Şiir: Bütün Türk Gençliğine


Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.

Istırab çek inleme... ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da bir acizdir gözyaşın;
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın,
Tek başına dileğe doğru at salmalısın.

Ezilmekten çekinme... Gerilemekten sakın!
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın,
Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.

Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!
Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?
Mefkûresinden başka her varlığı unutan,
Kahramanlar gibi sen ebedî kalmalısın.

II.

Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,
Ne de sıska bir göğse takılan bir çiçeksin;
senin de bu dünyada nasibin var savaşmak!...
Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.

Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla,
Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova, yayla...
Hayata ne biçimde geldinse bir borayla
Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.

KIZIL ELMA uğruna kılıç çekince kından,
Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından.
Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından.
Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.

Yüz paralık kurşunla gider 'HAYAT' dediğin;
'Tanrı yolu' uzaktır; erken kalk sıkı giyin.
Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin
Güzel Kızıl Elma'na varmadan öleceksin.

III.

Belki bir gün çöllerde kaybedersin eşini,
Belki bir gün ağlarsın kaçtı diye karına.
Işıksız kulübende boranın esişini
Dinleyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına.

Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca;
Namert bir el arkandan seni vurur kadınca;
Bir gün sabrın tükenir... Silahını kapınca
haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına...

Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar,
Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?
Vicdanını 'Paris'e, 'Moskova'ya satanlar,
Küfür diye bakarlar senin dualarına.

Hey arkadaş!... Bu yolda ben de coşkun bir selim,
Beraberiz seninle, işte elinde elim,
Seninle bu hayatın gel beraber gülelim,
Ölümüne, gamına, tipisine, karına...

IV.

Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,
Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.
Savaş... Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın,
Ne sevgili yanında, ne baba ocağında...

Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
'Çanakkale'ufkunda, 'Sakarya' toprağında.

Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra...
Doğru sözü 'Kül Tegin' kitabesinde ara...
Lenin'den bahsederse karşında bir maskara,
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.

Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar! 
Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...
Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?
Ruhlarımız buluşur elbet 'Tanrıdağı'nda...

V.

Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin,
Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da,
Varsın bütün ömrümce bir an nasip olmasın,
Yorgunluğu gidermek serin bir su başında.

Bir gülüşten ne çıkar, ne çıkar ağlamaktan?
Kullar kancıklık eder, bela bulursun Hak'tan.
Gün olur ki bir yudum su ararsın bataktan,
Gün olur ki bir tutam tuz bulunmaz aşında.

Istırabı kanına kat da göz kırpmadan iç!
Varsın gülsün ardından, ne çıkar bir iki piç...
Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç,
Bir şeyin olmayacak hatta mezar taşında...


''Savaşçı'', Berk Oktay'ın sesinden..

Her dizesinde bir anlam.. Vâr olsun Atsız Atam.

Kitap: Buz Adam


Herkese merhabalar.. 
Güzel bir günde arkadaşınızla bir doğa yürüyüşüne çıktığınızı, şehrin kalabalık gürültüsünden kendinizi sessizlik ve huzur içinde dağa tırmanırken bulduğunuzu hayal edin. Derken bu tırmanışlar yoruyor ve arada mola verip bir şeyler yiyor, dinleniyorsunuz. Yerde birkaç kırık ok, mızrak ucu gözünüze takılıyor. Öyle ki merak ruhunuzu kamçılıyor, etrafa göz gezdirirken o da ne? Bir fosil, bir insan fosili... İrkilme, şaşkınlık ve korku karışımı bir heyecan... Örenyeri ve müzeleri gezerken etrafıma hep ibretle bakarım. Kim bilir, benim geçtiğim şu yollardan daha önce kimler gelip geçmişti.. Mekânın ruhunu hissetmek.. Üzerinde yaşadığımız şehirde bizden yüzlerce binlerce yıl önce insanlar nasıl yaşıyordu, ne ile vakit geçiriyordu, düşünceleri neydi? Size de gizemli ve büyülü gelmiyor mu? Tarih boyunca geçmiş, insanlar için hep merak konusu olmuştur. Çünkü insan, dünyadaki varlığını sorgular. Geçmişi öğrenirse geleceğe bilinçle bakar, adımlarını ona göre atar. Tarih, insanlığın hafızasıdır bir bakıma, hafıza olmadan insan yaşayabilir mi?
...
Kitap, iki kardeş Yusuf ve Ömer'in dağ tırmanışı sırasında buldukları insan fosili ve bu fosilin yetkililerce nasıl titizlikle incelendiğini anlatıyor. Bu fosil adam bu dağa nasıl gelmişti, kimden kaçıyordu, anayurdu neresiydi? Dağda sığınaksız, soğukla, vahşi hayvanlarla nasıl mücadele etmişti? Oyuğun içinde birileri tarafından kurtarılmayı bekliyor gibiydi.. Nasıl ve ne zaman ölmüştü? Daha önce buradan geçen ne çobanlar, gezgin tüccarlar, kabile şamanları, madenciler geçmişlerdi de çukurdaki bu adamı fark etmemişlerdi.. Yoksa kötü ruhlardan korunmak için boynuna taktığı küçük heykelcik, yanına yaklaşan iyi ruhları da mı uzaklaştırmıştı?

