Dergi: Güneysu Dergisi 127. Sayı
Okul Etkinlikleri: Pano Çalışması
Makale: Bir İnsanlık Dramı; Ahıska
BİR İNSANLIK DRAMI:
AHISKA
Ahıska
Türkleri ile ilgili bu makalede öncelikle Ahıska Türklerinin adlarının kökeni, yaşadıkları
coğrafya, onların kültürü ve büyük sürgünden önceki durumları üzerinde durarak
dönemin Rus hükümetinin aldığı karar doğrultusunda anavatanları olan Ahıska’dan
sürgün edilişlerini konu alacağız.
Tarihte
‘’Meskhetia’’
olarak da bilinen bölgedeki Türk varlığı, çok eski devirlere dayanmaktadır. 11.
yüzyılda Selçuklu fetihleri ve 12. yüzyılda Kıpçak Türklerinin bölgeye gelerek
yerleşmesi ile bölge tamamen Türkleşmiştir. Gürcü Krallığı içinde güçlenen
Kıpçaklar, 13. yüzyılın ortalarında bağımsızlıklarını ilan etmişler ve onların hâkim
oldukları bu bölgeler tarihte Gürcüler tarafından ‘’Atabek
Yurdu’’ olarak anılmıştır.
Ahıska adının geçtiği ilk Türkçe
kaynak, Kitâb-ı Dede Korkut’tur. Dede Korkut kitabında ‘’Ak-Saka
(Ak-Kale)’’ adıyla anılan, çok eski bir Oğuz
beldesi olan Ahıska; 1267 yılından başlayarak Ortodoks Kıpçak Türklerinden
Atabekler Hanedanı tarafından yönetilmiştir. Serdar Lala Mustafa Paşa
komutasındaki Osmanlı ordusunun İran Safevî kuvvetlerini Çıldır Savaşı’nda
yenmesi üzerine Ahıska, Osmanlı idaresi altına girmiştir. Böylece bu bölgede
Çıldır Beylerbeyliği (nâmı diğer Ahıska Eyâleti) kurulmuştur. Orhan Şaik
Gökyay, Ahıska üzerine şu açıklamayı yapmıştır; ‘’Gürcistan
Cumhuriyeti içinde olup başlangıçta bir Gürcü kalesi idi. 1635’te Osmanlılar
burasını alarak Çıldır Eyâleti’ne merkez yaptılar. Gürcistan Cumhuriyeti’nin
Acaristan bölgesi ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında kalan ve Türkiye’nin
Ardahan ili, Posof ve Çıldır ilçeleriyle sınır teşkîl eden Ahıska, tarihî
coğrafya açısından daha geniş bir araziyi kapsamaktadır.’’
Türkiye ile komşu olan
Ahıska; Ahılkelek, Adıgön, Aspinza ve Boğdanovka vilâyetlerinden oluşmaktadır. 250
yıl boyunca Osmanlı idaresinde (1578-1828) Anadolu’nun bir parçasını oluşturan
Ahıska’ya çok sayıda Anadolu Türkü iskân edilmiş ve Ahıska Eyâleti; halkı,
millî kimliği, tarihi, kültürü ve mânevî değerleriyle Türkiye’ye sımsıkı bağlı
olmuştur. Bölge, Rusların Anadolu’ya girmeleri için bir kapıdır. Ruslar,
Ahıska’yı ele geçirdikten sonra orada yaşayan Türklere her türlü zulümde
bulunmuş, işkence ve zorlama sonucunda on binlerce Ahıskalı Anadolu içlerine
göç etmek zorunda kalmıştır. Türklerden boşalan yerlere Ermeniler, Gürcüler ve
Yahudiler yerleştirilmiştir.
14-18 Kasım 1944 tarihinde, Gürcistan
Cumhuriyeti’nin Türkiye sınırına bitişik Ahıska, Aspinza, Adıgön, Ahılkelek ve
Boğdanovka ilçelerinde oturan Türk-Müslüman nüfusunun Orta Asya’ya sürülmesi
ile Ahıska Türkleri/ Mesket Türkleri
sorunu ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye gelince, Ahıska Türkleri Dış Türkler
kapsamına girmediği için ilgi alanı dışında kalmış; böylece unutulmuş bir
toplum durumuna düşmüştür.
Meskheti,
coğrafya adıdır ve Sovyet basınında Ahıskalı Türklere ‘’Meskheti
Türkleri’’ denmesi de buradan kaynaklanmaktadır.
Onların etnik kökenleri konusunda iki karşıt tez vardır. Bunlardan birincisi,
Mesket Türklerinin Türkleştirilen Gürcüler, diğeri ise Gürcüleştirilmiş Türkler
oldukları yönündedir. Mesketlerin büyük çoğunluğu ise kendilerini Türk olarak
görmektedir. I. Dünya Savaşı’na kadar Mesket halkı çok uluslu olarak varlık
göstermiş; Ermeni, Türk, Kürt ve Azerîlerle uyum içinde, dostça yaşamıştır.
