Kitap: Ufuklar Ardı Bizim


Ötüken'den Tuna'ya Ufuklar Ardı Bizim..

Ötüken fırınından bu sene çıkmış bir eser daha.. 120 sayfa hacminde olan kitap, 43 şiirden meydana gelmekte. Kitap ismini, ''Ufuklar Ardı Bizim'' şiirinden almış. Bu kitap, son zamanlarda okumaktan keyif aldığım şiir kitaplarından birisi. Şiirlerde tema bütünlüğü, kafiyelerin oluşturduğu ahenk ve özenle seçilmiş kelimelerin uyumu okurken heyecan veriyor. Kitabın girişinde Ali Birinci Bey'in şairin şiiri hakkındaki yazısı okunmaya değer.

''Söz ruhun gıdası olarak görülmelidir, ayrıca bir müziğe ihtiyaç duymaz. Bir söz için hayatlar şenlenebilir veya kötü bir söz yüzünden hayatlar söndürülebilir. İnsanoğlu kelâmının altında gizlidir.''

''Bir güzel kelime ile ruhların nasıl âbâd ve ihyâ olduğunu veya kötü bir kelime ile hattâ bir kaş çatışla ne kadar çok kalbin hak ile yeksan edildiğine dikkat eden kaç insan aramızda bulunuyor acaba?''

Mehmet Ali Kalkan'ın şiirlerine bakacak olursak; şairimiz şiirlerini hece ölçüsüyle yazmış. Hece ölçüsü zaten Türk şiirinin millî ölçüsü olduğu için Türkçe'nin ses yapısına çok güzel uyuyor. Okuyanda ayrı bir tat ve derinlik bırakır. Genellikle 7'li, 8'li hece ölçüsüyle yazılmış şiirler. Diğer taraftan şiirleri zevkle okurken şairin millî ve manevî ruh hassasiyeti taşıdığını görebiliyoruz. Ayrıca şiirlerde dokuz sayısının birçok kez geçtiğini fark ettim. ''Dokuz yönde dokuz yel var.. Dokuz yöne seferim var.. Ney dediğin dokuz boğum..'' şeklinde.. Dokuz (tokuz) sayısı Türk destan, efsane ve masallarında çokça geçer. Dokuz dallı ağaç, dokuz boy, dokuz tuğ, Dokuz Oğuz..  Hayatın her alanında sayılar var. Uğurlu sayılara pek inanmam ama yaptığım şeyleri üç kez yaptığım çoktur. Bizde üçlemek sünnettir meselâ; abdestte, namazda, duada, zikirde, kapıyı üç defa çalmak gibi.. İslâm'da ebcet hesabı var. Eski Mısır'da da resimler şeklinde kullanılmış sayılar. Türk ve Altay mitolojisinde dokuz rakamını kutlu saydıklarını görüyoruz. ''Üç yaydı, üç oktular.. On iki bin şamdanla/Kıldığım namazlar var.'' dizelerindeki sayılarda şair telmih sanatı yapmış. Çünkü 'on iki bin şamdan' Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'ü 30 Aralık 1517'de Osmanlı'ya kattığı zamanı hatırlatıyor. Kudüs alındığında ortalık karardığı için padişah ve ordusu on iki bin şamdanı yakarak namazını avluda kılar. On iki bin şamdanlı avlu derler oraya. 

Şiirlerinde göze çarpan sözcükler şunlardır: vatan-millet aşkı, şehitlerimiz, turan, Azerbaycan, ezan sesi, bayrak, dua, Kızılelma, Peygamber ocağı, gül, Osman Bey, Yesevî, Dede Korkut, Ulubatlı Hasan, Oğuz erleri, Mirali Bey, Mete Han, Yemen, Tuna, Mimar Sinan, Köroğlu, Oğuz töresi, Ötüken, Türkmen, türkü, Yunus, Tapduk Emre, Bektaşî,  Nizamî, Şehriyâr, Karabağ, türküler.. Ötüken bozkırlarından Tuna boylarına kadar Türk'ün at sürüp iz bıraktığı beldeleri şiirlerine nakşetmiş şairimiz. Yunus Emre'nin şiirlerinde çokça gördüğümüz sehli mümteni sanatını (kolay görünen ama derin anlamlar içeren söz sanatı) bu şiirlerde görmek mümkün.

Şiir, okurunda manevî bir ruh ve heyecan uyandırıyorsa iletmek istediği mesajı vermiş demektir. Türk Edebiyatının Arif Nihat Asya, Abdurrahim Karakoç, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Dilaver Cebeci, Serdengeçti... gibi bize bizi anlatan, özümüzü kavratan şairlere çok ihtiyacı var. Beğenerek okudum; Mehmet Ali Kalkan Bey'i tebrik eder, başarılarının devamını dilerim. Adıma imzalı gelen bu güzel kitap için Kitap Şuuru ailesine teşekkürlerimi sunarım. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Ufuklar Ardı Bizim
Yazarı: Mehmet Ali Kalkan
Türü: Şiir
Sayfa: 120
Yayınevi: Ötüken Neşriyat
...
''Hâl bilmeze verme meyil,
Yalnız Hak önünde eğil''

''Daim bahardı gözümde,
Dünya büyürdü dizimde,
Tuna türküsü bizim de
Tuna neden bizim değil?''

''Dikene döndü yasemen,
Çöl çöl oldu beni emen,
Nice can verdiğim Yemen,
Neden şimdi sızım değil?''

''Vatan sanma ki buralardır,
Dokuz yön bizim oğul.
Vatan hatıralardır,
Hep dizim dizim oğul.''