Fosilin bulunduğu yerden çıkarılışı, araştırma merkezine götürülüşü, biyolog-arkeolog ve diğer bilim dallarının ortak çalışması sonucu elde edilen verilerin geçmişe nasıl ışık tuttuğuna, tabir yerindeyse fosilin (üzerindeki kanıtların ışığında) konuştuğuna tanık olacaksınız. Kitabı okurken aklıma hemen ünlü Buz Adam Ötzi geliverdi. Kitabı da zihnimde ona göre canlandırdım. Bilenler vardır belki, 1991'de Ötzal Alplerinde donmuş bir şekilde bulunan Ötzi, buradaki gibi dağ yürüyüşüne çıkan iki Alman turist tarafından bulunmuştu. Bir dere yatağında siyah bir leke gözlerine takılınca bunun ceset olduğunu fark edip polise haber vermişler, yapılan çalışmalar sonucunda Ötzi'nin beş bin küsur yıllık bir mumya olduğu öğrenilmişti.. Ancak bu mumya Mısır mumyaları gibi içi boşaltılmamış, hiçbir müdahalede bulunulmadan kendiliğinden mumyalaşmış haldeydi. Ötzi'nin vücudundaki dövmeler, bağırsaklarındaki ve dişlerindeki besin artıkları, omzundan aldığı ok darbesi onun hakkında bilgi sahibi olmak için bilim insanlarınca yeterliydi. Görünen o ki Gülnar Kandeyer, Buz Adam Ötzi'nin hayatını öyküleştirmiş.. Çok da başarılı olmuş..

Gülnar Kandeyer, çocuk edebiyatı sahamızda henüz keşfedilmemiş yazarlarımızdandır. Çocuk edebiyatına bir hayli katkı sağlamış yazarımızın, toplam 159 kitabı mevcuttur. Yazarın üslûbu akıcı ve didaktik. Kültür ögelerinden uzaklaşmadan modern yaşama dair örnekler vermiş. Kullandığı sözcükler, anlatım tarzı, düşünceyi geliştirme yolları, hayal gücüne bol miktarda yer vermesi Kandeyer'in eserlerinde rastlayabileceğiniz özelliklerdir. Çocuklarına faydalı kitaplar okutmak isteyenler için tavsiyedir. Çocuk deyip geçmeyin, onlar bizim yarınlarımız. O yüzden aile içinde kitap okuma saati yapılması bilinçli birey yetiştirmek adına çok faydalı olacaktır. Hep kendiniz için okumayın, yarınlara bırakacak eserinize de vakit ayırın. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Buz Adam
Yazarı: Gülnar Kandeyer
Türü: Öykü
Sayfa: 128
Yayınevi: Berkay Yayıncılık

@müverriheninkaleminden

Alıntılar: 
''Zaman, insana karşı ne kadar acımasızdı. Bir zamanlar bu yattığı toprakların üzerinden acemice geçtiğini anımsadı.''

''İnsanın içinde umut olmazsa, yaşamak cehenneme dönerdi hemencecik. ''

''Dağcıların rakibi doğadır, kardeşim.''

