El Sanatları: Kanaviçe Kolyeler


El işleriyle haşır neşir hanımlar, genç kızlarımız eminim kendilerine zaman zaman aksesuar yapmışlardır. Bazen yapıp arkadaşlarıma, çocuklara hediye ettiğim olmuştur. El emeği olunca hediyenin de kıymeti büyük oluyor tabii.. Hattâ yeğenimin sınıfına 23 Nisan Çocuk Bayramı dolayısıyla minik hediyeler hazırlamıştım. Takılarımı görenler ''neden seri üretime geçip satmıyorsun'' diyorlar. Ben sadece hobi olarak yapıyorum.
...
İstediğiniz renk ve modellerde yapabilirsiniz. Yapımı zor değil, çok da bir maliyeti yok.. Kendi zevkinize göre istediğiniz motifi işleyin. Terapi niyetine rahatlatıcı oluyor ben ara ara yapıyorum böyle uğraşlar.. hem de kendiniz için bir şeyler yapmış oluyorsunuz fena mı.. El emeği, göz nûrunun yerini ne tutabilir ki.. Birbirinin kopyası, yapay seri ürünlerden daha güzel, benzersiz ve uzun ömürlü oluyor. Açıkçası ben yapım aşamalarını bildiğim için satılan ürünleri incelerim. Hattâ çoğu zaman yapılışını beğenmem. Bu da olumsuz tarafı tarafı sanırım. Takıp takıştırıp gezmelere gidelim o zaman :)


Yapmak isteyenler için;

El Sanatları: Örgü Bebek Poşetlik

Örgü örmek, hem fiziksel hem ruhsal bir terapi sağlıyor insana. Kişiyi yoğun düşüncelerden uzaklaştırıyor. Olumsuz duygu ve düşünceler bu gibi ince aktivitelerle kayboluyor, rahatlıyorsunuz. Beyin, el ve göz koordinasyonunu, aynı zamanda kas ve eklemlerin hareket etmesini sağlıyor. Hele ki el emeği ve kullanışlı bir hediyeye kim hayır diyebilir ki.. 

Ülkemizde plastik poşetlere ilişkin çevre kanunu çıkmadan önce de biz poşet biriktiriyorduk. Annelerimiz sağ olsun, bize her şeyin çöpe atılmayacağını söyler, ev ekonomisini öğretirdi. En güzeli, en sağlıklısı tabii ki bez torba ama pratik açıdan naylon poşetlere alışmışız :) Bunlar da benim poşet yiyen obur bebeklerim.. Bazılarını hediye etmiştim. 

          

Çok şirin değil mi :)

Kitap: Cahit Zarifoğlu ve Bütün Şiirleri


 Selâm ve Dua İle.. 
Şiirin Zarif Prensi, Abdurrahman Cahit Zarifoğlu'na Saygı ve Rahmetle..
  
    Abdurrahman Cahit Zarifoğlu.. Şiirin zarif prensi..
     
    Yedi Güzel Adam'ın (Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Adil Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alaaddin Özdenören, Mehmet Akif İnan) güzel abisi.. Ketûmizâde Cahit Efendi.. 
    Buzdağının şairi.. Şiirlerini kızlara değil, buzlarla yazan şair.. Buzdağının şairi.. ''Aristo''..
     
    İsminin baş harfleriyle (Acz) Yaradan'a acziyetini sunup O'ndan af dileyen acziyetin şairi.. İkinci Yeni-Toplumcu Şiir Anlayışı'nın temsilcisi..
    
     Bilmem ki nasıl anlatılır bu güzel insan? 
     Bildiğim kadarıyla soyadı gibi zarif, nahif, lâtif bir insan.. Bu özelliklere tezat düşecek kadar da inatçı.. "Zarif bir inadın adıdır Cahit." demiş Erdem Bayazıt onun için. Yaşasaydı, kendisiyle tanışmak için can atardım. Duygu dünyamda önemli bir role sahip şairlerimizden.
     
     Bir yazarı ya da şairi anlamak istiyorsanız, önce hayatını iyice okuyun derim; çünkü hayatlarının, başlarından geçenlerin, ideolojilerinin, temsilcisi oldukları dâvânın onların eserlerine de yansıdığını göreceksiniz. 
     
    O, kapalı bir kutu gibi, içinde büyük bir acı varmış gibi gelir bana hep.. Onun kişiliğinde ve şiirlerinde kendimi buluyorum; bu yüzden çoğu insan gibi şiirlerini anlaması zor, fazla kapalı bulmuyorum. Bu, aslında iç dünyasını anlamaktan geçiyor.. Zaten o da anlaşılma, beğenilme çabası içinde olmamış. Bu bakımdan onunla özdeşim kuruyorum. Anlaşılmadıktan sonra hiçbir şeyin önemi yok.. 'Şair burada ne anlatmış?' demekten ziyade 'ben bu satırlardan ne cevher çıkarabiliyorum, buzdağının hangi yüzüne bakıyorum' diye düşünerek okumak lazım biraz da.

     Onun şiirleri kendine hastır, kendi dünyasının içinde bir şiir dili kurmuştur o. Şiirleri; "açlık, varoluş, aşk, zaman, savaş, Batı diktasına karşı Doğu protestosu, madde-ruh çatışması, hayat ve ölüm, inanmak ve teslim olmak, insanın iç dünyası, çağın problemleri, doğa, anne-çocuk, babasına karşı sitem" gibi temalar barındırır.

     Tutkuları; bulutlarla dans etmek, kuşlarla birlikte uçmak, sonsuz mavilikte süzülmek; yani pilotluk.. En büyük hayali olan pilotluk için sağlık kontrolünden geçemez ve kanatları kırılmıştır onun.. Diğer bir tutkusu ise, güreştir. Otostop ile Avrupa'yı gezmiştir o, Cemal Süreya hayranıdır, çeşitli resim çizimleri vardır, çocuklara kendi çocuk kalan yanını da ortaya koyarak, hatıra olarak birçok masal kitabı yazmıştır..

     1973'te Sarıkamış'ta vatani hizmete başlayıp sonra Kıbrıs Barış Harekatı'na katılmıştır. ''Mavera'' dergisinin kurucularından.. Seyyid Hakim Arvasi'nin kızı Berat Hanım'la evlenmiş, nikâh şahitliğini de Necip Fazıl yapmıştır. Onun hayatına dair daha çok şey var anlatılacak, ben kısa kısa geçiyorum. Tanımak isteyenler araştırıp eserlerini okuyabilir.

    Onun en sevdiğim şiirleri, ''Acz'' ve ''Anılar Defterinde Gül Yaprağı'' her aklıma geldiğinde duygulanırım. ''Kardeşim dedim, acılarıma da kardeş olur musun?''... Cahit Zarifoğlu'nun şiirleri de ezberimdeki şiirlerin başında gelir. Nasipte varsa bir gün kitaplarım gibi şiir dünyamı da çocuklarıma aşılayacağım. Özenle tuttuğum şiir defterlerimi onlara miras bırakacağım. 