''Bazen ayak baş olur,
Bazen kuru yaş olur,
Bazen toprak taş olur,
Dünyanın derdi bizim...''

''Aynı kökten aynı yaprak,
Ezan sesi duyan toprak,
İnmez ki yükselen bayrak,
              Bizi bilir bu asuman,
                   Türkiye ve Azerbaycan.''

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Türkülerin Dilinden: Manastır'ın Ortasında

Türkü: Anonim
Türkünün Yöresi: Rumeli
Kaynak Kişi: Hayriye Hoşsu

Hakikâten şehrin ortasında bir havuz ve çeşme varmış.. İşte o meşhur türküye konu olan havuz; 
Fotoğraf: Yugoslavya Gurusu

Dimetoka: Batı Trakya'da Türklerin yoğun olarak yaşadığı, bugünkü Yunanistan şehri. Türküler anonim olunca müdahaleye açık oluyor. Türkünün sözleri değiştirilmiş: ''Dimetoka kızları'' olmuş ''bu yurdun/yurdumun kızları'' 

Manastır ise Makedonya'nın ikinci büyük şehri. Şehrin Makedonca adı Bitola. Bitola'yı, Makedonya'nın İstiklâl Caddesi gibi düşünün.. Mustafa Kemal Atatürk'ün askerî eğitimini aldığı yer. Manastır, şimdilerde Makedonya eli.. Şu bizim eski şehir, bizim eller.. tıpkı Selânik gibi.. Bizim olan ama bize kalmayan şehirler.. Ah bu özlem ve türküler de olmasa.. Nasıl tutacak, kucaklayacaktık birbirimizi.. Ordasınız işte, biliyorum. Gitmesek de/kalmasak da... bizim ve bizdensiniz. Şu sözlerin güzelliğine bakın hele..

Manastır'ın ortasında var bir havuz, cânım havuz
Dimetoka/Bu yurdun kızları hepside yavuz
Biz çalar oynarız...

Manastır'ın ortasında var bir çeşme, cânım çeşme
Dimetoka/Bu yurdun kızları hepsi de seçme
Biz çalar oynarız...

Manastır'ın ortasında var bir pınar, cânım pınar
Dimetoka/Bu yurdun kızları hepsi de çınar
Biz çalar oynarız...

Manastır'ın ortasında var bir çeşme;
Fotoğraf: kucukdunya.com

Ata türküsü Manastır, capcanlı bir türkü.. Nakarat sonları daha bir şen.. biz çalar oynarız, diyor dikkat ederseniz. Anonim bir ezgidir. Piyanoya çok yakışan türkülerden biridir. Ata'mın özlemle Manastır'ı, Selânik'i düşünmesi gelir gözlerimin önüne.. Çok derinlerden gelen hikâyesi vardır. Tüm Rumeli türkülerinde olduğu gibi de sözleri yakar geçer. Neşeli mi, değil, aksine hüzünlüdür. Gönlümüzün ortasına ateşi düşürüverir. Bir havuza, bir çeşmeye ''cânım'' diyecek kadar da benimser, kişi yapar sevdiği şehri o Rumeli. Cânım Rumeli.. Hele kadınlarını ayrı bir yere koyar. 

Türkünün Hikâyesi: Tarih, 1920. Millî Mücadele yıllarında Ankara'da bir direksiyon binası vardı. Ve o binayı Mustafa Kemal karargâh olarak kullanıyordu. Meclisi ve Kurtuluş Savaşı'nı bu iki katlı taş yapıdan yönetmekteydi. Ali Çavuş'tan başka bakacak kimsesi yoktu, bakımsızlıktan hasta ve zayıf düşmüştü. Bir gün yanına üvey amcasının kızı Fikriye Hanım, İstanbul'dan Ankara'ya gizlice geldi. Bu iki katlı soğuk taş yapıyı sıcacık bir yuvaya dönüştürdü, Mustafa Kemal'in hastalığıyla ilgilendi. Ona bakarken binadan piyano sesleri yükselirdi. Fikriye Hanım, piyanoda hünerli parmaklarıyla paşasına çok sevdiği bu güzel Makedonya türküsünü çalarak söyler, Mustafa Kemal de büyük bir keyifle dinlerdi. Sarı Paşa, bu türküden çok etkilenmiş, duygulanmıştır. Ah Fikriye Hanım... Mustafa Kemal'in yanında bir gölge gibi yaşayıp bir sır gibi ölen genç kadın. Gizli bir sevdadır bu, tek taraflı. Fikriye Hanım'ın akıbeti Mustafa Kemal'i derinden sarsar. Kendisi için ölüme giden bu genç kadının anısı onu hiç yalnız bırakmaz. 
...
Bu türkü aklıma Balkan Savaşları'nı getirir. Hatırlayın, o dönem insanımızın savaşın ortasından Anadolu'ya ve Doğu Trakya'ya göç ederken çektikleri ıstırapları. Yöneticilerin, ordunun üst kademesindeki subayların ve diğer amirlerin basiretsizlik ve aymazlığı ile yüzyıllardır en az Anadolu kadar bizim olan, hattâ İstanbul'dan dahi önce Türk toprağı olan Balkanlar'dan bahsediyoruz, ki bir daha dönmemek üzere gidişimiz gelir akla.. 
Osmanlı İmparatorluğu, Fatih Sultan Mehmet Han'a kadar topraklarının büyük bir kısmı Balkanlar'da bulunan, Anadolu'dan çok daha önce Balkanlara kendisini kabul ettiren, dolayısıyla Balkanlarda daha hızlı gelişen bir devletti. Yüzyıllar sonra buralardan hiç olmayacak şekilde çekilmesi ve insanların yaşadığı acılardan geriye bize bu güzel Rumeli türküleri kaldı.. Bu yüzden ne zaman bir Rumeli türküsü dinlesem içimi bir burukluk kaplar, bir parçamı eksik hissederim. 