Mesket
Türklerinin kullandıkları dil, Ural-Altay dil ailesindendir. Kültürleri daha
çok Anadolu Türklerinin kültürlerine benzer. Bunun yanı sıra, Gürcü ve Orta
Asya halklarının kültürel izlerini de taşımaktadırlar. Ekonomilerinin temelinde
tarım ve hayvancılık vardır. Mezhep olarak ise, Müslüman-Sünnîdirler.
Ahıska’nın Artvin, Ardahan, Kars ve
Erzurum’la bir bütün olduğu, Osmanlı döneminde Ahıska Eyâleti’nin içine aldığı
sancaklardan görülebilir. Tuncer Baykara, 16-17. yüzyıl Osmanlı belgelerinde bu
yerlerin Eyâlet-i Çıldır/ Ahıska olarak geçtiğini kaydeder. 1828-1829
Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonunda imzalanan Edirne Antlaşması ile Ahıska ve
çevresi resmen Osmanlı Devleti’nden kopmuş oldu. Bu kopuşa bölgenin âşıkları
birçok ağıtlar ve destanlar söylemiştir. Bunlardan bir tanesi de ağıtları çok
ünlü olan, Posoflu Üzeyir Usta/Fakirî’nin şu dörtlüğüdür:
‘’Ahıska gül idi gitti,
Bir ehl-i dîl idi gitti,
Söyleyin Sultan Mahmud’a
İstanbul kilidi gitti.’’
Ahıska
Türkleri, Edirne Antlaşmasıyla ikiye bölünmüş; güneyi Osmanlı Devleti, kuzeyi
ise Çarlık Rusya sınırları içerisinde kalmıştır. Ruslar, kuzeyde kalan Ahıska
Türklerini Ortodoks Kilisesi’nin de baskısı ile Hıristiyanlaştırmıştır. Daha
sonraları bu toplum Gürcülerin arasında eriyip kaybolmuştur. Güney kısmında
yaşayan Ahıska Türkleri ise din, dil ve ırklarına tamamen bağlı kalmışlar ve
bunu sürdürmekte direnmişlerdir. 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı’nın Osmanlı
aleyhine sonuçlanmasıyla Ahıska’nın yanı sıra Kars, Ardahan, Artvin ve Batum da
Rus hâkimiyetine girmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen olaylar
Ahıskalılar için bir facia olmuş, Gürcü Menşevik ve Ermeni Taşnaklar, Ahıskalılara
yönelik katliamlar yapmıştır. Osmanlı ordusunun Bakü’ye yürüyüşü sırasında
Ahıska güzergâhından geçmesi, onları büyük bir felaketten kurtarmıştır.
Gürcistan’ın 1920 yılında Sovyet idaresi altına girmesiyle de Ahıskalılar için
kara günler tekrar başlamıştır. Çarlık Rusya döneminde de, ikinci sınıf halk
muamelesi görmüşler; tüm Kafkas halkları Çarlık ordusuna alınırken,
Ahıskalıların askere alınmaları yasaklanmıştır.
Sovyet döneminden beri Gürcistan Cumhuriyeti
içinde Ahıska, Adıgön, Aspinza, Ahılkelek ve Boğdanovka ilçeleri şeklinde
taksîmat yapılarak yönetilen bölgede bağımsız Gürcistan Hükümeti, idarî
birimler kurmuştu. Sovyet yönetimi, zorla Gürcistan sınırları içerisinde
bıraktığı Abhaz, Asetin ve Acaralılara Özerk Cumhuriyet kurma hakkı tanırken,
Ahıska Türkleri yokmuş gibi farz edildi.
Bugün
Türkiye-Gürcistan sınırı diyebileceğimiz bu sınır, Türkiye ve Sovyet Rusya arasında
imzalanan 16 Mart 1921-Moskova Antlaşması’yla tespit edilmiş olup, Türkiye ve
üç Kafkasya Cumhuriyeti (Ermenistan-Gürcistan-Azerbaycan) arasında imzalanan 13
Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması’yla da pekiştirilmiştir.
1930’lu yıllarda başlatılan baskı ve
şiddet döneminde Ahıska’nın önde gelen aydın, din adamı ve eğitimli insanları
Pantürkist suçlamasıyla evlerinden toplanarak zindana atılmış ve bunlardan bir
daha haber alınamamıştır. Bu yıllarda Stalin’in de desteğiyle Gürcü şovenizmi
güçlenmeye başlamış, Türklerin büyük bölümünün soyadı Gürcüceye çevrilmiştir.
1938 yılında Sovyet Anayasası’nın kabulünden sonra Ahıskalılar kayıtlara, Azerbaycan milleti, dilleri ise Azerice olarak geçti. 1940 yılında ise resmî dilleri Gürcüce oldu.
II.
Dünya Savaşı ve Sürgün
Lenin ile başlayan
Bolşevik İhtilâli, Ahıskalıları da büyük şekilde etkilemiştir.. Yayılmacı
Sovyet akımı gittikçe büyümüş, Bolşevik lider Lenin’in ölümüyle yeni Sovyet
lider Stalin olmuştur. Ahıskalılar zaten Gürcistan Sovyet Cumhuriyeti’nden
zulüm görürken bu sefer Gürcü asıllı Stalin Sovyetlerin başına geçmişti.