''Doğa her zaman şampiyondur. Kimseyi rakip olarak görmez o. Herhangi bir spor dalında mağlup olmak unutulabilir ama dağcılıkta yenilgi sonun demektir. Yine kazanan doğadır.''

''Yemyeşil orman, sonbahar...doğa şiir gibi.''

''Her bilim dalı birbiriyle bağlantılıdır. Birlikte çalıştıklarında daha kesin ve ortak sonuçlara varılır. Gerçekler bu bilim dallarının çeşitlenmesiyle gün ışığına çıkar ve insanlık adına kullanılır. ''

Kitap: Rüzgârlı Sokak

 
    
Kanayan Yaramız Ensest'e Karşı Farkındalık

Ensest, aileyi oluşturan bireyler tarafından çocuğa ve gence yönelik yapılan her türlü cinsel eylemdir. Cinsel eylemden kast edilen; gizli tutulmaya çalışılan bütün cinsel içerikli temaslardır. Ensest ilişki bir anda ortaya çıkan eylem değildir. Bunun bir süreci vardır ve zamanla olgunlaşmaktadır. 

    Ensest kavramı, yalnız bizim toplumumuzda değil dünyada da kanayan bir yara haline gelmiştir. Aile içi cinsel istismar, çoğunlukla gizli kalan ve kronikleşen bir eylem olarak karşımıza çıkar. Cinsel istismarın aile içinde yaşanması, toplum tarafından kabul edilmezliği ve ailenin parçalanması gibi etkenler, ensestin açığa çıkmasını zorlaştırmakta ve bu nedenle yıllarca gizli kalarak sürmeye devam edebilmektedir. Güç, cinsiyet ve yaş hiyerarşisinden beslenerek zeminini sağlamlaştıran ensest ilişkilerde her yaştan kız ve erkek çocuk taciz ve tecavüze maruz kalabilmektedir. Daha önce de yapılan araştırmaları göz önünde bulunduracak olursak, ensest ilişkide, mağdurun kız çocuk olduğu olaylar daha fazladır.

    TÜİK verilerine göre; ensest saldırı suçlarında, son beş yılda %30 artışın meydana geldiği görülmektedir. Ensest saldırısına uğrayanların %50'si 18 yaşın altındadır. Bunların %90'ı kız, %10'u ise erkektir. Dikkat çeken bir diğer istatistiğe göre; 5-10 yaş arası çocukların yarısı, 10-16 yaş arası çocuklarınsa %40'ı ensest mağdurudur. Bu tip vak'aların genellikle gizli kalmasının, olayın mağdur çocuk tarafından açıkça ifade edilememesinin önemli nedenleri; çocuğun kendisini suçlaması, bu durumun sadece kendisinin başına geldiğini sanması ve bu sorun karşısında kendisini yalnız ve çaresiz hissetmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca saldırgan tarafından mağdurların, genellikle anne ve küçük kız kardeşlerine zarar vermekle tehdide kalkışmaları da gizliliğin sağlanmasında önemli bir etkendir.

    Ensest mağduru kız ve erkek çocuklar, normalden farklı belirtiler gösterebilmektedir. Kız çocukları genellikle içine kapanır ve kendisini suçlu hissetmeye başladığı için kendisine acımasız davranışlar sergilemeye başlar. Erkek çocuklar ise güç kazanmak ister. Uğradığı bu olayın güçsüzlüğünden kaynaklandığını düşünerek, kesici ve dürtücü aletlere ilgi duymaya başlar. Böylece durumlarda öncelikli olan, çocuğun sağlığıdır. Mağdur çocuğun beden ve ruh sağlığı için uzun bir tedavi süreci başlatılması ve profesyonel yardım almaları zorunlu hale gelir. Dolayısıyla ailelerin de yeterli düzeyde bilinçli olmaları gerekmektedir.