     "Yedi Güzel Adam"... izleyenler bilir.. Türk televizyon tarihinin en güzel dizilerinden diyebilirim. Şiir gibi dizi.. Nuri Pakdil diyor ki, "Yedi Güzel Adam olarak nitelenen bizler, gerçekten, övünmek gibi olsun, olağanüstü bir arkadaş topluluğuyduk." Hangimiz imrenmedi ki onların güzel dostluğuna.. Okul yıllarımda aklımdan geçerdi, Yedi Güzel Adam gibi bir şiir topluluğu oluşturmak ama kısmet olmadı. Bi' kere öyle vefâlı dostlar, öyle şiire âşık, edebiyat tutkunlarını nerede buluyorsunuz? Küfrü kendine ar edinen, fikirle tartışmayı yeğleyen o insanlık nerede? Ne varsa eskilerde varmış mirim.. eskidenmiş tüm o güzellikler.. Bu yüzden hep içimde ukde olarak kalacak, hep içimde kalacak biriktirdiğim şiirler.. Kim bilir ne güzeldir; tek bir tutku etrafında toplanmak! 
Ç 
    O, kanser tedavisi gördüğü hastanenin penceresinden bakarak dostu Erdem Bayazıt'a şu son sözleri söylemiştir:
    "Erdem, kırlarda çiçekler artık bensiz açacak."
    O kırlarda çiçekler yıllardır sensiz açıyor güzel insan. İyi ki bu dünyadan, böyle zarif bir adam geçti diyorum. Kendisini saygı ve rahmetle anıyorum. Tarihî Kara Lise, nâmı diğer Maraş Lisesi'ni bugün müze olarak ziyaret edebilirsiniz. Bir de Yedi Güzel Adam'ın gözünden Zarifoğlu'na bakalım:

     ''Yunus Emre ile Karacaoğlan arasında kalmış, her çiçekten bal değil bahaneler devşirerek uçup duran, anlamı kapalı duygusu yüksek şiirlerindeki gibi anlaşılmaya kapalı heyecanı zirvelerde yaşayan, her gördüğüne Zümrüd-ü anka nazarıyla bakıp duran maceraperest bir dağlı gibisin Cahit. Bedenin burada, Maraş'ta, ya ruhun Dağıstanda. Aslanım kop gel artık şu Kafdağı'ndan. ''

    ''Cahit insana değil, inadına aşık... Kendi içinde kararsız KaracaYunus.''

    ''Aşk öyle şiddetli bir duygudur ki; insanın gönlünde başka bir gönül dağı kesilir. Bence Cahit'in şiirleri o gönülden zuhur ediyor ve o gönlü de kendinden başka duyan olmadığından buzdağına yazıyor.''
       
     Baba Sait: ''Abdurrahman Cahit Zarifoğlu; o her şeyden önce Abdurrahman'dır. Rahman'ın kulu. O yüzden de, onun gönül kapısı tek kişiye değil, her kişiye açık; gelen giriyor. Ama bir taraftan da Cahit; yani ayak direyen, inatçı. Allah'tan Zarifoğlusu da var da, inadına edep gömleği giydirebiliyor. Nihayetinde bizimki de herkes gibi insan. Üstelik insanın erkek cinsi. Cins-i lâtife. Meyli de cabası. İşte bu dilemma, onu adının baş harflerindeki gibi acz'e sürüklüyor.''

     Elimdeki kitap onun bütün şiirlerini içeriyor. ''İşaret Çocukları'', ''Yedi Güzel Adam'', ''Menziller'', ''Korku ve Yakarış'' eserlerinin hepsi bir kitapta toplanmış. Zarifoğlu'nun fikir dünyamda ayrı bir yeri vardır. Kıymetlimdir, başucu kitaplarımdandır. Duam odur ki; Allah hayatta karşımıza zarif, nahîf, lâtif insanlar çıkarsın; çünkü bu dünyanın öyle ince insanlara çok ihtiyacı var. Bu dünyanın inceliklere ihtiyacı var..
       
     Son olarak, Zarifoğlu'nun şu sözü yer etsin gönlümüze;
           ''Sana kitap hediye edeni unutma.
            Sana kitap okuyanı hiç unutma.'' 
     Unutmayalım azîzim! Zirâ günümüzde böyle insanları bulmak zor, hattâ kitap okuyan insan bulmak zor.. Okumadıkları gibi kitaba verdiğiniz parayı bile aşağılayıcı bulurlar. Biz burada bir grup insan kitaplarımızla demleniyoruz. Konu şiir olunca kesinlikle tavsiye ediyorum. Okuduğumuz her şiirin hayatımıza incelik katması dileğiyle.. Selâm olsun okumayı hayatına bir alışkanlık hâline getirenlere.. Selâm olsun şiirin ruhuna vâkıf olanlara..
     Kitapla ve sevgiyle kalın..
 
Kitabın Künyesi 

Kitabın Adı: Şiirler
Yazarı: Cahit Zarifoğlu
Türü: Şiir
Sayfa: 521
Yayınevi: Beyan Yayınları                                                                                          
     ...
    - Anılar defterinde gül yaprağı
    Gibi unutuldum kurudum
(Atmaya kıyamayıp hâlâ kitapların arasında çiçek kurutanlara..)

    - ben ince işler ustası musa
      kardeşim ya ki heybem
      değişince kubbeli evim
      girdabım
       öfkem

    - Hayır kalbim
Yorulmadın hayır hayır
Yıkıl daha''
(her umutsuzluğa düştüğümde kalbime verdiğim motivasyon :) 
 
Halk aşksızsa sokaklar banka dükkânlarıyla doludur.
(Kapitalizme karşı en zarif eleştiri)  

 - 'Bir dolmayan yanımız 

bir de her gün korkudan bir şeye dokunup kalıyoruz
kanımızdan zehirli bir iğne geçiyor
ve güneşten korkuyoruz  (içimizi sızlatan tüm eksikliklere..)  

 - Hem şarklıyım ben

Gövdem yara dolu
Sevdiğim kolla beni''
(Şarklıyız biz..) 

@müverriheninkaleminden

Filme Dair: İftarlık Gazoz


Türü: Komedi, dram
Yapımı: 2016 - Yerli film
Yönetmen: Yüksel Aksu

Uyarı: Yazı, filme dair mecburi spoiler/sürprizbozan içerebilir!!!

Her şey bir niyetle başlar..

Çocuk yıldızlardan Berat Efe Parlar'ı Güldüy Güldüy programından tanıyorum., burada da güzel bir oyunculuk sergilemiş. Ünlü komedyen Cem Yılmaz'ın oyunculuğunu hepimiz biliyoruz malûm. Filmi internet ortamından izlediğim için sansürsüz oluyor, dolayısıyla küfür sevmeyen kimseler için küfür içeren sahneler kulak tırmalıyor. Ama buna toplum olarak alışkınız, günlük hayatta çevremizde çok duyuyoruz/duymak zorunda kalıyoruz. Filmde dozunda işlendiğini düşünüyorum. Film, bir Ege köyünde geçiyor ve insanımızın şivesi öyle tatlı ki.. filme özgünlük katıyor. Cânım Ege.. 

Film 70-80'li yıllarda yaşanmış bir olayı anlatıyor, yani karakterler gerçek hayattan uyarlanma. Cibar Usta, Komünist Hasan gibi.. Ben o yılları yaşamadım ama filmde gazoz şişeleri, kapaklarını biriktirme, yakalı önlükler, tütün tarlaları, radyoda çalan şarkılar beni bir anda özlemini çektiğim (90'lar) çocukluğuma götürdü. Gelelim asıl konuya.. Arka fonda Özay Gönlüm: Aman aman Ayşem..., Cengiz Özkan türküleri çok güzeldi. Komünist Hasan karakteri, tipik emekçilerin hakkını savunuyor. Çocuk (Adem) da yaşadıklarıyla bağlantılı olarak onu örnek alıyor kendine. Yazları camide dinî eğitim veriliyor, çocukluğumun bir anısı daha.. Hoca, çocuklar için oruç farz değil diyor ama Adem de aslında orucu hoşlandığı kızdan ötürü tutuyor. Cami hocasının söylediklerinden çok etkilenip günahlarını sürekli bilinçaltında gözden geçiriyor, nefsini sorguluyor bir bakıma. Hele dil zinâsı, göz zinâsı, oruç kefareti konusunda. Gazozcu Cibar Usta Adem'i yanına çırak olarak alıyor. Ona işi öğretiyor ilk önce, sonra da çocuğun sırtından kazanıyor. Çocuğun hâli içler acısı.. Cibar Usta çırağına gazoz sattırıyor ama kendisi orucunu yiyor, iyi insanmış izlenimi veriyor. Çocuğun üzerinden geçinmeyi günah görmeyen ama çıplak turistleri görünce kaçan bir karakter. 