Rusya
yeni liderle yayılmacı politikasını sürdürürken, Avrupa’da Hitler yayılmacı
politikası için aynı görüşleri paylaştığı İtalyan lider Mussolini ile gelecek
planları hazırlıyordu. Hitler aslında Stalin ile bir Saldırmazlık Paktı
imzalamıştı. Stalin, uzun bir süre Hitler’in Sovyetler Birliği’ne
saldırmayacağını, bir Avrupa diktatötü olacağını düşünmüştü. Ancak Almanya’nın
1939’da Polonya’ya girmesi ve 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırmasına kadar
geçen süre içinde Sovyetler Birliği bu işe müdâhil olmamış, Saldırmazlık
Paktı’na sadık kalmıştı. Fakat savaş Avrupa’ya yayılmıştı. Hitler ve Stalin
karşı karşıya gelmiş, Alman orduları Doğu cephesini açmıştı. Sovyetlerin uzun
süre direndiği kanlı çarpışmalarda Kızıl Ordu büyük kayıplar vermişti.
1941
Barbarossa Harekâtı ile birlikte Alman orduları Sovyet topraklarında hızla
ilerlemeye başlamış ve 1943 yazına kadar Sovyetler Almanları durduramamıştır.
Almanlar neredeyse Kafkasya’ya kadar ilerlemiştir.
1938 yılının ilk aylarından itibaren II. Dünya Savaşı’nın başlangıcına
kadar Türkiye sınırına on binlerce asker yerleştirilmiştir. Alman orduları
Rusya’nın batı sınırlarına doğru ilerliyordu. Türkiye ise bu savaşta tarafsız
bir tavır izlemekteydi. Savaşın ilerleyen yıllarında Türkiye’nin bu savaşa
katılıp katılmayacağı konusu Sovyetler Birliğini rahatsız etmekteydi. Stalin,
Çarlık Rusyası’nın stratejisini uygulamaya başlamıştı. Bu plan gereği, Türkiye
sınırlarına yakın bölgelerde oturan Türk soylu Müslümanlar Rusya’nın çeşitli
yerlerine sürülecekti.
Ruslar
Türk kökenli Müslümanlara güvenmemişler; bu yüzden 1939 yılına kadar askere
bile almamışlardı. Almanların büyük baskısıyla Sovyetlerde asker ihtiyacı artınca,
sadece Ahıskalılardan 40.000 asker Kızıl Ordu saflarında Alman cephesine sevk
edilmiştir. 15 yaşından 55 yaşına kadar bütün erkekler cepheye gönderilerek
halkın direnci kırılmıştır.
Bunlarla yetinmeyen Stalin rejimi ‘’arka
cephe’’ denilen iç bölgelerde yapım imar işleri
başlatmıştı. Savaşa gönderilen Ahıskalılardan geride kalan kadın, çocuk ve
yaşlılar, bayındırlık hizmetleri adı altında, Borcom’a kadar uzanan demiryolu
inşasında çalıştırıldı. Ama kendi inşa ettikleri demiryolu ile sürgüne
gönderileceklerini, vatandan koparılacaklarını bilmeyen bu insanlar 1944 yılı
sonlarına doğru, sürgünden bir ay önce yolun yapımını bitirmişlerdi.
Sürgünden bir ay önce bölgeye asker
sevk edilmiş ve Ahıska bölgesinin Türk köylerinde gizli bir olağanüstü durum
uygulanarak köylere giriş çıkış yasaklanmıştı. Halkı, Türkiye ile savaş
yapılacağı gerekçesiyle korkutmuşlar ve köylerine, evlerine kapanmak zorunda
bırakmışlardır. Türklerin sürgün ettirileceği haberi bölge halkı arasında
dolaşsa da bu göçün savaş sırasında olacağı kimsenin aklına gelmemişti. Zirâ
onların evlatları cephede Sovyetler için canlarını feda etmekteydi. Toplama
çalışması başlamadan önce görevli memurlar tarafından nüfus sayımı yaptırılmış,
toplama gününden önce de hayvan ve maddî varlığın sayımı yapılmıştı.
Sürgünün
esas sebebi; özellikle 1944’te Stalin’in, Türkiye’nin savaşa gireceğine
inanmasıydı. Türklerin sınır bölgesinde tehlike arz ettiklerini, olacak
herhangi bir savaşta, Ahıskalıların Türkiye’den yana tavır alacaklarını ve
Sovyetler Birliği’ne sıkıntı yaratacaklarını düşünmüşler; böylece Türkiye’ye
sempati duyacak unsurları ortadan kaldırmak istemişlerdir.
Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’nın ilk
yıllarında tarafsız politikasının değişeceği korkusu Stalin’i bir hayli
tedirgin ediyordu. Alman ordusuna direnmekte Sovyetler güçlük çekiyordu.
Rusya’da Bolşevizm’in Stalinizm’e dönüşmesi ve millî kadroların tasfiyesi
olayları ortaya çıkmıştır.