Meslekî duyarlılığımdan ötürü her dinlediğimde içimi sızlatır. Göçmen kardeşlerimiz ne hisseder siz düşünün.. ''Toprak nedir ki?'' diyoruz ya bazen, sanki dünya bizim olmuş da ait olduğumuz topraklar yaban ellerde kalmış gibi.. Bu duyguyu göçmenler daha iyi bilir. ''Nerelisin?'' diye sorduklarında o hasretliklerini iliklerinde hisseder, içleri cız eder. Atalarımızın bir zamanlar yurt yaptığı, at koşturduğu, kan döktüğü topraklara şimdi uzaktan bakmak.. Fevkalâde acı verici.. Bu yüzden bir parçamız Rumeli topraklarındaysa hep, bu türkünün alıp götürdüğü o yerlerden geri dönmek ne mümkün.. Rumeli göçmenlerine selâm olsun..

Mustafa Kemal Atatürk... Memleketi kurtarmak, teşkilâtlanıp yeni bir devlet kurmak, uygar bir millet yetiştirmek gibi birçok ömre sığacak işler yapması. Hâlâ güncelliğini koruması ve aramızda olmasının en büyük nedeni budur. 

Derleme:
 
Zülfü Livaneli ft. Elçin Bulut (Veda filminin en güzel sahnesinde o enfes türkü) yorumu: https://www.youtube.com/watch?v=Pfk31q-D_Mw
İskoç kökenli Türk müzikolog Paul Dwyer'in yorumu: https://www.youtube.com/watch?v=ICDEAylng8Q (Sen başka diyarlardan çık gel, bu toprakların türkülerinin çok güzel olduğunu bize anlat. Duygusuz müziklerin dinleyicisi, türkülerinden bihaber gençlere anlat hele. Gururla helâl olsun, diyorum.)
Dilek Türkan & Salih Korkut Peker yorumu: https://www.youtube.com/watch?v=yXSX8Q6Kv2A
Adem Gümüşkaya ve iki tatlı afacanın yorumu: https://www.youtube.com/watch?v=fK89Byf6YgI

Türkü tadında kalın..
@müverriheninkaleminden

Kitap: Ev Sahibi


Bilimkurgu severler buraya..

Diyarbakırlı yazarımızın kalemini, kitabını okuyanlar takdir edecektir. Yazarımız daha ilk kitabında okuyucuyu sıkmadan önemli noktalara odaklanarak keyifli bir çalışma ortaya koymuş.
 
Kitabın içeriğinde üç hikâye yer almaktadır: Dünya Çiftliği, Sobek ve Ev Sahibi. Her üç hikâye de sade ve sürükleyici bir dille anlatılmış. Okurken zihninizde bir macera-bilimkurgu filmi gibi etki bıraktığını göreceksiniz. Dünya Çiftliği'nde; köle olmamak adına savaş verdikleri dünyada ne yazık ki bencil insanların daha çok yaşaması için birer metal kapsülde uyutulan bir avuç zavallı insanın hikâyesi anlatılıyor. İnsanoğlu dünyayı yaşanmaz hâle getirince aynısını diğer gezegenlere de yapmak için koloniler kurarak yerleşir. Herkes mi, hayır sadece zengin ve ayrıcalıklı kesim. Buradaki anlatım, bilim ve teknolojinin insanlığa zararlarını düşündürdü. İnsan eliyle insanlığa verilen zararlar.. yapay zekâlar, robotlar ne derece güvenli? Sobek adlı hikâyede, Mısır'ın gizemli çöllerinde dolaşırken arkeolog Carter ve ekibinin kazılardan çıkan parçaları birleştirip olayların gizemini çözmeye çalışırken yeraltından gelen misafirler tarafından kaçırılması anlatılmış. Burada Mısır'ın timsah başlı tanrısı Sobek'in kazıda bulunan büstünü ve insanların egosu için katlettiği yerli halklara tanık oluyoruz. Son olarak Ev Sahibi adlı hikâyede, varlıklı bir adamın zengin ve işveren olması sebebiyle herkesin ona sevgi ve saygıda kusur etmeyeceğini zannetmesi, kibrini etrafındaki insanlara dokundurması sonucu histerik hareketleri anlatılmış. 

Yazarın kalemini beğendim. Hikâyelerin sonu başarılı şekilde bitirilmiş. Kısa ama etkileyiciydi. Kitap Şuuru ailesine teşekkürler..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Ev Sahibi
Yazarı: Şeyhmus Görmez
Türü: Öykü, edebiyat
Sayfa: 86
Yayınevi: Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Sanat Atölyem: Kız Kulesi ile Galata Kulesi

Tezhip: Fatma Keskin
 
''Ben sıvaları dökülen Galata Kulesi, 
Sen dalgalar arasında Kız Kulesi.. 
Sırtını dönmüşsün bana, dalgalardan bahsediyorsun aramızdaki, 
Oysa ben tüm dökülen sıvalarıma rağmen, yüzyıl sonra bile sana en yakın. 
Ben Galata Kulesi, sen Kız Kulesi...''