Oruç konusunda 61 gün kefaret detayı iyi işlenmiş. Çocuğun yazın kızgın sıcağında, hele ki Muğla'da millet denize girerken niyetli hâliyle gazoz satmaya çalışması izleyenlerin yüreğini burkmuştur.. Adem'in akşam ezanına birkaç saniye kala dayanamayıp orucunu bozması ve filmin sonunda bunun bedelini açlık grevi yaparak ödemesi üzücüydü. Filmi böyle hüzünle izlerken olayların seyri aniden, çok hızlı değişti. Komünist Hasan karakteri birden arabadan çıkan kişilerce vurularak öldürüldü. Burada sağcıların ortaya çıktıkları sahnede katil oldukları izlenimi verilmiş, bu yönünü sevmedim. Zaten solcu karakter de iyi, köylüyle, emekçiyle iç içe görüntüsü verilmiş. Adem'in Hasan abisiyle konuşmaları, Hasan'ın ona ideolojik kitap vermesi (Ekmeğini Kazanırken), çocuk yaşta fikir aşılaması büyüdüğünde de ona olan bağlılığını gösteriyor. Adem'in de sonradan sol görüşü benimsediği, bu yüzden hapse girdiğini görüyoruz. Ama Adem orucunu bozup vicdan azabı duyduktan hemen sonra olayların hızlanması, çocuğun bir anda büyüyüp yetişkin olmasıyla film bir boşluk oluşturuyor izleyicide. 

Filmin yönetmeni Yüksel Aksu, Ege filmleri yapıyor zaten. (Dondurmam Gaymak) Keyifle izlediğim, sosyal mesaj içerikli filmlerdi.. Yüksel Aksu, mesaj kaygısı olan bir yönetmen. Filmde de çok fazla mesaj ve bilinçaltı var.. Dondurmam Gaymak ile arasında benzerlikler bulunuyor. Filmin sembolü olan gazoz yönünden, Dondurmam Gaymak filmine selâm çakmış. Orada doğal dondurmaların yerine su, şeker ve gıda boyası içeren dondurmaları eleştirirken, burada gazozun yerine kolanın alması eleştirilmiş. Zirâ büyük markalar küçük esnafımızı zor duruma sokuyor. Bunun filmde işlenmesi hoşuma gitti. Öte yandan, 'Arabadaki eşek, sırtından geçinilen mesajı vermiş gibi.. fakat uyanmış bir eşek,' demişti arkadaşım sağ olsun.

Filmi izlerken açık bir komünist propagandası gibi duruyor. O dönemde sol iyi, sağ katil algısı oluşturulmuş. Yani bir taraf haklı-iyi, diğer taraf haksız-kötü olarak gösterilmiş. Fakat bazı kesimleri iyi gösterip bazı kesimleri kötü göstermesi çatışma filmi olduğunu gösteriyor. Ancak filmi, bir insanın hayat hikâyesi olarak izlemek gerek. O dönemde böyle şeyler yaşandı, bunların gerçek olduğunu biliyoruz ne yazık ki.. 70-80'li yıllarda sağ-sol çatışmaları yüzünden hayatını kaybeden bir sürü genç var. Ama ben taraf olmaktansa, hebâ olan asıl Türk Gençliği, diye bakıyorum olaya. İki görüşten de kişilerin yitip giden gençliği.. Ve bundan faydalananlar.. Film işte böyle nedenlerle dönemin taraflı anlatıldığı şeklinde tepki almış. Bu bakımdan haksız sayılmaz. Dinle ilgili mesaj verilmeye çalışılmış. Maç için namaz vaktini değiştirmek gibi ince eleştiriler de var. Karl Marks'a göre ''Din, bir afyondur.'' sözünden yola çıkarak 'Komünistler dinsizdir.' düşüncesi ve bunun filmde haksız çıkarılması ilginçti. Çünkü Hasan, Adem'e 'Hz. Muhammed'in (sav.) de bir bakıma devrimci olduğunu' söylüyor. Bu bakımdan düşünürsek haklıydı. Ben burada Komünist Hasan'ın duruşunu yönetmenin bir başka filmi olan 'Efeköy Entelköy'e Karşı' filmindeki ''Aşırı'' karakterine benzettim, öyle aykırı bir karakter yani. Kurduğu cümlelerle insanı düşünmeye, sorgulamaya sevk ediyor çünkü. 

Cibar Kemal karakteri, bizim Buldanlı Cibar Usta'dan uyarlandığından karakter uyuşmazlığı sebebiyle film dâvâlık olmuş bu arada. Sahildeki ısrarcı teyzeyi unutamazdım tabii ki :) 'Gelive baken bureye, yi guzum yi' :D Son olarak, kurgusu muhteşem bir filmdi. Oyuncular birbiriyle uyumlu, oyunculuklar zaten güzeldi. Eksileri olsa da artıları fazlaydı dediğim bir film. Kesinlikle tavsiyemdir.

Kitap: Ay Hırsızı


Sunay Akın'la Ay'a yolculuk..

Birbirinden çok farklı zaman ve mekânlarda yaşanan olaylar, Sunay Akın'ın samimi ve şiirsel anlatımıyla bize aktarılmış. 'Ay'a yolculuk' ana teması etrafında kitapta; ay, uzay, uçak konuları işlenmiş. Anlatılanlar tarihe detaylı bir bakışla elde edilen bilgilerden oluşuyor.

Cervantes ve Mimar Sinan hangi cami inşasında buluştu? Enver Paşa'nın uçağı kaç kez düştü? Pirî Reis'in haritası Topkapı Sarayı'nda nasıl bulundu? İstanbul Boğazı'nı yürüyerek geçen Attila Hülagü'nün sırrı neydi? 157 yıl yaşayan Zaro Ağa'nın Amerika seferi.. Atatürk neden hiç uçağa binmedi? Tarihimizde ilklere imza atan pilotumuz Vecihi Hürkuş gibi birbirinden ilginç araştırma yazılarından oluşan bir kitap. 