Çar Rusyası döneminde Türkler arasında
birlik vardı; özellikle Müslüman kongrelerinin toplantılarında Türkler arasında
ortak dil, ortak kültür, ortak medeniyet algılaması başlamıştı. Bolşeviklerin
iktidarı ele almasıyla, önce milletlerin kendi kaderlerini tayin etmelerinden
yararlandılar; fakat ileriki aşamalarda bunu çıkarcı bir politika olarak
kullanmaya başladılar ve milletlerin bir pota içinde eritilmesine, özellikle
Rus egemenliği altında yok edilmesine çalıştılar.
Gürcistan İçişleri Bakanı Lavrenty
Beriya, Ahıskalıların kaderini değiştirecek mektubu 1944’te Stalin’e
göndermişti. Ahıska Türkleri bölgede Ermenilerle uzun süre yaşamışlardı ve
aralarında bir sorun yoktu. Yalnız bu sürgün döneminde, özellikle Türkiye’den göç
eden Ermeniler, Ahıskalılar hakkında Sovyetler Birliği’ne rapor
hazırlamışlardır. Sürgünün olması için sözü edilen bölgeyi temizlemek
istemişler, o bölgede bir Türk-Müslüman unsurun yaşamasını istememişlerdir.
Sürgünle ilgili belgelerden anlaşılıyor ki,
Türklerin buradan göç ettirilmeleri planı daha önceden hazırlanmıştır. Yapılan
demiryolu da bu amaç içindi. Mayıs 1944 yılında hazırlanan belgeye göre, önce
Türkleri Gürcistan’ın iç bölgelerine nakletmek düşünülmüş, asıl sürgünle ilgili
olan Temmuz 1944 tarihli kararda ise, halkın Gürcistan sınırlarının tamamen
dışına çıkarılması planlanmıştı. Bu sürgün kararını alan, Sovyetler Birliği’nin
Devlet Savunma Komitesi idi. Komite başkanı da Joseph Stalin’dir. 31 Temmuz 1944
tarihinde alınmış olan bu karar gereğince;
‘’SSCB sınırının
Gürcistan SSC kısmında, sınır güvenliğini temin etmek amacıyla SSCB Halk
İçişleri Komiserliği; Ahıska, Ahılkelek, Aspinza, Adıgön ve Boğdanovka ilçeleri
ile Acaristan Özerk SSC’ine bağlı bazı köy topraklarından Türk, Kürt ve
Hemşinli olmak üzere 16.700 hanenin toplam 26.000 kişilik nüfusunun Kazakistan,
Özbekistan ve Kırgızistan SSC’ne tahliye edilmesini uygun bulmuştur.’’
Gidecekleri ülkelerin İçişleri
bakanlarıyla önceden yazışmalar yapılmış, ne kadar insanın oralara
gönderileceği bildirilmiştir. Sürgün belgeleri yıllarca dünya kamuoyundan
gizlenmiştir. Alınan gizli kararların altında Stalin’in imzası vardır. 28 Kasım
1944 tarihli kararda ise şunlar geçmektedir;
‘’Gürcistan’ın
Türkiye ile sınırı olan birkaç bölgede Türk halkı yaşamaktadır. Yıllar boyunca
Türkiye sınırındaki insanlarla yakın akrabalık bağları bulunan söz konusu
halkın önemli bir çoğunluğu kaçakçılık yapmakta olup, muhâceret eğilimi
gösteriyor ve Türkiye istihbârat organları için casusluk yapma ve çete grupları
oluşturma kaynağını teşkîl ediyordu.’’
Sovyetler
sürgün planını çok gizli yürütmüştür; çünkü erkekler savaştaydı, geride kalan
yaşlı, kadın ve çocukların sürgün edilmesi için bir sebep yok, diye düşünüldü.
Stalin’in de kendisi Gürcü asıllı olduğu için o bölgede çok farklı etnik
grupların olmasını istememiştir. Ahıska Türklerinden önce de, Alman sürgününün
ardından Çeçenler, İnguşlar, Kırım Türkleri, Karaçaylar, Balkarlar ve
Kalmuklar, işgalci Nazilerle iş birliği yaptıkları gerekçesiyle Sibirya,
Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’a sürülmüştü. Öyle ki Sovyetlerin bu sistemli
sürgün politikası bir sürgün müzesinin de temelini atmıştır. (Atambayev
Ata Beyit Kompleksi, 1991-Kırgızistan.)
Sovyetler
Birliği savaşı kazanmak üzere iken Stalin, kendi emellerini gerçekleştirmek
için ülke dâhilinde geniş çaplı bir sürgün operasyonu düzenlemişti.