Boğazı dantel gibi süsleyen Kız Kulesi, her şeye tepeden bakan o kibirli Galata Kulesi'ne aşık olmuştu. 

Rivâyete göre; Galata Kulesi ile Kız Kulesi birbirlerine aşık iki kuledir. İki kule arasında yer alan bir büyük boğaz, engeldi kavuşmalarına.. Bir gün Hezarfen Ahmet Çelebi kuleye tırmanır ve böylece boğazın artık sorun olmaktan çıkacağını düşünürler. Hezarfen Ahmet Çelebi, Galata Kulesi'nin yüzyıllardır biriktirdiği mektupları yanına alarak kanatlanır ve uçuşu sırasında Kız Kulesi'ne bu mektupları bırakır. Sevgisinin karşılıklı olduğunu anlayan Kız Kulesi ise mektuplardan sonra daha da güzelleşmeye başlar. Galata Kulesi de anlamıştır sevgisinin tek taraflı olmadığını.. İşte birbirlerine duydukları bu derin duygular, onların yüzyıllara meydan okumasına yardımcı olmuş; İstanbul'un olmazsa olmaz tarihî simgesi olmuşlardır.

Tezhip: Fatma Keskin

Efsaneler güzeldir ama tarihî gerçeklik taşımazlar. Hey gidi Evliya Çelebi, Galata Kulesi Kız Kulesi'ne bakar mı hiç? Kibrinden etrafını göremiyordur bi kere :)

Tezhip: Fatma Keskin
@müverriheninkaleminden

Kitap: Alperenler


Zalime Alp, mazluma Eren'diler..

Alperenler; Horasan'dan başlayıp dünyanın dört bir yanına dağılan, bir elinde kılıç bir elinde Kur'an-ı Kerim'le yola çıkıp Türk-İslâm gâyesine hizmet eden gönül erlerinin mücadelelerinin anlatıldığı bir öykü kitabıdır. Yazar Fatih Kaplan, doğduğu topraklara vefa borcu duyarak giriştiği bu çalışmasında, Tokat ili bölgesinde yaşamış alperenlerin hayatını dönemin şartlarını da göz önüne alarak bizlere aktarmıştır. Anadolu'nun neresine gidersek gidelim eski bir çeşme, yazıları silinmiş, mezartaşı, han, hamam kalıntılarına, yıkık kale harabelerine rastlarız. Merak edip yöre halkına sorar veya araştırırız. Günümüzde çoğu insanın sadece önünde fotoğraf çekilmekle yetindiği ama ruhunu hissedemediği tarihî yapılar durup düşünülesi, ceddimizin bize fısıldadığı sırlara vâkıf olunası yerlerdir. Bugün bu güzel hatıralar yıkıp yok edilmeye çalışılsa da siz bilirsiniz ki, yık yık bitmez, o küllerinden yeniden doğar.

Kitabın adı çok hoş.. Kimi anne-babalar yenidoğan erkek çocuklara Alperen adını koyarlar ya; zalimin karşısında alp, mazlumun karşısında eren gibi olsun, diye.. Bazen aklıma gelir, çocukların adları onların sırtına bir yük gibi gelir. O ada lâyık olmaya çalışırsınız. Alp olmak zordur, eren olmak kolay değil.. Bileği ve yüreği sağlam olanların harcıdır Alperen olmak.. 

Onlar, topraktan önce kalplerin kalesini fethedip ölümsüzlük şerbetini içenler.. Alperenler.. İlâ-yı Kelimetullah ve Devlet-i Ebed Müddet dâvâsı yolunda hareket eden hoşgörü insanları.. Pirî Türkistanî Hoca Ahmet Yesevî dergâhından kalkıp gönül coğrafyasına hizmet etmek için yola koyulan bahadırlar.. Anadolu'ya İslâm tohumunu eken derviş-mücahitler.. Keçeci Baba, Doğanşah Baba, Kurt Baba ve niceleri.. Kim bilir nice isimsiz kahraman var adı arş-ı âlâda altın harflerle yazılı.. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun. ''Gönül kapısı aralanmadan hiçbir kapıdan girilemez.'' Kitapta en beğendiğim Kurt Baba'nın öyküsü oldu..

Yazıcıoğlu'nun da dediği gibi, ''İslâm hassasiyeti olmayan milliyetçiliğin içi boştur.'' Kitapta satır aralarında Türklüğün âdâbını, töresini, İslâm'ın inceliklerini görüyoruz. Bu tür eserlerle Anadolu'nun pek çok yöresinin çeşitli yönlerden kayıt altına alınmasını, tarihe not düşülmesini değerli buluyorum. Fatih Kaplan da ahde vefâyı unutmayıp Tokat, Erbaa, Niksar çevresindeki alperenleri konu edinen güzel bir çalışma ortaya koymuş. Yazara ve Kitap Şuuru ailesine teşekkürlerimle.. Kitapla ve sevgiyle kalın.. 

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Alperenler, Ölümsüzlük Şerbetinden İçenlerin Hayat Hikâyeleri
Yazarı: Fatih Kaplan
Türü: Hikâye, edebiyat
Sayfa: 128
Yayınevi: Ateş Yayınları

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Kitap: Temize Çekilmez Ömür Defteri


Sığmadık gönüllere, şiirlere taştık...

Hislerimizi, bekleyişlerimizi şairlerin kaleminde bulduk.. Belki mutlu, belki umutlu.. Hasretimizi fısıldadık, sitemimizi yolladık, neşemizi üleştik, hâlleştik hâl diliyle.. 