    Çocuklar uğradıkları bu istismardan kurtulmak için erken yaşta evlenerek bilhassa evden uzaklaşmaya çalışmaktadırlar. Eğer bu konuda bir farkındalık oluşursa, istenmeyen zorunlu evliliklerin önüne geçmek daha da kolaylaşacaktır. Eğer bu konuda bir farkındalık oluşturulabilirse, bu farkındalık mağdurlarda da oluşacak ve olası tehlikelerin önüne geçilmesi, önceden gerekli tedbirlerin alınmaya çalışılması veya sonrasında gereken cezai yaptırımların uygulanabilmesinin kolaylaşması sağlanacaktır.

    Füsun Menşure, kaleme aldığı bir kitabıyla bu konulara dikkati çekerek farkındalık oluşturma gayretlerine girişmiştir. Bu kitap, kimsenin değinmek istemediği, kapalı kapılar ardında kız çocukların, kadınların ve hattâ bunu bilip susmak zorunda kalan anaların sessiz çığlığını dünyaya duyurmak için and içmiş bir insanın eseridir. Esasen bu kitap, ensest suçuna bir başkaldırı ve bu kitap sayesinde farkındalık oluşturmak ve başka çocukların zarar görmesini önlemek içindir.

    Bir kadına el kaldırmak veya bir kadını hayattan koparmak, ona yapılabilecek en büyük hakaret, en büyük haysiyetsizliktir. Kadınlarımız ölmesin! Onlara acı çektirilmesin. Kadınlarımız o hapsoldukları odanın kirli-kara duvarlarına bakıp da hayatlarını sürdürmesin! Kadınlarımızın bu  demden gözünden yaşlar akmasın, akıtılmasın! Kadınlarımızın bedenleri üzerinde alışverişler-ticaretler yapılmasın! Kadınlarımız onuruna yakışmayacak hiçbir muameleye mâruz kalmasın! Kadınlarımız sevmediği kişiyle değil, severek bir ömür boyu mutlu olacağı kişilerle evlensin ve evlendirilsin! Kadınlarımız zorla evlendirilen kişiyle zorla hamile kalıp, temiz bir çocuğun gözlerini pis bir yerde açtırmasın!

    Kadına şiddet uygulamak çok alçakça bir eylemdir. Eskiden de kadına şiddet vardı, günümüzde de ne kadar reklamlar, ne kadar konferanslar ve konuşmalar yapılırsa yapılsın bu şiddet hâlâ vâr olmaya devam etmektedir ve ediyor da...Peki, neden buna dur denilmiyor? Neden kimse kimseden haberdâr olmuyor? Oysa hiç kimse insanlığa karşı işlediği suçların affedileceğini düşünmüyor... Kadınlara asla farklı gözle bakılmamalı ve onları küçük görmemeliyiz. Kadınlar bizim baş tâcımızdır. Onlara şiddet uygulamak erkeklik değil, korkaklık ve acizliktir.

    Kadınlarımız erkeklerden çok, kadınlara güvenir. Çünkü kadınlarımızın hâlini anlayabilecek varlıklar yine bir başka kadınlarımızdır. Rüzgârlı Sokak, Füsun Menşure'nin umut üzerine yazdığı kitaplarından bir tanesidir. Ve okuyuculara böylece bilhassa umudun ne olduğunu öğrettiğini düşünerek sözlerime başlamak istiyorum.
 
    Umutsuzluğa kapıldığımızda yerini karamsarlık alır. Hiçbir şeyin olmayacağını düşünürüz. Hayat çok daha soğuk gelir. İnsanlara karşı olan güvenimiz sarsılır. Lâkin umut; insanı her zaman aydınlığa ulaştırır. İnsanlara bahşedilen en güzel duygudur umut kelimesi...

    İşte, Füsun Menşure, bize bu kitabıyla umudun gücünden ve nasıl vâr olunacağından bahsediyor. Yıllar boyunca teyzesi Bahar, meğer çok küçükken bütün zorluklara kanat gerip, parayla alınmış ve parayla oradan oraya satılmış, sefaletin içinde yaşamış bir annenin doğum yaptığı ilk çocuğu Necmi'nin, okutulması ve güzel mertebelere ulaşması için bütün kanatlarını onların üzerine açıp yardım ettiği kişiymiş. Her şeyi, hastane yatağında yatan Bahar teyzesini, bu zamana kadar onunla beraber büyüdüğü, onu annesi yerine koyduğu ve bazen de ona anne dediği kişiyi, görevinden izne geldikten sonra, ziyaret etmeye gittiğinde kendisine verilen defterden öğreniyor. 