Sunay Akın için tam bir ayrıntı ustası diyebiliriz. Anlatırken güldürür, şaşırtmayı sever, hayata başka pencereden de bakılacağını gösterir. Denemelerinde sohbet tarzı bir üslûbu vardır. Bu anlatımı da okumayı kolaylaştırıyor. Sanki yazarla bir çay eşliğinde oturmuş sohbet eder gibi.. Öylesine sıcak ve samimi bir dil kullanıyor. Rahat bir şekilde okuyabileceğiniz bir kitap. Sunay Akın zaman zaman programlarını izlediğim birikimli bir insan. Anlatımı hem merak uyandırıcı hem cezbedici. Sunay Akın denince, aklıma ilk onun şairliği ve oyuncak müzesi geliyor. Bir çocuk için oyuncak ne anlama geliyor peki? Oyuncak, bir çocuğu oyalayan bir araç olmaktan öte, onun hayal gücüne katkı sağlayan, ufkunu genişleten bir nesnedir. Hele ki çağımızda çocuklara oyalansın diye ellerine tutuşturulan tablet ve akıllı telefonlar bir oyuncak olmasa da ilgisiz aileler için çocuğa oyuncak niyetine sunuluyor. Pedagoglar ve eğitimciler uyarsa da ebeveynlerin işine geliyor bu durum. Ve göz göre göre çocukların geleceklerine zarar veriliyor. İşte Sunay Akın kitapta oyuncakların önemine dikkat çekmiş. Hattâ kimi yerlerde tarihe şahitlik eden bazı oyuncaklara yer vermiş. Müzelerin öneminden bahsetmiştir. ''Belleğini önemseyen, güçlendiren, geleceği için müzeler yani bilgi mâbetleri kuran bir toplum mehtâba çıkar.'' demiştir.

Yalnız, kitabı okurken benim gibi olayları araştırma duygusuna kapılabilirsiniz.. Bu açıdan kitabı bitirmek zaman alıyor. Sayfaların aralarına serpiştirilen ay, uçak temalı şiirlerle desteklenmiş. 'Ay'a İlk İnsanı Biz Gizledik' bölümünde daha insanoğlu Ay'a çıkmadan biz Türklerin bu hayallere ve kapasiteye sahip olduğumuza, ancak bilimin yolunu tıkayan insanlar yüzünden Ay'da ayyıldızlı bayrağımızla fotoğrafımız olmadığına haklı bir serzenişte bulunur Akın. Doğrudur, ne yazık ki etrafımızdaki insanların hayalleri yıkmak gibi, 'yapamazsın, sana mı kaldı, boş işler bunlar' gibi söylemlerle hayallerden vazgeçirme gibi meziyetleri var. Böyle olunca da hayaller daha kıvılcımlanmadan sönüyor maalesef. Hayallerinizi söndürmelerine izin vermeyin; yıkıldı mı yenisini, daha güzelini kurmak bizim elimizde. Hayat çabalamaya değer. Kitapla ve sevgiyle kalın.

Kitabın Künyesi:

Adı: Ay Hırsızı
Yazarı: Sunay Akın
Türü: Deneme, araştırma-inceleme
Sayfa: 235
Yayınevi: Türkiye İş Bankası

Kitap: Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları (1302-1481)


Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık'a Saygı ve Rahmetle..

Osmanlı hânedanı, dünya tarihinin en uzun ömürlü ve en etkili siyasî teşkilâtlarından birinin kurucusudur. Elimdeki kitap yıllar önce okuduğum; gerekli zamanlarda tekrar göz gezdirdiğim, Osmanlı kuruluş döneminde hüküm sürmüş yedi padişahın askerî ve siyasî serüvenlerine ışık tutmaktadır. Rahmetli Prof. Dr. Halil İnalcık Hocamız Osmanlı tarihi alanında dünyada ve Türkiye'de ilk akla gelen zirve bir isimdir. O; kronikler, zâviye vakıfları ve vakfiyeler gibi erken dönem Osmanlı ve Bizans kaynakları olmak üzere konuyla ilgili Doğulu ve Batılı bilgi ve arşiv belgelerini titiz bir şekilde inceleyip eleştirmekle kalmamış, görüşlerini arkeolojik, topoğrafik ve toponimik alan araştırmalarıyla da desteklemiştir.

Osmanlı tarihi hakkında yıllardır okullarda öğrendiğimiz/öğrettiğimiz bilgiler hocamızın ezberbozan açıklamalarıyla yerle yeksan olmuştur. Tarih değişmez değildir, bu açıdan vefasızdır. Her yeni bulguyla gün yüzüne çıkan bilgiler eski bilgilerimizi değiştirebilir. İnalcık Hocamızın daha hayattayken bile Osmanlı tarihi hakkında ortaya koyduğu bilgiler tartışma konusu olmuştur. Bir bilim insanı olarak literatüre birçok bilimsel kitap ve makale kazandırmış, sayısız konferans ve sempozyumlara katılmış, bir insan ömrüne onlarca ömür sığdırmış, emekliliğinden sonra bile ömrünü ilime ve öğretmeye adamıştır. Ortaya koyduğu bilgiler çarpıcıdır. Örneğin; hocamızın verdiği bilgilere göre Osmanlı Devleti 1299'da değil, 1302'de kurulmuştur. (Bizans kroniklerine göre Koyunhisar Savaşı baz alınmış.) Yine Osmanlı ailesi Kayı boyuna mensup değildir. (Timur ile II. Murad'ın soy iddiaları) Bu gibi bilgiler elbette yazılı belgelere dayalıdır.

Birçok tarihçiye göre; ''Osmanlı tarihi olmadan dünya tarihi yazılamaz. Osmanlıyı göz önüne almadan ne sağlıklı bir Avrupa tarihi ele alınabilir, ne de dünya tarihi yazılabilir.'' İnalcık Hoca bunu dünyaya kabul ettirdi, bu çok büyük bir katkıdır.'' Bu bakımdan Osmanlı başlı başına bir medeniyettir. Hattâ Türk tarihi olmadan dünya tarihi yazılamaz. Çünkü; tarihin birçok safhasında kazanılan ya da kaybedilen savaşlarda bir araç olarak kullanılan atı ilk evcilleştiren ve ilk defa bir savaş aracı olarak kullanan Türklerdir. Keza; üzengi, at koşum takımı, at eğitimi ve biniciliği, pantolon ve bugün dahi kullanılan giyim kuşam, çiçek aşısı, Türk kahvesi, savaş aletleri, düzenli ordu sistemi, Mete Han'ın ordudaki hiyerarşisi, madencilik, demircilik, teşkilâtçılık, sanattan mimariye, tıptan astronomiye kadar her alanda ilk olarak Türklerin icraatlarını görmek mümkündür. Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. 

Gelelim kitaba; bu kitap hocamızın Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi'ndeki makalelerinin bir araya getirilmesinden oluşmaktadır. İSAM Başkanı'nın fikriyle ortaya çıkan bu kitap Doğu ve Batı kaynaklarının karşılaştırılması ve alan araştırmaları yapılması suretiyle yeni bir sentez olma iddiasındadır. İlk Osmanlı dönemine ait arşiv kaynakları, özellikle zâviye vakıfları ve vakfiyelerdir. Öte yandan bu dönem hakkında diğer önemli kaynaklar ise Bizans kronikleri ve ilk Osmanlı sultanlarının çağdaşı olan kişilerin eserleridir. Kitapta anlatılan Osmanlı sultanları şöyledir:
- I. Osman
- Orhan Bey
- I. Murad (Hüdavendigâr)
- I. Bayezid (Yıldırım Bayezid)
- I. Mehmed (Çelebi Mehmed)
- II. Murad
- II. Mehmed (Fatih Sultan Mehmed)

Peygamber Efendimiz (sav.)'in, ''Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir.'' hadisinde ifade ettiği üzere Halil İnalcık gibi kıymetli bir âlimin vefatıyla ülkemiz ve tarihimiz öksüz kalmıştır diyebiliriz. Allah rahmet eylesin. Akademik bir kitap olsa da dili ağır sayılmaz. Tarih meraklıları okuyabilir. Kitapla ve sevgiyle kalın.

