarın tecrübeleri ve hayattaki küçük anıları konuyu destekler nitelikte.. Daha bir anlaşılır kılıyor. Meselâ şu örnekte olduğu gibi; bir yakınımıza verdiğimiz teorik bilgilerin işe yaramaması, mühim olanın bam telini bulmak, onun yarasına dokunmak olduğunu söylüyor yazar. ''Su iç, yararlı'' demek yerine; ''Su içmemezlik yapma, diyalize bağlarlar, haftada üç gün hastaneye gitmek zorunda kalırsın.'' gibi.

Yazarın şu samimi girişini paylaşmak istedim: ''Size mutluluğuma giden, kendime dert edinmediğim meseleleri, ilham kaynaklarını, zaman kavramını nasıl değerlendirdiğimi, geleceğe dair umutlarımı anlatacağım. Benim anlatacaklarım sizin yaralarınızı kapatır mı bunu göreceğiz. Belki de anlatacaklarım herkeste aynı yararı gösteren ilaçlar gibidir; aç-tok fark etmez, yutun gitsin.'' Yazarın bunu başardığına inanıyorum, ne mutlu... ''Çorabın varsa zenginsin.'' anekdotuyla hayatın insana neyi nasıl öğrettiği, Hilâl Hanım önderliğinde yapılan gönüllü faaliyetleri, Emekli Yüzbaşı Ozan Bahar'ın yaşadıklarına rağmen diri tuttuğu azmi ve umudu, Şehit Jandarma Astsubay Halil Türkoğlu'nun hayat mücadelesi, görme engelli Fulya ve annesinin onun için yekvücut olması.. Hemen hepsi hayata umutla bakmayı, dertlerin geçici olduğunu öğütler nitelikte.. Gözümüzü hep yukarılara dikmek yerine mahrumiyet içinde olanların hâlini düşünüp onları anlama fırsatı bulabilirsek, sahip olduklarımızla mutlu olabiliriz belki de..

Yazarın yer yer anılardan, şiirlerden oluşan denemeleri yaklaşık 5 yıllık bir sürecin ürünü imiş. Asker olan yazarımız, yaşadığı hayat şartlarından ve dinlediği hayat hikâyelerinden etkilenerek bu kitabı kaleme almış. Böylece hayata farklı açılardan/acılardan bakabilmeyi kazandırmak istemiş okuruna. İlaç gibi geldi, tavsiye ederim. Kitapla ve sevgiyle kalın.

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Bir De Şu Acıdan Bak
Yazarı: Özkan Öngel
Türü: Deneme
Sayfa: 116
Yayınevi: Kaleli Medya Yayınevi

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur!''

Kitap İncelemesi: Büyük Rüyaların Peşinde..


Büyük Rüyaların Peşinde

Eğitimci ve yazar kimliğinin yanında Muaz Ergü, iyi bir gözlemci. Kitap, ''Coğrafyamız'' ve ''Duralım, Tefekkür Edelim'' başlıklarıyla iki bölüme ayrılmış, 43 denemeden meydana gelmekte. Kitap kapağındaki Pîrî Reis'in Dünya Haritası, kanaatimce, bir zamanlar rüyadan devlete uzanan asırlık bir yolculuğu niteler vaziyette. Öyle ya; ''Bir Büyük Rüyanın Çocuklarıydık Biz''.. Savrulduk kıtalara, sonra geri çekildik.. gelgit misâli..

İnsanlar nasıl hafızalarıyla yaşıyorlarsa tarih de milletlerin hafızasıdır. Bu bir bakıma kişinin kendini tanıma sürecinde geçmişini araştırma gayreti, bugünü şekillendirme ve geleceğe yön vermede önemli deneyimler bütünüdür. Bilinçli olarak yaşamak için tarihî, millî ve dinî bir şuura sahip olmalıyız. 

Yazar Muaz Ergü, samimi anlatımıyla tarihî olay ve olgulara değinirken günümüzde kullandığımız kavramlar üzerinden dinî, siyasî ve sosyokültürel yapıyı çok iyi tahlil edip yerinde tespitlerde bulunuyor. Türkiye'deki kavram kargaşasından, kavramların içinin boşaltılmasından söz ediyor. Hakikaten teknoloji çağının getirdiği yeniliklere kavramlar da dâhil olmuş, bugün modernleşme, kapitalizm, magazin ve gösteri toplumu, nostalji, sosyal medya gibi kavramlar üzerinden iletişim kurar olmuşuz. Oysaki çok değil, yakın tarihimize baktığımızda din, kültür, hukuk, maliye sistemi, toprak, eğitim sistemi gibi daha kapsamlı kavramlar kullandığımızı görürüz. Değişen ve gelişen dünyada çağın koşullarına orantılı olarak ne yazık ki kavramlar da değişip dönüşüyor. 