    Kitabın içinde kitap, hayatın içinde hayat... Füsun Menşure bu kitapta bütün zorluklara karşı göğüs germiş, para ile bir mal gibi oradan oraya satılmış Zelâl ile oğlu Necmi'nin kara hayatını kaleme alıyor. İşte o çocuk, Necmi, defteri teslim aldığı ve okuduğu zaman asıl kişinin kendisi olduğunu öğrenen Umut... O Necmi büyüdü ve hayata koca bir ''umut'' oldu.

Kitabın bazı yerlerinde arabaya, dolmuşa ve taksilere binildiğinde çalına nostaljik türkülerden de bahsedilmiş; hattâ birkaç nakarat da yazılmış. Nostalji seven birisi olarak bu beni çok mutlu etti. Arabada çalan müziklerden bir kesit de Selda Bağcan'dan geliyor:

''Gün biter, gülüşün kalır bende
Anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
Yarım kalan bir şiir belki de...'' 

diyor o güçlü ve duru sesiyle. İnsan en çok ne düşünür bu sözlerle. Bazen düşünürken kendini o sözlerin içinde bulur ve benliğinden bir an olsun uzaklaşmış olur...

''Kayıp bir bavul gibiyim 
Ya da sonbaharda boş bir yüzme havuzu
Çok mu ayıp mutluluk istemek?..
Paramparçaaaaaa...'' 

diye nakaratta bağırıyor baba; puslu, gamlı sesiyle; bir bilinmezden umut eder gibi aradığını... diyor yazar. Dönüş esnasında başka bir takside ise bozkırın tezenesi Neşet Ertaş'ın sesleri yankılanıyor kulaklarda...

''Datlı dillim, güler yüzlüm
Ey ceylan gözlüm
Göğnüm hep seni arıyor
Neredesin sen?...''

Ne kadar çok sevmiş meğer birisini. Her kelimesinden bir yağmur damlası gibi yaş akıyor.. Bu saygıdeğer insanlarımızı minnetle ve rahmetle anıyorum. En sonunda hayatın o küçük Necmi'si olan Umut'a yeni bir umut geliyor sevdiği ve evleneceği kızla.. Adı Nehir; tıpkı yüzünden akan berrak saflığı gibi.. Nehir'le yeni bir yaşam ve yeni bir sayfa açılan yeni adımdı umuda... Kitap, okunmaya değer olduğu gibi beni böyle güzel inceleme yapmaya teşvik etti. Bu cümleleri yazarken bazı sözcükler boğazımda düğümlendi... 'Hayat çok zor, hayatta olup da yaşananların görmezden gelindiğini görmek daha zormuş', onu anladım. Böyle güzel bir kitabı kaleme alan Füsun Menşure hocama teşekkürlerimi sunuyorum ve ilerleyen zamanlarda Füsun hocam gibi bir yazar olmayı diliyorum. Beni bu güzel ve gizemli kitap ile buluşturan Oğuzhan Saygılı hocama teşekkür ediyorum.

İnceleme: Zeynep Altunok

Bu güzel incelemesinden dolayı ben de sevgili Zeynep kardeşime teşekkür ediyor, hayallerine kavuşmasını ve başarılarının devamını diliyorum..

Kitapla ve sevgiyle kalın. Esenlikler dilerim..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Rüzgârlı Sokak
Yazarı: Füsun Menşure
Sayfa: 143
Türü: Edebiyat-Roman
Yayınevi: Post Yayınevi
...

* Karanlık, ışığın yokluğudur.
Kötülük, iyiliğin yokluğu...

* Teyzem her zaman ''Ne olursan ol, mutlu bir insan ol'' derdi bana.

* Bir sıcaklık hayal ediyorsun sonra. Bir ruh ikizi.
Sen anlatmadan anlayacak, gözlerinin içine bakarak dinleyecek, sarılınca bütün yaralarını iyileştirecek biri..