Kitabın Künyesi:

Adı: Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları (1302-1481)
Yazarı: Halil İnalcık
Türü: Tarih, araştırma-inceleme
Sayfa: 262
Yayınevi: İSAM Yayınları

Türkülerin Dilinden: Suya Gider Allı Gelin

Suya Gider Allı Gelin

Suya gider allı gelin has gelin
Topukların nokta nokta bas gelin
Bu güzellik sade sana has gelin

Bilmiyon mu benim sana yandığım (amman)
Ellerin köyünde garip kaldığım (amman)

Suya gider su testisin doldurur
Eve gelir gül benzini soldurur
İflâh etmez bu dert beni öldürür

Bilmiyon mu benim sana yandığım (amman)
Ellerin köyünde garip kaldığım (amman)

Türkünün Yöresi: Ankara
Kaynak Kişi: Sadık Ergun-Adnan Şeker

Bir zamanlar öyleymiş.. Çeşme başları göz göze gelmelerin, ilk heyecanların adresiymiş. Sözleriyle beni kalbimden vurmuş türküdür ''Allı Gelin''. Öyle içten, usul usul, dertli dolap misâli.. Belli ki içinde bir ayrılık, bir kavuşamama hikâyesi var. Hem, acaba allı gelinin ayakları küçük müydü ki, diye düşünüyor insan. Eğer öyleyse daha güzel anlatılamazdı.. ''Topukların nokta nokta bas gelin..''

Mina Urgan'ın anlattığına göre Orhan Veli'nin de sevdiği bir türküymüş:
''Hava iyi olunca, Küllük denilen Eminefendi Kahvesi toplantı yerimizdi. Şimdi Beyazıt meydanında oturulup bir çay içilebilecek tek yer olan caminin arkasındaki çınarlı kahveye kimseler rağbet etmezdi eskiden. Eminefendi Kahvesine yalnız öğrenciler değil, ressamlar, yazarlar, şairler de gelirdi. Ankara'da olmadıkları zaman, Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat ile buluşurduk. Orhan Veli'nin bacakları öyle ince ve öyle uzundu ki, alçak iskemlesinin üstünde otururken herkes gibi bacak bacak üstüne atmaz, bacaklarını birbirine dolardı. Abidin Dino'nunki kadar biçimli olan elini, delik deşik izlenimi veren yanağına koyar, bir türkü söylerdi ara sıra:

''Cihan da bilir benim sana yandığım,
Yandığım aman.
Ellerim koynumda garip kaldığım,
Kaldığım aman.''

Bazı türküler var böyle.. kenarda köşede kalmış, popüler olmamış.. Umulmadık bir anda ortaya çıkıp insanın içine işleyen, garip duygular yaşatan türküler vardır ya hani.. Ha bir de böyle içli türküleri sakin söyleyen insanlar... Zaman ve mekândan alıp başka diyarlara sürükleyen.. Velhâsıl, türkülere sığınan insanlara rast gelmeniz umuduyla..

Derleme: 


@müverriheninkaleminden

Akıl ve Zekâ Oyunları: Reversi (Othello)

Geri dönüşüm malzemeleriyle (gazoz kapağı) yaptığım Reversi

Reversi Oyunu (Othello)

Bir ara geri dönüşüm malzemeleriyle oyun tasarlamamız gerekiyordu. Ben de birikmiş gazoz kapaklarından Reversi oyunu yaptım. Atık eşyalardan tahmin edemeyeceğiniz o kadar çok şey yapılıyor ki.. Eğer yapamıyorsanız da atmayın, biriktirin, belediyenin gerekli noktalarına verin ki geri dönüşsün. Bu sayede doğaya katkı sağlamış olursunuz.

Gelelim oyuna.. Reversi, iki kişilik bir strateji oyunudur. Oyunun içeriğinde; bir oyun alanı, 64 adet çift taraflı taş/disk bulunmaktadır. Taşların iki yönü de farklı renktedir; bir yönü siyah, bir yönü beyaz. (bendeki sarı-kırmızı) Oyun alanının kenarlarında oyuncuların taşlarını koyabileceği kanallar bulunmaktadır.


Oyuna başlarken oyun alanının orta noktasına 2 siyah, 2 beyaz taş çaprazlama olarak yerleştirilir. Oyuna kura ile başlanır. Oyunculardan biri siyah, diğeri beyaz rengi seçer ve sırayla taşları oyun alanına dizmeye başlarlar. Burada amaç; sırası gelen oyuncunun rakibin taşlarını kendi taşlarının arasına alarak kendi taşına/rengine çevirmek. Dikkat edilmesi gereken şey; sadece yatay ve dikey değil, çapraz olarak da araya aldığımız taşları çevirebildiğimizdir. Bu yüzden çok dikkat gerektiren bir oyundur. Bir veya daha fazla taşı aynı anda çevirebiliriz. Yalnız, dokunduğumuz taşı oynamak zorundayız, geri alamayız. Mantık yürüterek oynarsak taşları boş yerlere koymayıp strateji geliştirebiliriz. Rakibin bir sonraki hamlelerini tahmin edersek kazançlı çıkarız. Oyunda kenar ve köşe noktaları büyük öneme sahip. Çünkü köşeleri rakibe kaptırdığınızda artık bu taşı kendi renginize çeviremeyeceğiniz için o alanın hakimiyeti rakibe geçer. Bütün taşlar oyun alanına dizildiğinde oyun biter, en çok taşa sahip olan hangi renk oyuncuysa oyunu o kazanır. (33 ve yukarı taşa sahip olan) 

Malûmunuz zekâ oyunları artık okullarda ders olarak öğretiliyor. Bunda amaç;  çocuklara hızlı ve mantıklı düşünerek, akıl yürüterek öğrenmeyi sağlamaktır. Zekâ oyunları kapsamında şehir, ülke geneli ve uluslararası alanda şampiyonluk turnuvaları düzenleniyor. Bu yarışmalarda dikkat dağıtmamak için sessizlik sağlanıyor. Kuralları oldukça basit, dünya genelinde ünü yaygın bir zekâ oyunudur Reversi. Sadece çocuklar değil, yetişkinler de iyi vakit geçirmek için oynuyor. Hattâ alışanlar kazanmak için hırs bile yapıyor :) Telefonunuza uygulama olarak indirip de oynayabilirsiniz. Daha anlamlı olması açısından buraya bir video bırakıyorum. 

Kazanımlar: Dikkat, odaklanma, ileriyi görme, hızlı düşünme, strateji geliştirme.


@müverriheninkaleminden

Kitap: Güvercin Sevdası


Yine birbirinden güzel hikâyelerin oluşturduğu kıymetli bir kitap daha bitirdim. İmdat Avşar Hocamız zaten yetenekli bir yazar. Yazar Dr. Pervin Nuraliyeva kitabı detaylarıyla incelemiş, değerlendirmelerde bulunmuş ve bir kitabın kimliği niteliğinde olan "önsöz"ün hakkını vermiş diyebilirim. 