''Temize Çekilmez Ömür Defteri'', Tayyib Atmaca'nın serbest tarzda yazdığı şiirlerin yanında genellikle hece ölçüsüyle yazdığı, konu itibariyle halk edebiyatı motiflerini içeren güzel bir şiir kitabıdır. İçten, yapmacıksız, gönül okşayıcı muazzam şiirlerdir. Soyut ve kapalı şiirlerin aksine açık, anlaşılır, saf Türkçe'den yana olmuştur. Kendine özgü, duru bir ifadesi vardır, yer yer kelime oyunlarıyla şiire ahenk katmıştır. Anadolu'yu, Anadolu insanının duyarlılıklarını, köy yaşantısından şehir hayatına yozlaşan toplumsal değerleri, kaybolmakta olan insanî duyguları vurgulamıştır. Okurken alıp sizi uzaklara götürür, duygusunu hissettirir. Hele bazı dizelerde sitemini vurgulamış, haksızlığı haykırmış, bir of çekse dağları yıkacak derecede efkârını okuruna yansıtmış. Dedim; üzerine bir çay içilir, bir güzel de ''of'' çekilir :) Sindire sindire okumalı şiirleri. Bir şiir, bir kitap dolusu cümleden etkilidir bazen. İnsan olmanın o değişmez duygularını haykırır; sevgi, hasret, yalnızlık, vuslat, ayrılık, acı ve ölüm.. 

Şairler şehri Kahramanmaraşlı şairimiz, şiirin hakkını vermiş doğrusu.. Kim demiş, şair sözü yalandır, diye.. Onlar kalemini kılıç gibi gören hakikât elçisidirler. 
Şairimiz benim de okumaktan zevk aldığım Güneysu Edebiyat ve Kültür Dergisi'nin kurucuları arasında yer alıyor. Şiirleri çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmıştır. Aynı zamanda Kahramanmaraş'ta belediye memurluğunu sürdürmektedir. 

''Temize Çekilmez Ömür Defteri'' Kitabın adıyla ilgili, okumadan önce şu söz geldi aklıma. (Her sözü Necip Fazıl'a atfettikleri için, kesin onundur diyemiyorum.) ''Hayatı müsvedde yaşamayın, temize çekmeye fırsatınız olmayabilir.'' Hayatta sözlerimiz ve eylemlerimizle vâr oluyoruz. Karşımızdaki insanı da ona göre değerlendiriyoruz. Zaman ve mekân elimizde değil, bu nedenle isteklerimiz her zaman gerçekleşmiyor. Uğraşıyoruz, çabalıyoruz ama bazı şeyler yolunda gitmiyor. Ne zaman son bulacağını bilmediğimiz hayatımızda imkânlarımız doğrultusunda yapabildiklerimiz lehimize, yapamadıklarımızsa içimizde ukde olarak kalıyor. Evet, hayat kısa ve temize çekmeye, durup düşünmeye vaktimiz olmayabilir. Umarım yaşayabildiklerimizi değerli kılıp güzelce yâd eder, yaşayamadıklarımızı ise fırsat bulup ertelemeden telâfi ederiz. Ve en önemlisi de kimsenin saçına ak, sırtına yük, kalbine iz olmadan ömür defterimizi yazabilmek. Allah'ın izniyle başarabiliriz umarım. Tavsiyedir.
Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı:
Temize Çelikmez Ömür Defteri
Yazarı: Tayyib Atmaca
Türü: Şiir
Sayfa: 128
Yayınevi: Berikan Yayınevi

@müverriheninkleminden

Kitap: Garıp, Bir Zamanların Barak Ovası Hikâyeleri


Eser; Dr. Göksel Tiryaki'nin Barak Ovası köylerinde, yaşanmış veya gerçek hayattan izler taşıyan hikâyelerini topladığı bir öykü kitabıdır. 18 öyküden oluşmaktadır. 

Barak Ovası, Gaziantep'in Nizip, Oğuzeli ve çevresindeki bereketli topraklardır. Yazar, bu eseriyle 1950'li yıllar ve sonrasında makineleşme hamlesiyle iş gücünün kentlere kayması, köyden kente göçün etki ve sonuçları, hızlı şehirleşme (modernleşme), şehirde yaşanan uyum sorunları gibi o yıllardaki değişim-dönüşüm sürecine dikkat çekmiştir. 
Anadolu köylerindeki yaşamı, köylünün yoksulluğunu ama aynı zamanda kanaatkârlığını, taşradaki temel iş olanağı olarak tarımı, kente göçün hem şehirdeki hem de köydeki yansımalarını akıcı bir dille anlatmış. Satır aralarında kişilerin yöresel konuşması, tecrübelerini hikmetle anlatması üslûba samimiyet katmıştır. Bu bakımdan yöre halkının ''cor'' dediği Barak'ın özlü sözleri, sözlü kültürlerinin zenginliğini gösteriyor. 

Eserin başında kitapta geçen tüm kişi ve olayların, gerçek kişi ve olayları yansıtmadığı belirtilmiş. Ancak öykülerdeki yaşanmışlık hissi gerçek hayattan izler taşıdığını gösterir nitelikte.. Kitabı okurken insan kendisini o köylerin doğal havasında gezintiye çıkmış hissediyor.