* Eğer günün birinde çok mutsuz olursan unutma,
Biz sadece bir yıldızdan dünyaya dökülmüş toz zerrecikleriyiz.

* Görinen yılduz yir yir delinmişdür felek.
Gün yüzünün hasretiyle tîr-i âhımdan benüm. (Necâti)

* Asık yüzlü bir belirsizlikte,
Geniş mezhepli kentlerin hayali..

* Bu evrende mutsuzluk veren ne varsa hepsini birden yok edemeyeceğimi biliyorum ama umudumu diri tutmaktan vazgeçmiyorum.

* Cahillikten daha büyük bir sorunu var mı bu ülkenin.

* Hayat, eksik cümlelerimizi anlamasını beklediğimiz insanların dallarında yeşeren bir umutmuş gibi..

* Yaşadığın dünyaya bir çocuğun gözleriyle, hilesiz ve sevgiyle bak. Ancak o zaman körelmiş yetişkin gözlerin göremediği eşsiz ayrıntıları fark edeceksin.

Yazıya buradan da ulaşabilirsiniz: https://www.kitapsuuru.com/ruzgarli-sokak/

Kitap: Manas Destanı


Öncelikle uzun bir destan ve her ne kadar Türkiye Türkçesi'ne çevrildiyse de destanı okumakta zorlandım. Metinde sık geçen Kırgız Türkçesi kelimeleri, yazar dipnotta açıklama olarak vermiş; ancak aynı anda dipnota bakıp hem metni anlamaya çalışmak yorucu olabiliyor. Destanı tam anlayabilmek için konunun uzmanı olmak gerekiyor sanırım. Çünkü destanda geçen bir sürü kişi ve yer adları, hareketli olaylar (bahadırların dövüşleri, savaşlar, şahısların yiğitlik hikâyeleri) göze çarpıyor. Bunlar arasındaki bağlantıyı iyi kurmak gerekiyor. Uzun soluklu olduğu için bitirmek zor oldu. Bazıları belki şiir gözüyle bakıp okunmasını basit algılayabilir; ancak öyle değil.. Dizeler sayı ile belirtilmiş olmasına rağmen kim neyi söylüyor seçmek güç, bazen dizeleri baştan alıp okuduğum çok oldu. Edebî değerinin yanında tarihî olaylara temas ettiği için okunmalı. Araya sıkıştırılacak bir eser değil kesinlikle, zamana yayılıp dikkatle okunması gereken bir eser. Benim düştüğüm yanlışa düşmezsiniz umarım.. 
...
Destanlar birer millî hazinedirler, mensubu oldukları toplumun kültürel özelliklerini barındırır. Sözlü tarih kaynağı olduğu için nesilden nesile aktarılırlar. Bu durum destanların içindeki bilgilerin güvenilirliğini etkiler. Bu yüzden ilmî tenkit çalışmasının süzgecinden geçirilmeden kullanılamaz. 

(11.-12. yüzyıl) Kırgızların millî destanı olan Manas, dize sayısı ve öteki destanlardan bağımsız olması itibariyle dünyanın en uzun destanı olarak kabul edilmekte. Kitapta 550 bin dize denmiş. Bu destan bir milletin töresini, duygusunu, en önemlisi dilini ruhunda yaşatıyor. Bu özellikleriyle destan Kırgızları bütün yönleriyle aksettiren bir ansiklopedi niteliğinde.. Okurken zihninizde canlandırdığınız bir bozkır belgeseli gibi düşünün. Destan bütünüyle manzum gibi görünse de nesir dilini de taşıyor. Ayrıca destanda İslâmî unsurlar mevcut. Bunlar destana 19. yüzyılda, yani sonradan girmiş. Ancak destanın bütünlüğünü bozmamış. 