İmdat Avşar hikâyeciliğine geçecek olursak; onun hikâyelerini okurken geçmişe gittim. Okul önlüklerinin siyah, yakaların beyaz olduğu yıllara.. "Rengârenk sırt çantalarının, kokulu silgilerin, beslenme çantalarının, sulukların, okula has renkli formaların, servis araçlarının, özel hocaların, kursların, test kitaplarının, İngilizce hevesinin muktedir olmadığı" zamanlara.. Oğlanların başı üç numara, kızların ucuna beyaz kurdele bağlı iki sıra örüğünün olduğu zamanlara.. Mustafa Kutlu böyle tasvir etmişti okul yıllarını. Şimdinin daha şık, daha varlıklı, daha donanımlı imkânları yoktu belki ama daha özgür oldukları kesindi. Tüketim çağı ya da bilgisayar çağı egemen olmamıştı onların saf yüreklerine.. Anne babamdan dinlediğim, benim de ucu ucuna yetiştiğim, doğallığını henüz yitirmemiş o döneme yolculuk ettim bir bakıma.. Zaten edebiyat da insan ruhunda yapılan yolculuk değil mi.. İmdat Hocamız da hislere tercüman olmuş.. Anadolu'nun uçsuz bucaksız bozkırlarının havasını bu hikâyelerde hissedebiliyorsunuz. Tasvirleriyle hissiyât kattığı hikâyeler, göz önünde yaşanıyormuş gibi akıp gidiyor. Sizin için belki önemsiz, küçük olayların usta bir kalemin elinden çıkınca nasıl muazzam bir anlatıma kavuştuğunu görürsünüz. Örneğin; Hocalı Soykırımını anlatan bir hikâyede, düşmanın adını bile anmadan, dehşete tanık olan, hırpalanan bir çalgı aleti (tar)nin insanca duygularını, inlemelerini öyle ustaca aktarmış ki yazar, gözyaşlarınıza hakim olamayabilirsiniz.

Kendinizi  kâh bir köyün sokaklarında yahut Anadolu kahvesinde samimiyetin içinde buluveriyorsunuz. Yazar bazen cansız bir eşyayı da konuşturabiliyor, bazen nâzende bir çiçeği de.. Hele bir mizah dolu hikâye var ki, roman yazmaya çalışan birisi hakkında, hem kitabı okuyorum hem kahkahalara boğuluyorum. En güzelini en sona saklamış hocamız.

Yazarın realist tutumu, hakikati gösterme çabası hikâyelerine yansımış. Samimi bir üslûpla yazılan 14 hikâyeden müteşekkil bu kitap derinlere nüfuz ediyor,  tavsiye ediyorum. Ruhsuz, gerçeklikten uzak kurgu eserler yerine böyle Türkçemizi diriltecek hakikâti anlatan eserler görmek dileğiyle.. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Adı: Güvercin Sevdası
Yazarı: İmdat Avşar
Türü: Hikâye
Sayfa: 207
Yayınevi: TEDEV Yayınları

...

- Bir kuş olmak istiyorum şimdi. Bu dev dağların koynunda boy vermiş, hayalimde gecelerce okuttuğum çocukları da peşime takıp delice kanat çırpmak, karanlığı yararak enginlere süzülmek ve bizi halas edecek biz düzlüğe konmak.. (Çalıkuşu misâli..)

- Bir ezgi ki Kıpçak çölünde bir yılkı sürüsü gibi dörtnala koşuşuyor içimde... Bir ezgi ki her notası deli bir tay oluyor, yüzlerce binlerce toynak, yere aynı ritimle basıyor, yerden aynı ritimle kalkıyor... (Kulağımda Türk ezgileri, kopuz, dombra.. uluyan kurtlar, koşuşan atlar ♡ )

- Susuyorum, içime gömüyorum tüm ağıtları.. ''Sesimiz vatan bizim! Sesimiz eksilmesin bu topraklardan ya Rab!'' ...Sonra birden, kendiliğinden titreyen tellerimde, Korkut Ata'nın kurt başlı kopuzunun sesi yankılanıyor... 
''Oku tar! Oku tar! Seni kim unudar!'' 

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Kitap: Yetik Ozan Bütün Şiirleri


Ne diyordu üstad Necip Fazıl; 

"Ağlayın aşinâsız, sessiz can verenlere
 Otel odalarında, otel odalarında..."

''Otel Odaları'' şiirini ne zaman okusam beni hüzne boğar. Sonra düşünmeden edemem; tenha otel odalarını, izbe sofalarında gelip geçen terlik tıpırtılarını, sırlara şahit duvarları, yazgıya teslim olan tavanları.. ve yitip giden hayatları.. Bu şiir tam da Yetik Ozan için yazılmış sanırım.

Manisa doğumlu Yetik Ozan'ın asıl adı Turgut Günay. Ancak o, şiirlerinde kullandığı bu takma adı ile bilinir. Türk Milliyetçisi, akademisyen, güçlü bir gelenek temsilcisi, bilim, kültür ve sanat adamı. Şiirleri kendine has ve nev'i şahsına münhâsırdır. Sanki mührünü basmış gibi taklit edilebilirlikten uzaktır. Şiirlerinde rahatça bulacağımız şeyler: Erzurum'da beş yıl kaldığından altı ay kar altında kalan, halk kültürünün, halk zevkinin bütün zenginliğiyle yaşadığı bir çevrede, halk şairleri ile kurulan dostluklar. On beş seneye varan saz çalması ustalık safhasındadır. ''Firkatî'' mahlâsıyla aşık tarzı şiirler söylemiş; özellikle Kuzeydoğu Anadolu âşıklık geleneği temsilcileriyle temasta bulunmuş, atışmalar yapmıştır.

Eser, Yetik Ozan'ın bütün şiirlerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Üç ana bölümden oluşuyor. İlk bölümde ''Atmaca Uçurumu'' adıyla yayınlanan kitabındaki şiirler yer alıyor. İkinci bölüm Töre, Hisar ve Türk Edebiyatı gibi dergilerde yayınlanan ve ''Ülkü Bağı'' adını verdiği kitabındaki şiirlerinden oluşur. Üçüncü bölüm ise ''Yücelmek'' başlığıyla, hiçbir yerde yayımlanmamış şiirlerine yer verilmiştir. 
Şiirlerinde çoğunlukla tutsak Türklerin meselelerinden bahsetmiştir. O, kendi toprakları üzerinde yaşayan, ezilen, öldürülen Türk'ün çilesine bir Türk olarak, bir insan olarak ilgisiz, duyarsız kalmamıştır. Kitabın eksikliğinden bahsedecek olursam; Firkâti mahlâsıyla söylediği şiirlerini de bu kitapta toplasalarmış iyi olurmuş. 

Günümüzde artık şiir ezberleyen var mı, sorarım size? Bunu boş bir uğraş olarak görmeyin. Yetik Ozan şiire olan ilgisini ilkokulda keşfedip, Karacaoğlan'ın, Köroğlu'nun, Dadaloğlu'nun şiirlerini ezbere biliyordu. Safahat'ın çözebildiği kısımlarını içselleştirmeye çalışıyordu. Şiirle böyle bağ kurulur, böyle duyumsanır, anlaşılır. Onun şiir hakkındaki ise düşünceleri şöyledir. ''Millî şiirimizin dili şüphesiz ki Türkçe, öz Türkçe olmalıdır. Gerek kelime hazinesi, gerekse fonetik ahengi ile Türkçe, kendiliğinden bir şiir dilidir. Türkçeyi kaba ve yoksul bir dil sayan anlayış, aşağılık duygusuyla kendi değerlerine karşı çıkan ruh hastasının anlayışıdır. Türkçeyi sevmek, Türkçeci olmak her Türk'ün başta gelen vazifelerindendir.'' 