Bizde Batılılaşma/modernleşme süreci Tanzimat dönemi ile başlamış; yönetim, ekonomik, askeri, toplumsal ve kültürel birçok alanda ciddi yansımaları olmuştur. Bir yenileşme hareketi olarak görülse de bu süreçte çok şeyler yitirdiğimiz tartışılagelmiştir.
Öyküler, Barak yöresinde kendine has insanları ele almıştır. Başlangıçta kişi ve mekân tasvirleriyle başlıyor, devamında karakterlerin gizemi çözülmüş bir hâlde asıl konuya geçiliyor ve hüzünlü bir atmosfer oluşturularak okurlarında buruk bir tat bırakıyor. Toprakla uğraşan insanların duyguları, karşılaştıkları zorluklar, yaşadıkları çaresizlikler anlatılmıştır. Bu bakımdan yaşadığımız coğrafyayı Cemal Süreya ne güzel tarif etmiş: ''Hevesin, mutluluğun boğazda en sert kaldığı coğrafyanın çocuklarıyız.''

Öte yandan kitaba ismini veren 'Garıp' öyküsü etkileyiciydi. Ağa çocuğu olmasına güvenerek babalarının gölgesinde yaşayıp hiçbir iş tutmayan evlâtlar, babaları ölüverince birbirlerine girip aralarındaki bağı koparıyorlar. Aile dağılınca, birlik bozulunca, elleri iş tutmayınca babasından kalan arazileri onun gibi yönetememişler, ailede babanın yokluğu açıkça hissedilmiştir. Kendi payına düşen tarlayı satıp hanımıyla şehre göçen Garıp da saflığı ve işbilmezliği nedeniyle dolandırılmış, yolu sonunda hapse düşmüştür. Bunda eğitim seviyesi de etkilidir. Şehir yeri çetin yüzünü göstermiştir. Hayat koşulları yüzünden küçük dünyalarını bırakıp tanımadıkları yabancı bir şehre göç etmenin, bu yeni yere uyum sağlamanın nasıl zor bir süreç olduğunu birçoğumuz tecrübe etmiştir. Bu öykü köylü vatandaşın hayatın gerçek yüzüne hazırlıksız yakalanmasını, şehre uyum sorununu açıkça gösteriyor.

Nizip doğumlu yazar, 'Tirekili' mahlâsıyla Barak kültürünü, tarihini, müziğini, hatıralarını, insanlarını tarihe not düşerek kaydetmeyi görev bilmiş. İçinden çıktığı topraklardaki izleri unutulup gitmemesi için yılların birikimiyle yazarak, anlatarak, fotoğraf ve video aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarmaya çalışmaktadır. Yazar bu bağlamda özünden kopmayarak geldiği toprakları hatıralarıyla, gözlemciliğiyle, yöresel ağızla birleştirerek geçmişe ayna tutmuştur. Barak Türkmen kültürünün tanıtımına katkı sunmakta, memleketine hizmet etmektedir. ''Memleket Hikâyeleri'' tadında güzel bir eser. Bu tür eserlerle Anadolu'nun pek çok yöresinin çeşitli yönlerden kayıt altına alınmasını gerek sosyo-kültürel açıdan gerek edebiyatımız için değerli buluyorum. Kitap için Kitap Şuuru ailesine teşekkürler.. Kitapla ve sevgiyle kalın. 

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Garıp, Bir Zamanların Barak Ovası Hikâyeleri
Yazarı: Göksel Tiryaki
Türü: Edebiyat, öykü
Sayfa: 240
Yayınevi: Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''
@müverriheninkaleminden

Kitap: Afşın'a Mektuplar


Çiftçioğlu Nejdet Sançar, ağabeyi Atsız gibi kalemi sert bir yazar. Kitaplarının yeni baskısı yapılsa keşke, dediğim eğitimci yazar. Piyasada yok, sahaflarda ise altın fiyatına satılıyor. Bu yüzden internetten bulup okuduğum bir kitaptı. Kitapları çok değerli; ama bu kadar ulaşılmaz olmamalı. Millî şuur sahibi, vatansever bir isim Sançar.. İnandığı değerler uğruna çabalamış, ömrü cefa ile geçmiş Nejdet Sançar'ın, ağabeyi Atsız kadar bilinmemesi ne üzücü.. Bu da tarihimizin büyük bir vefasızlığı olarak kalacak.. Kalemin değeri hiçbir zaman anlaşılmadı bu topraklarda ne yazık ki.. Kendisini saygı ve rahmetle anıyorum. Önyargıların bir kenara bırakılıp insanî duygularla ve empati bağı kurularak okunması gereken bir kitap.

''Talihsiz yavrumun, talihsiz annesine.. N. S.'' ithafıyla başlayan kitap, Sançar'ın ömrünün baharında vefat eden oğlu Afşın'a yazdığı mektuplardan oluşur. Afşın; Nihal Atsız'ın yeğeni, Nejdet Sançar ve Reşide Sançar'ın 16 yaşında uçmağa varan oğludur. Bu mektuplar çekilen maddî-manevî ızdırapları, haksız ve vicdansızca yapılan sürgünleri, yıldırma ve baş eğdirme çabalarını açıkça ortaya koymuştur. Kitapta ve harici okumalarımda dönemin bazı isimlerinin övüldüğü gibi olmadığını idrak ettim. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, sözü anlam kazanmıştı kafamda. Nejdet Sançar'ın türlü oyunlarla görev yerinin değiştirilmesiyle başlamıştı talihsizlikleri.. Eşi Reşide Sançar, ünlü tarihçi İlber Ortaylı'nın fizik öğretmeniymiş hattâ.. Reşide Hanım hamileyken eşinin suçsuz yere hapse girmesiyle Afşın'ın da talihsizliği böylece başlamış. İçerideyken ailesini görmesine izin verilmeyen Sançar, doğumundan kırk gün sonra görebilmiş yavrusunu.. Daha sonra Reşide Hanım'ın da öğretmenliği elinden alınmış. Ve oradan oraya sürüklenen bir hayat yaşamışlar.