Manas Destanı neyi anlatıyor? Alplerin kâfirlerle (Çinliler, Budist Kalmuk) mücadelesini, Kırgızların iç ve dış düşmanları arasındaki savaşları ve kardeş kavgalarını anlatır. Destan; millî özelliklerinden dolayı canlı, kendine has deyiş ve atasözleriyle özgün bir eserdir. Kırgızların folkloruna, gelenek ve göreneklerine, inanç ve törelerine, mitolojisine, bozkır hayatına, kültürüne (giyim-kuşam, hayvancılık, deve ve at koşumları, mutfak gereçleri vb..) dair bilgilerin yanında dil, edebiyat ve tarihe dair malzemeleri de bünyesinde barındırmakta. Öte yandan boy, soy, oymak ve cemaat adları, hayvan adlarının yanında yer adları açısından bir hazine. Yazarımız bu adları kitapta belirginleştirmiş, bu da araştırmacılar için büyük bir kolaylık.. Kadın ve erkek kahramanların adları, hattâ atlara verilen adlar dikkat çekiciydi. Çünkü atlar günlük yaşamda önemli bir yere sahip olduğu için kahramanların can yoldaşı niteliğindedir. (Manas'ın Akkula'sı, Almambet'in Kıl-cire'si gibi..) Bu  da Kırgızların ad verme geleneğini çok önemsediklerini gösteriyor. Ayrıca adı geçen yer adları ve kavimler, coğrafî gerçeklere uygunluk taşıyor. (Isık Göl, İndi/Hint, Kırım, Oogan/Afgan, Orus/Rusya, Tecik/Tacik...)

Destanın kahramanı olan Manas, tıpkı Satuk Buğra Han gibi İslâmiyet'i yaymak için mücadele eden bir kahramandır. Destan yansıttığı millî ve dinî duyguları sebebiyle devrin Sovyet hükümetini rahatsız etmiş ve bir ara yasaklanmış. 

Manas Destanı üç bölümden oluşmakta. Birinci bölüm; destan kahramanı Er Manas'ın doğumu ve başından geçen olaylar anlatılıyor. Cakıp Bay (Yakup Han) ile karısı Çıyrıcı'nın çocukları olmaz. Yakup Han Tanrıya bunun için yalvarır ve bir erkek çocukları olur. Çocuğun geleceği hakkında kehanetler yapılır ve Manas daha beşikteyken konuşmaya başlar. Bu da destanın olağanüstü unsurlar içerdiğini gösterir. Manas çabucak büyüyüp yiğit bir delikanlı ve ulusun kahramanı olur. İkinci bölümde; Manas'ın oğlu Semetey anlatılır. Semetey'in amacı, babasının iktidarını devam ettirmek olsa da bunda başarılı olamaz. Üçüncü bölümde Manas'ın torunu Seytek'in hayatı anlatılır; torun Seytek dedesinin iktidarını ele geçirir, işleri düzene sokar.

Ben Manas'ı, Türkolog Prof. Dr. Tuncer Gülensoy'un W. Radloff varyantını esas alarak yazdığı kitabından okudum. Kendisini rahmetle anıyorum, mekânı cennet olsun. Yazar, metni aktarırken kafiyelere dikkat etmiş, böylece destanın şiir ruhu kaybolmamış. Türk ve dünya bilimi için önemli bu esere üç beş satırlık inceleme yazamazdım. Günümüzde bile bu destan yaşatılmakta. Bu destan Kırgızlarda Kur'an-ı Kerim'den sonra en değerli eser kabul ediliyor, bunun için kutsal. Nesilden nesile öğretiliyor. Bizde Dede Korkut'u bilmeyen okumayan o kadar insan var ki.. Kültüre sahip çıkmak böyle bir şey.. Manas Destanı'nı ezbere okuyanlara Manasçı deniyor ve destanı müzik eşliğinde söylüyorlar. Bu çok hoş.. Aşağıya bıraktığım vidyoları izleyenler görecektir. Göçebe Kırgızların kültürüne ve bozkır yaşamına dair merak edenler okuyabilir. Kitapla ve sevgiyle kalın..


Türkiye'de Manas üzerine çalışan bilim insanlarının başında Abdülkadir İnan gelir. Manas Destanı'nı dünyaya ilk duyuran Kazak bilgini Çokan Velihanoğlu'dur. 

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Manas Destanı
Yazarı: Prof. Dr. Tuncer Gülensoy
Türü: Destan
Sayfa: 366
Yayınevi: Akçağ Yayınları