Ah şu içimizdeki yabancı dil hayranları.. Kendi özünü, kültürünü, dilini aşağı gören başka bir millet yoktur herhalde. Mesleği öğretmense profilinde ''teacher'', tarihçiyse ''history'' kullananları çok gördüm. Bu kişiler daha mesleğinin bilincine varamamışlar. Yetiştirdikleri öğrencilerde dil hassasiyeti olur mu? 'Dilimiz kimliğimiz' el insaf yahu. Sosyal medyada kitap tanıtımı yapan arkadaşlar ''book'' yerine neden ''kitap'' yazmazlar. Çıkıp da biri şimdi ''e kitap, Arapça kökenli'' der. ''Türkçeleşmiş Türkçedir.'' der Ziya Gökalp. Yani Osmanlı Türkçesi dolayısıyla Arapça-Farsça kökenli kelimeler dilimizde kalıplaşmış artık. Biz bu kelimeleri yüzyıllardır kullanıyoruz, bağ kurmuşuz, 
bizim olmuş. Dilimiz konusunda ülkemizde eleştirilecek ve düzeltilmesi gereken o kadar çok şey var ki.. Bunların üzerinde durulmuyor.. Yeri gelmişken, Sivas Belediyesi iş yerleri için Türkçe tabelada vergi indirimi uygulaması başlatmış, gerçi vatanını sevenlerin bunu çıkarsız yapmaları gerektiğini düşünüyorum ama yine de alkışlıyorum düşünenleri. Her ilin bunu düşünmesi gerek. Ülkemizin yabancı tabelalar yüzünden kimliği bozulmuş durumda fark ederseniz. 

Kitaba dönecek olursak, Yetik Ozan'ı yakından tanıyan kişilerden İskender Öksüz de onu “Çok yoğun duyan, yoğun yaşayan, hayata müdahale etmek isteyen bir insandı.” diye tanımlar. Yetik Ozan’ın, son derece hassas, duygusal bir mizaca sahip olduğunu anlıyoruz. Bu özelliği dolayısıyla içinde bulunduğu sosyal ve siyasi şartlar, sürmekte olan anarşi ortamı onun ruhunda olumsuz etkiler yapmış. O yılllar, ülkemiz gibi Yetik Ozanımızın da buhranlı, bunalımlı yılları olmuş.. 37 yıl yaşamış, sonra göğe adam asılacağını kanıtlayıp, bir otel odasında canına kıymış adam, Turgut Günay. Edebiyat tarihçisi için not düşelim, Alparslan Türkeş'in damadıydı, Umay Hanım'ın eşiydi. 

''Var olmak bu ise bıktım;
Yok olur sana gelirim.''

           ''Kurt, kabrini
            Kendi pençesiyle kazar.''

''Kurulmuş öç doruğu
Can verip, şan alacağım.''

            ''Göğe adam asılır mı?''

Gökçe gülleri al eyleyip, 
Bakır bulutları şal eyleyip'' uçtu gitti. Boğazımızda daha kaç düğüm.. Ruhu şâd, mekânı Cennet-ü Âlâ olsun. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi: 

Adı: Atmaca Uçurumu-Ülkü Bağı-Yücelmek (Bütün Şiirleri)
Yazarı: Yetik Ozan
Türü: Şiir
Sayfa: 168
Yayınevi: Ötüken Yayınevi
...
''Bozkurt yeleli al tay,
Gemi azıya al tay,
Önce su iç Aras'tan,
Sonra hedefin Altay.
Men gene,
Ah eylerem men gene,
Kıstırır yüreğimi,
Tutsaklık bir mengene.''
(Mengene; marangozlukla az çok uğraşanlar bilir. Ahşap bir parçayı ya da kalıbı sıkıştırmaya, sabitleştirmeye yarayan kıstıraçtır. Tutsaklık daha iyi anlatılamazdı doğrusu.)

''Yarından umut yok, ne buldun ki dününden
Bir şeyler bekliyorsun başlayan her gününden.''
(Hâlet-i ruhiyemiz..)

''Gerçi gönlüm yedi kuşak Ege'li;
Ağrı doruğunda gözüm bu sıra. ''

''Yüce surları ören taş değil, düşüncedir,
Kişiye uzluk veren yaş değil, düşüncedir,
Suç onun eseridir, yasa onun eseri;
Darağacına giden baş değil, düşüncedir.''

''Burda düşler tatlı, gerçekler acı;
Acep nice sizin orası, kardaş!

Eli doyururken soframla sinim
Yanar boğazımın şurası , kardaş!

Sizin iller ile şu bizim ilin
Bir iki türkülük arası, kardaş!''
(Elbet gelir hesabın sırası kardaş)

Şiirlerini besteleyen gönüller vâr olsun, mest oldum.. Buyurun:

Kitap: Divânü Lügat-it-Türk'e Göre Türk Ahlâkı


Divân-ı Lügat'it-Türk, gerek Türk tarihi ve edebiyatı açısından gerekse Türk kültürü açısından önemli bir hazine niteliği taşır. Türkçemizin ilk sözlüğü, dilbilgisi kitabı, ansiklopedi ve şiir antolojisi özellikleri taşır. 

Divân-ı Lügat’it-Türk, ‘’Türk Dilleri Sözlüğü’’ anlamına gelmekte olup 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından kaleme alınmıştır. Kaşgarlı Mahmud da 11. yüzyılda yaşamış büyük bir Türk bilgini ve Türk dilcisidir. 

Eser malûmunuz, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar köklü ve sistemli bir dil olduğunu göstermek için yazılmıştır. Bunun nedeni kendi döneminde Türkler arasında Arapçanın ağırlık kazanmasından ve birçok eserin genellikle Arapça yazıldığından olsa gerek. Kaşgarlı Mahmud’un Türkçeye bu denli sahip çıkması onun bir Türk milliyetçisi olduğunu, kültürüne sahip çıktığını gösterir. Biz onun yazdığı bu eser sayesinde bugün 11. yüzyıl Türk dünyasını, kültürünü ve coğrafyasını anlayabiliyoruz. Biraz açacak olursak Türk aile yapısı, sosyal ve ahlâkî yapısı gibi kültürümüz için önemli birçok husustan bahsetmiştir. Bunun yanı sıra dönemin Karahanlı Türkçesi, Türk boyları arasındaki dil yapısı, atasözleri ve şiirlerini bir araya getirmesiyle Türkologlar için bir başyapıttır. TDK arşivinde Kaşgarlı’nın soyu hakkında net bilgiler sunulmuş, buna göre Kaşgarlı Mahmud, eserinde soylu bir Türk ailesinden geldiğini belirtmiştir. Onun soyunun ilk Müslüman Türk hükümdarı Satuk Buğra Han’a çıkmakta olduğu bilinmektedir. Kaşgarlı Mahmud eserine, ‘’Bana sonsuz bir ün, bitmez tükenmez bir azık’’ olsun diye şu kitabımı –Tanrı’ya sığınarak- Divân-ı Lügat’it-Türkî ‘’Türk Dilleri Kâmûsu’’ adını vererek yazdım.’’ diyerek başlamıştır. 