14
Kasım 1944 günü, gece saat, 12.00’de, daha
önce sınırı takviye amacıyla yerleştirilmiş on binlerce Rus askeri, silahlarıyla
Türk evlerine saldırmış,
gece
yarısı uykularından uyandırılan halka merkezde toplanma emri verilmiş ve Stalin’in
kararı okunmuştu. Sürgüne tanık olan birçok Ahıskalı, kendilerine “olası bir Alman
tehlikesine karşı, kendilerinin can güvenliği için geçici olarak daha güvenli
bölgelere nakledileceği” söylendiğini zikretmektedir. Sabaha karşı insanlar
toplu hâlde zorla evlerinden dışarı çıkarılmışlar, birkaç saat içerisinde yarı
açık yük kamyonlarına doldurulmuşlar ve demiryolu istasyonuna getirilmişlerdi.
Yolculuk için ise, yanlarına sadece ellerinde taşıyabilecekleri kadar eşya ve
yiyecek almaları söylenmişti. İnsanları tıka basa doldurdukları kamyonlar
hareket ettikten sonra, bazı kamyonlar daha istasyona varmadan bilinmeyen
sebeplerle devrilmiş, burada da çok insan hayatını kaybetmişti. Savaş dönemi
olduğu için erkek sayısı azdı, direniş de azdı. Yüzlerce Ahıskalı aile ise, her
türlü riski göze alarak, Rus askerleriyle çarpışarak onlarca şehit verme
pahasına Türkiye’ye geçmeyi başardı. Bu aileler hâlen Ağrı, Muş, Kırıkhan,
İnegöl, Bursa, Ankara, İstanbul ve diğer yerleşim birimlerinde yaşamaktadır.
Onları kim, hangi sebeple, nereye sürüyordu belirsizdi. Bu olay 45 sene sonra
aydınlığa kavuştu. Sürgün nedeni; onların Türk kimlikleriydi, Türkiye’ye olan
yakınlıklarıydı.
Tren
istasyonunda 150-200 bin civarı Ahıska Türkü, kış gününde, fertleri birbirinden
ayrılmış şekilde, 8-10 aile toplu hâlde, kullanılamayacak durumda olan yük
vagonlarına doldurularak kapılar kilitlendi ve insanlar haftalarca sürecek bir
yolculuğa zorlandı. Ellerine ne geçtiyse alabildiklerini aldılar; hayvanları,
malları, mülkleri, dede-baba toprakları, yakınlarının mezarları orada kaldı. Ağlama,
sızlama ve hıçkırık sesleri kulaklardan hiç gitmiyordu. Azerbaycan’ın o
dönemdeki yöneticileri, Ahıskalıları Azerbaycan’da iskân etmek istemiş; ancak Stalin’in
tehdidiyle karşılanmışlardı. Ural Dağları’nın soğuk havası birçok insanın
hayatına mâl olmuştu. Yolculuk sırasında trenler birkaç günde bir istasyonda
duruyor ve her vagona birer kova sulu yiyecekle birkaç ekmek dağıtılıyor; ancak
bu yetmiyordu. Bazı ihtiyaçlardan dolayı trenden inenler ya kayboluyor, ya da
trene yetişmeye çalışırken rayların altında kalarak can veriyorlardı. Sürgüne
gönderilen Ahıskalılardan ağır şartlara, soğuğa ve açlığa dayanamayan ve
hayatını kaybedenlerin sayıları oldukça fazlaydı. Tifüs salgını da başlamıştı. Rus
askerleri sürgün esnasında ölenlerin defnedilmesine bile izin vermiyordu. Yol
boyunca vefat edenler, tren durunca yahut hareket hâlindeyken askerler
tarafından vagonlardan dışarı atılıyordu. Yaşlı ve hastalar istasyonlarda
karlar üzerine terkediliyordu. Dünyaya yeni gelen bebekler ise kısa bir süre
sonra gözlerini tekrar yumuyorlardı. Soğuktan donanlar, açlıktan ölenler,
hastalıktan kırılanlar… Kaynaklarda 17 bin Ahıska Türkünün yollarda can verdiği
ifade edilir.
35
gün süren bu yolculuk sonrasında talihsiz insanlar Kazakistan, Kırgızistan ve
Özbekistan’a dağıtıldılar. Bunların 55.500'ü Özbekistan’a,
29.500'ü Kazakistan’a, 11.000'i ise Kırgızistan’a yerleştirildi.
Ahıska
Türkleri daha sürgün bölgesine gelmeden aleyhlerinde kamuoyu oluşturuldu. Kan
içen, insan eti yiyen millet olarak gösterildiler. Bunu yapan devrin Stalin
hükümetiydi. Bu propagandadan etkilenen Kazak, Kırgız ve Özbek Türkleri,
Ahıskalıları hep dışladılar. Onlara zulüm ve işkencede bulundular. Ahıskalılara
kan ve din kardeşlerinin bu tavrı Rus tehcirinden de ağır geldi. Yeni bir yere
alışmaları hiç kolay olmadı. Sürüldükleri yerlerde o yıl hava çok soğuktu ve
açlık hüküm sürüyordu. Kısa süre sonra, özellikle çocuklar ve yaşlılar hayatını
kaybetti. Onların, sürülen diğer milletlerin aksine Almanlarla işbirliği
yaptıkları iddia edilmedi. Aslında bu hareket, düşmanın ulaşabileceği bölgenin
tahliyesi olarak gösterildi.