Ah Afşın... Paraya karşı en küçük yaşlardan beri tokgözlülüğün, ileriki yaşlarda da bu huydan vazgeçmeyişin.. Bir çocuk olarak bisiklet tutturmak yerine evin ihtiyacı olan fırından yana olan olgun tavrın.. Kibarlığın, efendiliğin, insanlık sevgin.. Londra'da okurken İngiliz öğretmenlerine dahi ders olarak verdiğin temiz ahlâkın.. Yaşına rağmen ince zekân ve şuurlu bir Türk çocuğu oluşun.. 
Hasta olunca başkentin göbeğindeki bir hastanede yanlış konulan teşhis ve uygulanan tedaviler sonucu yitip giden bir hayat.. Bu kitap içimi sızlattı.. Bizim Yûnus'un hemen şu dizelerini hatırlayıverdim:

''Bu dünyada bir nesneye 
Yanar içim, göynür özüm
Yiğid'iken ölenlere, 
Gök ekini biçmiş gibi'' 
(Gök ekini biçmek: Genç iken ölen bir insanın erken ölümünden duyulan acıyı anlatır.)

Hele Atsız amcasının trenle cenazeye gelirken yolda yazdığı ağıt...
 
''Ne ümitlerle gelip dünyaya
En güzel ismi takındın: Afşın!
Böyle erken bırakıp gitme neden?
Kaç bahar, kaç yılı doldurdu yaşın?
Bir vedadır o seda, sade bir veda..

Bir baba için ne acı.. Allah kimseyi evlâdıyla sınamasın.. Zor zamanda eğilip bükülmeyen şahsiyet sahibi insanlar bunlar.. H. Nihal Atsız, A. Nihat Asya, O. Yüksel Serdengeçti... Velhâsıl okuyun, okutturun.. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Afşın'a Mektuplar
Yazarı: Nejdet Sançar
Türü: Mektup, anı
Sayfa: 64
Yayınevi: Afşın Yayınları

Alıntılar:

・''Sana daha ne yazayım?
Senin bana söylediğin son sözler, benim de sana son sözlerim olsun:
- Allah'a ısmarladık, Afşıncığım!...''

・''Deden Kür Şad'a de ki.. O dünyada bıraktıklarım sizlere lâyık olmak, alınlarından öpülmek için çalışıyorlar.''

・''Cihân vatandan ibarettir itikadımca'' (Yahya Kemal)

・''Afşın! Anadolu dağlarının zirvesi efkârlı, doruğu poyrazlı, düzlüğü  serindir. Dereler, ırmaklar  akar  Akdeniz’e doğru, Ka­radeniz’e  doğru, Hazar’a doğru. Güller sümbüller açar, bülbül­ler ötüşür  bahçelerinde... Tepeliğinde,  yaylağında bozkurtlar; sarpında, uçurumunda alageyikler seğirtir. Günler, aylar, mev­simler, yıllar  gelir geçer... Ay ışıtır, güneş ısıtır bu mübarek toprakları...  İşte sen, «şühedâ gövdesi dağlar, taşlar»la  çev­relenmiş, sıkınca «şühedâ fışkıracak» kutsal topraklarda yatı­yorsun şimdi. O topraklar ki, «binlerce kefensiz yatanı»  kara bağrına basmış. Alelâde bir toprak değil o...''

・''Afşın, şunu unutma  ki, kara topraktan geldik, yine kara toprağa gideceğiz. Bedenler çürür, ufalır, vatan toprak­larına  karışır, gider...  Lâkin, ruhlar ebedîdirler. Ve ebediyet diyarında  ezelden  ebede yaşar dururlar. Şimdi senin sevimli, cana yakın ruhun da orada, o diyardadır.''

@müverriheninkaleminden

1000kitap Uygulaması Nedir?

1000Kitap: Okur Sosyal Ağı

1000kitap uygulaması; adından mütevellit, kitap üzerine kurulu bir sosyal ağdır. Türkiye merkezli bu uygulama, 2012'de kurulmuştur. 10 yıldır binlerce okura dijital arşiv oluşturma imkânı sağlıyor. 1000kitap uygulaması üzerinden okuduğunuz kitaplara dair alıntılar, incelemeler yapabilir; bu kitaplara diğer okurların da faydalanması için puan verebilir, kitaplarla ilgili durumunuzu girebilirsiniz. Bu sayede kişisel arşivinizi oluşturabilirsiniz. Ayrıca her kitap ve yazarın altında bulunan istatistikler, alıntılar, iletiler ve yorumlar aracılığıyla kitapları ve yazarları inceleme imkânı sunuyor. Bu uygulamanın işte en çok bu yönünü seviyorum. Bir kitap veya yazarla ilgili nitelikli okurların yorumu çok şey katıyor. Kitabın okunmaya değer olup olmadığını da bu sayede anlıyoruz. Özellikle kitap okuma seviyesinin çok az olduğu güzel ülkemde, kitap yazmakta sıraya giren türedi yazarların niteliğini böylelikle keşfediyoruz. Öneri film yoksa, izlemek istediğiniz zaman bir filmi IMDB puanına bakarak seçersiniz ya, 1000Kitap da öyle işte.. İstatistikler yardımcı oluyor. Kullanıcılar okudukları kitaplara dair alıntı ve incelemeler paylaşarak ilgili kitabı okumak isteyen okurlara yol gösterici oluyorlar.