Öte yandan yazar; İslâm'ın geçmişteki ve günümüzdeki konumu, Müslümanların İslâm'ın temeli olan Kur'an'ın özündeki ahlâkı kaybedişi, yapılan ibadetlerin derinlik ve değerini yitirişi, tarihe ve medeniyete en büyük ihanetin Müslümanların kendi eliyle yapıldığına dair haklı eleştiriler kaleme almış. Aslında genel olarak İslâm coğrafyasında, özelde bu topraklarda dine, kültüre, ahlâka ve medeniyete en büyük zararı veren bu toprakların çocukları oluşu, bir zamanlar Mehmet Âkif'in Safahât'ında sürekli yinelediği bu konu, Türk-İslâm toplumunun atâlet ve zihniyetinin gevşemesinden ileri gelmekte. Değerlerimize sahip çıkmayışımız, yabancı kültürlere özenip kendi öz benliğimize yabancı kalışımız bu yüzden. 

Kitapta, insanların kıyamet alâmeti olarak görülen bina yapmakta yarışır hâle gelmeleri ve siyâsetin de buna destek vermesi, sigortaları bile doğru düzgün yatırılmayan işçilerin üzerinden yükselen kibir kuleleri hâline gelmesi yani yine bugünlerde çok kullandığımız 'rant' kavramından söz edilmiş; zengin ile yoksul arasındaki sosyoekonomik uçurumların artması, modern yaşam adı altında kapitalizmin kölesi olan hayatlarımız, zamana şahitlik etmiş mekânların tahrip edilmesi, din ticareti yapan şeyh ve hocaların tevazu ve alçakgönüllükten bahsedip sadelikle yaşaması gerekirken, İslâm'ı anlatmaya son model arabalarıyla gitmeleri ve son olarak Ramazan ayı, Kurban Bayramı ve kandillerin içi boşaltılan değerleri, iyiliğin bile gösterişsiz yapılmadığından bahsedilmiştir. 

Yazar, tarafgir olarak başlamış kitabına.. Kaybedenlerin, mazlumların, mağlûpların tarafını tutmuş. Kardeş katlinde Habil'in, Peygamber dâmadı Hz. Ali'nin (ra.), Kerbelâ'da şehit Hz. Hüseyin'in (ra.), Hz. Ebû Zer'in (ra.), İmam-ı Âzam'ın (ra.), Şehid-i Âlâ ve Gâzi-i Namdar Enver Paşa'nın, Süleyman Askerî Bey'in, Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa'nın ve dahi bütün yenilmişlerin..

''Tarihi yapanlar, galipler değil mağlûplardır. Siyasi ve politik arenada galip olmak, karşınızdakini türlü oyunlarla mağlup etmek gerçekten galip olmak mıdır? Bir tek mağlupların adı kalır. Mağlupların adı çınlar gök kubbede. Onların hatıralarıyla büyür çocuklar. Arsa-i mahşerde makbûl-ür-recâmızdır bütün yenilenler. Onların yüzü suyu hürmetinedir soluk alıp verdiğimiz.''  

Tarihimiz ne çok yenilgilerle dolu. Evet, şanlı zaferlerimiz de var gururumuzu okşayan; ancak meydanda kazandığımız savaşları masa başında kaybedişimiz, siyasetin ayak oyunlarını bilmeyişimizdendir yenilgimiz.. 

Kimi zaman hayıflandığım, yer yer kızdığım, üzüldüğüm, şaşırdığım duygusal dalgalanmalarla kimi zaman temiz duygularla birlik olup müreffeh bir millet olmanın özlemi içinde okuyarak bitirdim kitabı. 

''Bir büyük Rüyanın Çocuklarıydık Biz'', iz bırakan kitaplar arasında yerini aldı diyebilirim. Yazarın samimi denemelerinden oluşan bu kitabı okurlara tavsiye eder, Kitap Şuuru ailesine teşekkür ederim. Kitapla ve sevgiyle kalın. 

Fatma KESKİN

@müverriheninkaleminden