Bu tür ağır şartlar altında kışı çıkardıktan
sonra, bu sefer yerleştirildikleri bölgeler ‘’olağanüstü
hâl bölgesi’’ ilân edilerek Özel İskân Kontrolü’ne tâbi
tutuldular. Bu, Stalin emriyle uygulanan bir Komendant Rejimi/sıkıyönetim rejimiydi.
Kimse yerleştirildiği köyden çıkamazdı. Tabi bu rejime Özbekistan’ın sıcak
iklimi de eklenince hayat şartları daha da ağırlaşıyordu. Ahıska halkını sürgün
ederken her ailenin bütün mal varlığının karşılığı ödenecektir, denilmiş; ancak
bu zaman zarfında onlara verilen bir baş hayvan ve birkaç ev eşyasından başka
bir şey verilmemişti. Kayıtlara ise, ‘’Bütün
halkın mal varlıkları iade edildi.’’
diye geçildi.
1945 yılında Almanlar yenilgiye uğramış,
savaş bitmiş; ama Türklerin çilesi bitmemişti. Savaştan çok az sayıda Ahıskalı
dönebildi. Dönenlerin çoğu da yaralı ve sakattı. Savaştan dönenler geride
ailelerini bulamamışlar, ‘’Biz kim için ve ne için
savaştık, bizim ne suçumuz vardı?’’ diye sorgulamışlar, kısa süre içerisinde
tutuklanıp Sibirya’ya sürgüne gönderilmişlerdi. Madalya alarak dönenlere ise
ödülleri bir kısmına verilmemiş, bir kısmının elinden alınmış veya çok
sonraları verilmişti.
1956
yılı sonlarında Stalin’in ölümünden sonra Kruşçev’in kararıyla; Karaçay, Çeçen,
Balkar, İnguş ve Kalmuklara kendi ülkelerine dönme imkânı tanındı. Ahıska
Türkleri 12 yıl süren ‘komendant rejimi’nden kurtuldu; fakat Kırım Türkleri ve Ahıska
Türklerinin geri dönmesine; bununla birlikte Ahıskalıların ülkelerine misafir
olarak gitmesine bile izin verilmedi. Bu karardan kimse memnun kalmamıştı; çünkü
herkes vatanına dönmek istiyordu. Eskilerimiz bu durumu şöyle dile
getirmişlerdir:
‘’Dilen gez,
Torba takıp, dilen gez,
Gurbette beylik etme,
Vatanında dilen gez.’’
Bu karardan sonra vatana daha yakın
olduğu için halkın bir kısmı Azerbaycan’a yerleşmiş, bir kısmı ise Sovyetlerin
çeşitli bölgelerine dağılmışlardı. Çoğunluk Özbekistan’da kalmıştır. 1958
yılında bir grup Ahıskalı Azerbaycan’a, diğer bir grup ise Kabardey-Balkar’a
yerleşmişti. 1968’de alınan karar gereğince daha önce Gürcistan’ın güneyinde
yaşayan Ahıskalıların aileleriyle birlikte yerleşimine ve yasalar çerçevesinde
onların iş edinmesine izin verilmişti; ancak yurtlarına dönmelerine izin
verilmiyordu.
Ahıska Türklerinin haklarını yeniden kazanma süreci 1956 yılından 1974 yılına kadar tam 18 yıl sürmüştür. 1956 yılında alınan karar gereğince, Ahıska Türkleriyle ilgili sürgün konusunda getirilen sınırlama kaldırılmış; ancak Ahıska Türkleri hâlâ yurtlarına dönme hakkına sahip olamamıştı. Bununla birlikte Ahıska Türkleri kendi ülkelerine dönme konusunda birçok kongre düzenlemiş, bunların hiçbirisi çözüme kavuşmamıştır. Sırf yurtlarına dönmek için yaptıkları müracaatlar hapis cezalarıyla karşılanmıştır.
Fergana
Olayları ve Sonrası
Stalin’in ölümünden sonra Kırım Türkleri
gibi Ahıska Türklerine de sürgün yerlerinden ayrılma izni verilmiş olmasına
rağmen, eski yurtlarına dönüş izni verilmemiştir. Moskova’nın desteğiyle 1990
yılı Şubat’ına kadar Ahıska Türklerinin hemen hemen tamamı Özbekistan’ı terk
etmek zorunda bırakılmıştır. Onların 1944’te yaşadıkları tehcir ve zulüm, 1990’
da tekrar etmiştir. Buna orantılı olarak Azerbaycan’daki sayılarında artış
olmuştur.
1989 yılı yazında gerçekleşen Fergana
Olayları, Kuvasay şehrinde başlamış ve 3-12 Haziran’da şiddetlenmiştir.
Olaylar, Ahıska Türklerinin kendi ülkelerine dönmeleri sorununu
alevlendirmiştir. Ahıska Türkleri ayrı gruplar halinde gelip Ahıska’ya
yerleşmiş, bu da Gürcü halkın onlara karşı düşmanca davranmasına sebep olmuştur.
Sovyet Rusya, varlığını ve kimliklerini koruyan Ahıska Türklerine, kendi kardeşleri
olan Özbekleri kışkırtmıştı.