Divân-ı Lügat’it-Türk’ün gün yüzüne çıkması ise şu şekilde gerçekleşmiştir: 
1915 yılında İstanbul’da Sahaflar Çarşısı’nda bir dükkâna elinde eski ve yıpranmış kitapla yaşlı bir kadın gelir. İhtiyacı olduğu için bu eski zamanlardan kalma kitabı 30 altına satar. Sahafçı Burhan Efendi kitabı evvelâ Maârif Nezâreti’ne götürmüş, orada kitaba kıymet vermemişler. Dönemin aydınlarından Ali Emirî Efendi, Sahaflar Çarşısı’nı gezerken bu kitabın satılık olduğunu görür. Tabi kimse kitabın değerinin farkında değil. Ali Emirî Efendi kısa sürede bu 30 altını tamamlayıp kitabı satın almıştır. Kitabı aldığına çok sevinen Ali Emirî Efendi edebiyatçı arkadaşlarına kitabın değerinden bahseder ama kimseye de göstermez, üzerine titrermiş. Çünkü kitabın yaprakları hayli dağınık ve yıpranmış hâldeymiş. Kitaba bir şey olur korkusu ile kimsenin basım teklifine yanaşmazmış. Bir kitabı gerçek bir hazine olarak görüp korumak bu olsa gerek.. Ne mutlu kitaplara böyle değer verenlere, kitapların kudretine inanıp üzerine titreyenlere.. Daha sonra Sadrazamın işe karışması ile kitabın yaprakları bir araya getirilmiş, basılmış. Böylece Ali Emirî Efendi bu eşsiz hazineyi Türk bilim dünyasına kazandırmış. Çok da iyi yapmış.

Elimdeki bu kitap ''Türk Ahlâkı'' genel başlığı altında kadîm Türklerin ahlâkî değerleri, aile yapısı, toplum yapısı, siyasî ahlâk gibi konuları ele almıştır. Bunların başında gelen vatanî ahlâktan söz etmek gerekirse, Türk vatanperverliğine ilk örnek; Hun hükümdarı Mete Han’ın düşmanı olan Tunghular’la yaşadığı olaydır. Tunghu’lar Mete Han’dan meşhur atını istemiş, Mete Han vermiş; sonra Mete Han’dan hatununu istemişler, Mete Han yine vermiş; ancak bu sefer Mete Han’dan toprak istediklerinde ülkesinin toprağını düşmana vermemiş, bunu savaş sebebi sayarak şu meşhur sözü söylemiştir: 

‘’İsterse üzerinde tek bir ot bitmesin. Ne kadar değersiz olursa olsun, toprak bir devletin temelidir ve hiç kimseye verilemez.’’ 

Mete Han’ın şahsına ait her şeyi düşmana verirken, vatana ait toprak parçasını düşman eline vermemesi toprağın devlet nazarında kıymetini, millete ait olduğunu ve Mete Han’ın vatan sevgisini anlatır. Türk milletinin erdemlerini bir yabancıdan duymak gerekirse, Arap bilgini El-Cahız, Türklerin faziletlerini şöyle sıralamıştır:

‘’Türk; vatanını sever, harp sanatında usta, şerefli, faziletli, dindar, yabancıya saygılıdır, misafir ağırlamayı sever. Devlet kurucudur, savaş dışında bile hile hud’a bilmez, sözüne sadık, vefalı, insaflı, anlayışlı, vakur, edepli, cesaretli, savaştan kaçmaz, adam kandırmaz, harpte kalbi titrer. Kahramandır, binicilikte ustadır. Cömerttir, kuvvetlidir, anlayışlıdır. Bilgilidir, ihtiyatlıdır, yaldızlı sözler söylemez. Yapmacık bilmez, yermez ve riyâ bilmez. Büyüklenmez, arkadaşını aldatmaz, övülmeyi beklemez, Alçakgönüllü, misafirperver, ikram eder, iltifat eder. Hazıra konmayı sevmez, çalışkandır, korkusuzdur. Kovuculuk, insanlara saygısızlık, yalancılık ve ciddiyetsizlikten hoşlanmaz. Hırsızlık, gasp, zinâ, zinâ isnâdı ve cinayetten nefret eder. Doğa sevgisi ile doludur. Bilgili, uyanık, kültürlü, azimli, sabırlı ve sırdaştır. Gerçeğe düşkündür. Hareketsizlikten hoşlanmaz.’’

Görüldüğü gibi Türk milletinin ahlâkî faziletleri bu ve bunun gibi diğer milletlerin yazarları tarafından övgüyle bahsedilmekte. Bu özellikleri günümüzle kıyaslayacak olursak, Türk toplumunun ahlâkındaki bozulmaları görürüz. Bu bozulmaların çözümü yine kendi özünde saklıdır. Bilge Kağan'ın yazıtında söylediği gibi; ‘’Ey Türk budunu, titre ve kendine dön!’’ Bugün Türk Milleti ancak kendi özüne, değerlerine, Türk-İslâm kültürüne sarılırsa ahlâkın da düzeleceğine inanıyorum. Ziya Gökalp diyor ki; Türk tarihi, baştanbaşa ahlâki faziletlerin sergisidir. Türk ahlakı en eski zamanlardan beri ferdiyete yani; bireyliğe değil, toplum ve devletin menfaatine önem vermiştir. 

Türklerde ahlâkın oluştuğu ilk yere, yani aileye baktığımızda, yazar ailedeki işleyişin sosyal düzene ve devlet düzenine yansıdığını ifade ediyor. Gerçekten de Türklerde aile (oguş) kavramının önemini, Divân-ı Lügat’it Türk’teki akrabalık terimlerinin çok fazla olmasına dayandırabiliriz.. Eşlerin birbirine sadakatli olması, boşanmaların yok denecek kadar az görülmesi, çocukların aile fertlerine karşı hürmet göstermesi, Türk kadınının ve çocukların ailedeki konumu aile ahlâkına örnektir. Türklerde genellikle tek eşli evlilikler vardır. Devletin en küçük parçasını temsil eden ailedeki bağlılık, düzen, birlik, dayanışma Türkleri, çağdaşı olan milletlerden ayıran en belirgin özelliktir. Aile yapısındaki sistem, devlet anlayışı içerisinde de geçerli olmuştur.

Gelelim Divân-ı Lügat'it-Türk'te geçen atalar sözüne.. Atasözlerimiz, atalarımızdan bize kalan kültürel mirastır. Bazılarını aktarayım:

‘’Yüze bakma, fazilet ara.’’ (evlenilecek kişide edep, ahlak niteliği)
‘’Et, tırnaktan ayrılmaz.’’ (aile arasındaki sıkı bağ)
‘’Ağılda oğlak doğar, derede suyu biter.’’ (rızk)
‘’Belli şeytan, bilinmeyen insandan iyidir.’’ (Gizli düşman)
‘’Ülke bırakılsa bile, töre bırakılmaz.’’ (Türk töresi)
‘’El tutunca, ateş tut.’’ (Kefil olma)
‘’Erdemin başı dildir.’’ (Üslûp)

‘’Ben hakan olunca, gündüz oturmadım, gece uyumadım. Türk Milleti açtı, doyurdum; çıplaktı giydirdim, fakirdi, zengin ettim.’’ sözüyle eski Türklerde sosyal devlet anlayışının ne derece önemli olduğunu görüyoruz. Şimdilerde böyle bir kavramın varlığını açıkçası hissedemiyorum. 

Son olarak, yazarın bitirme tezi olarak hazırlamış olduğu bu güzel eserini kitabın başında şehitlerimize ithâf etmesi büyük bir incelik olmuş. Türk milletine bu hazineyi bırakan Kaşgarlı Mahmud’u saygı ve minnetle anıyorum. 

Ben okurken çokça altını çizdim, notlar aldım, hattâ bu yüzden okumam biraz uzun sürdü. Tarih meraklısı okurlara tavsiye ederim. Kitapla beni buluşturan Kitap Şuuru ailesine teşekkürler.. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Adı: Divânü Lügatit Türk'e Türk Ahlâkı
Yazarı: Oğuzhan Başaran
Türü: Tarih, araştırma-inceleme
Sayfa: 160
Yayınevi: Alka Yayınevi

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''