1000Kitap, kitapseverlerin buluştuğu bir sosyal medyadır. Bilinen sosyal medyalardan üst seviyede, entelektüel bir ortam.. Bu sosyal projenin temel amacı; her insanın 1000 kitap okuması. Kulağa ne hoş geliyor değil mi? Örneğin popüler bir fotoğraf paylaşma uygulaması olan İnstagram'da nasıl ki gezdiği bir yerin fotoğrafını paylaşan biri, sizde gezme isteği uyandırıyorsa 1000Kitap'ta da takip ettiğiniz insanların okuduğu kitapları gördükçe daha çok okuyasınız geliyor. 

Uygulamayı Android cihazlarda kullanabiliyorsunuz.. Her sanal ortam gibi burada da birçok özellik bulunmakta. Sevdiğiniz yazarları takibe alarak onlar hakkındaki haberleri ve alıntıları akışınızda görebilirsiniz. Okumak isteyip bulmakta zorlandığınız bir kitabı okurlarla iletişime geçerek bulabilirsiniz. Benim için 1000Kitap; bir sanal arşiv, kütüphane niteliğinde.. Okuduklarımı, okumak istediklerimi işaretleyebiliyorum. Okuğum kitaplardan sevdiğim alıntıları ve kitap hakkında düşüncelerimi okur arkadaşlarımla paylaşabiliyorum. Bir sanal ortamdan fazlası bazen.. Zamanla aynı duygu ve düşünceleri paylaştığınız, aynı kitaplarda buluştuğunuz okurlarla arkadaş oluyorsunuz. Kitap üzerine sohbet edebilmek, aynı kitap ve aynı alıntılarda buluşmak muhteşem bir his..

Not: 1000Kitap üzerinde kitap okuyamıyorsunuz. Uygulamada okuduğunuz ve okuyacağınız kitapların kaydını tutabilirsiniz. 1000Kitap'ın özelliklerini geliştirebilmek için geri bildirimler yapabiliyorsunuz. Ayrıca bir diğer sevdiğim özelliği; diğer sosyal medyalarda kâle alınmayan düşünce ve yazıların burada değer verilmesi. Fikir alışverişinde bulunuyorsunuz. Bulamadığınız bir kitap hakkında diğer okurlara danışabiliyorsunuz. Böylece dünyaya dair umutla bakabiliyorsunuz..

Olumsuz Yönleri: Mesaj bölümü her sosyal medya gibi bazen can sıkıcı olabiliyor, sanal tacize uğrayabiliyorsunuz, kitap sitesi olsa bile! Taciz dediysem, ''Merhaba'' diye başlayıp yakınlaşma mesajları sanal tacize giriyor artık, biliyor muydunuz? Cevap vermeyip görmezden gelmek bir seçenek.. Profil fotoğrafınızı, inandığınız değerleri, okuduğunuz kitapları dahi eleştirme hadsizliğinde bulunabiliyorlar. Kısıtlamak için yalnızca takip ettiklerinizi seçebilirsiniz; ancak bu da yeterli değil. Sadece belirli kişilere açık olabilir meselâ, gizli hesap gibi. Çünkü bahsettiğim gibi, iletişimde bulunduğunuz kişiler var.. Bir başka mesele; kullanıcıların bazıları son zamanlarda diğer sosyal medya platformları gibi beğeni üzerine hareket ediyor. Kitaplara değil de takipçi sayısına yoğunlaşanların, kitaplarını tanıtma çabası içine giren reklamcı yazarların ortamı bozduğunu düşünüyorum. Biri hesap açıyor, anında binlerce kişiyi takibe alıyor. Sonra da hayran psikolojisine bürünüp takipçilerine sesleniyor. Sanalda popüler olmak bu kadar basit.. Ne âlâ memleket.. Kitap çıkarmaksa artık çok kolay. Bir niteliği olmayan kitaplar benim için değersiz ve yazar olarak öne çıkma derdinde olan insanlar benim gözümde ayrıcalık kazanmıyor. Ayrıca kitap amaçlı bir siteye son zamanlarda olduğu gibi sınıfsal farklılıklar getirilmesini hiç hoş bulmuyorum. Bunun dışında her sosyal medyada olduğu gibi sahte alıntılar, okunmayan kitaplardan alınan ruh hâli betimlemeleri, twittervâri anlık durum iletileri, tırnaksız/aşırma şiir ve sözler, üç beş cümle ile inceleme yaptığını sananlar, takipçi sayısı kasanlar, beğeni derdine düşenler gırla gidiyor. Sanırım bu da teknolojinin, çoğu zaman da bilgisizliğin cabası.. Bilginin çöpe dönüşmesi.. Dijital kirlilik! Umarım bu sorunlar da zamanla düzeltilir. Sevdiğim şiirlerin her gün beğenilere kurban gitmesi ve laçkalaşması gerçekten üzüyor. Keşke internet üzerindeki çöp bilgileri, aşırma alıntıları silecek bir yazılım olsa..

Kitaplarla bir arada olmayı seviyorsanız, dışarıda bir kitapçıda dolaşırken kitaplara dalıp gidiyorsanız, kitap kokusundan içinize bir hoşluk doğuyorsa, en önemlisi okuma alışkanlığı kazanmak istiyorsanız sizinle aynı hisleri paylaşan insanlara 1000kitap üzerinden ulaşabilirsiniz