Kardeş
Özbek ve Ahıska Türkleri karşı karşıya gelmiş ve tarihe ‘’Fergana
Faciası’’ olarak geçen olaylarda binlerce insan
hayatını kaybetmiştir.
1989-1991 yılları arasında ikinci bir
sürgün gerçekleştirilmiş, 260 kadar Ahıska Türkü aileleriyle birlikte göçe
zorlanmıştır. Sonuçta 90 binden fazla Türk, Özbekistan’dan Azerbaycan’a,
Kazakistan’a, Rusya Federasyonu’na, Kırgızistan ve Moldova’ya gitmiştir. Ahıska
Türklerinin kendi ülkelerine geri dönmeleri sorununa çözüm, şartlar el
verdiğince Gürcistan’da ayrı bir bölgede yerleşmeleri ve kendilerini Gürcü
olarak adlandırmalarıydı. Bulundukları yerden sürülen ve göç eden Ahıska Türklerinin
asıl sorunu; özellikle Rusya’da yaşayanların büyük bir çoğunluğunun
vatandaşlıklarının olmayışıydı. Resmî kayıtları olmadığından iş bulmakta güçlük
çekmişlerdi.
1985’te Mihail Gorbaçov’un Sovyetler
Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak atanması Sovyetler Birliği’nin
dağılmasının ilk kıvılcımlarının başlangıcı olmuştu. 1989 yılı Gorbaçov’un SSCB
topraklarında Perestroyka- Yeniden Yapılandırma’yı anlatmaya çalıştığı bir
dönemdir. Onun bu çalışmaları Soğuk Savaş’ı bitirmişti, yalnız bu diğer
taraftan öncelikle Sovyetler Birliği Komünist Partisinin ülkedeki üstünlüğünü
kaybetmesine ve sonra da SSCB’nin dağılmasına sebep olmuştu.
Komünizm yıkıldıktan sonra yeni süreç
başlamıştı. Sınırların açılmasıyla başlayan Türkiye ziyaretleri, Ahıskalıların seslerini
artık Türkiye’ye duyurma imkânı vermişti. 1990’da Turgut Özal’ın Rusya
ziyaretiyle ülkeler arası iş birliği süreci başlamıştı. Türk heyeti daha sonra Rusya’da
ilk Türk Konsolosluğu’nu açmış, Ahıskalılar da bundan yararlanmışlardı.
v
VTK, Rus yönetiminden
Ahıska topraklarını talep eden ilk kuruluştur. Onlar, vatanlarına kavuşma
emelinin ilk öncüleridir.
Ahıskalıların önemli liderleri; Yusuf
Serveroğlu, İbrahim Mecitoğlu, Ebuzer Tayfur ve Enver Odabaşev’dir. Bu kişiler Ahıska’ya
dönüş mücadelesini sürdürmek için çeşitli cemiyet ve dernekler kurmuşlardır. Bu
cemiyet ve dernekler şunlardır:
1. Vatan Cemiyeti (Moskova)
2. Ahıska Türkleri Ümit Cemiyeti
(Krasnodar)
3.
Ahıska Türkleri Derneği (Almatı)
4. Ahıska Medeniyet Merkezi (Azerbaycan)
5.
Kısna (Vatan Cemiyeti’nden ayrılan Gürcü yanlıları)
6.
Ahıska Osmanlı Türk Merkezi (Kırgızistan)
7. As-Türk (Kırgızistan)
8.
Osmanlı Türkleri Müteşebbis Heyeti (Kırgızistan)
9.
Ahıska Türkleri Cemiyeti
10. Anadolu Cemiyeti (Ukrayna)
Türkiye Ahıska Dernekleri;
1.
Kırıkhan Ahıska Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği (Hatay)
2.
İnegöl Ahıskalılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği (Bursa)
3.
Ahıska Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği (Ankara)
Sovyet
dönemindeki sürgüne kadar Türkiye’ye gelen Ahıska Türklerinin tamamı sığınmacı
idi. Bunun başlıca sebebi; yapılan baskılar, bu taraftaki akrabalarına kavuşma
isteği, rejimin Türklere uyguladığı asimilasyon politikası ve son olarak
Almanya ile yapılan savaştı. Türkiye’ye kaçan bu insanların toplu hâlde aile ve
akrabalarıyla beraber sınırı geçme imkânı yoktu. Bunların çoğu kendi
imkânlarıyla, hayatlarını tehlikeye atmak pahasına Türkiye’ye geçmiş, birçoğu
da sınırı geçerken öldürülmüştü. Bu nedenle Türkiye’deki Ahıska Muhacirleri
hemen hemen Ahıska’nın bütün köylerini temsil etmektedir.
Ahıskalılar açısından en kritik bölge,
Krasnodar vilâyetidir. Özbekistan’ı terk etmek zorunda kalan Ahıskalıların çoğu
Krasnodar’ın Kırımsk ilçesine bağlı köy ve kasabalara yerleşmiştir. Fakat yeni
makamlar onları nüfusa kaydetmemiş ve tapularını vermemişti. Ahıskalılar bu
bölgede misafir durumunda olup sosyal güvenceden yoksun, istenmeyen azınlık
durumunda kalmıştır. Dinî ve milletlerarası gerginlik had safhaya ulaşmış,
Ahıska Türklerine yapılan baskılar artmıştır. Onlardan Krasnodar’ı terk
etmeleri istenmiştir.
7 cumhuriyete ve 21 vilâyete dağılmış
olan Ahıskalıların başlıca sorunu, birbirinden uzak ve kopuk olmalarıydı.
Ahıska Türklerinin Eski SSCB’ deki sorunları Türkiye’de yeterince
bilinmemektedir. 1992’de Ahıska Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskânına Dair
Kanun’da; Türkiye’ye gelmek isteyenlerden en zor durumda bulunanlara öncelik
verilecekti. Demokratikleşme süreci de, SSCB’den bağımsızlığına kavuşan
cumhuriyetlerin Ahıska Türklerinin durumunu kolaylaştırmak yerine, tam tersine
milliyetçilik hareketlerinin baskısı altına sokmuştur.
Ahıska Türklerinin Günümüzde Yaşadıkları
Ülkeler Ve Nüfusları
Günümüzde sayıları 300.000 ile 500.000 arasında tahmin edilen Ahıska
Türkleri yoğun olarak; Kazakistan, Rusya Federasyonu, Azerbaycan, Türkiye,
Kırgızistan, Özbekistan ve Ukrayna’da yaşamaktadır. Son dönemlerde Amerika
Birleşik Devletleri’ne çok sayıda Ahıska Türkü göç etmiştir.
Türkiye: Türkiye 1992’de çıkardığı bir
Kararname ile bir miktar Ahıska Türkü’nü Türkiye’ye getirerek Iğdır ve Hatay
illerimizde iskân etmiş, ancak daha sonra yaşanan göçlerle Türkiye’deki Ahıska
Türklerinin sayısı hızla artmıştır. Günümüzde Türkiye’de yaşayan Ahıska Türklerinin
sayısı 40.000 ile 60.000 arasında tahmin edilmektedir. Türkiye’de Ahıska
Türkleri başta Bursa ve İstanbul olmak üzere Antalya, İzmir, Ankara, Samsun
gibi büyük şehirlerde yaşamaktadırlar. Türkiye’ye yerleşen Ahıska Türklerinin
büyük bir kısmı Türk vatandaşlığına alınırken, vatandaşlık almayanlara da
oturma/çalışma izni verilmektedir.
Kazakistan:
Resmî kayıtlara göre 1944’te sürgün edilen yaklaşık 30.000 Ahıska Türkünün yerleştirildiği
Kazakistan, günümüzde en çok Ahıska Türkü’nü barındıran ülke konumundadır.
Ahıska Türklerine serbest dolaşım hakkının verilmesinden sonra, özellikle 1989
yılındaki Fergana olaylarından sonra Özbekistan’dan yeniden göç ettirilen
Ahıska Türklerinin yaklaşık 20.000’inin daha Kazakistan’a gelmesiyle bu
ülkedeki Türk nüfusu daha da artmıştır. Günümüzde bu ülkedeki Ahıska
Türklerinin sayısı 150.000 ile 170.000 arasında tahmin edilmektedir.
Rusya
Federasyonu: Günümüzde Rusya Federasyonundaki Ahıska Türklerinin sayısı
70.000 ile 90.000 arasında tahmin edilmektedir. Rusya’nın 30’a yakın idarî
yerleşim biriminde yaşamakta olan Ahıska Türkleri Krasnodar ve Rostov
bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Ancak Krasnodar bölgesinde yaşayan ve özellikle Fergana
olaylarından sonra gelenler, Rusya vatandaşlığına kabul edilmediğinden
kimliksiz ve vatansız halde, yerel yönetimlerin ve halkın baskı ve tacizleri
ile çok ağır şartlarda yaşamak zorunda kalmışlardır. ABD’nin devreye girmesi
ile bu bölgede yaşayan Ahıska Türklerinin önemli bir kısmı bu ülkeye göç
etmiştir.
Azerbaycan:
Azerbaycan’da yaşayan Ahıska Türkleri sayısı 90.000 ile 110.000 arasında tahmin
edilir. 1956 yılında Sovyetler Birliği döneminde çıkarılan Seyahat ve İskân
Serbestliğine Dair Kararname’nin ardından 1956-1958 arasında bir kısım Ahıska
Türkü bu ülkeye göç ettirilmiş ve özellikle Mugan bölgesinde Ahıska’daki köy
isimleriyle yeni yerleşim birimleri kurulmuştur. Bu yıllardan 1970’lere kadar
25-30.000 civarında Ahıska Türkü bu ülkeye yerleşmiş ve genellikle Azerbaycanlı
olarak vatandaşlık almıştır.
Kırgızistan:
1944 sürgününde 12.000 civarında Ahıska Türkü bu ülkeye yerleştirilmiş, Fergana
Olaylarından sonra bu ülkeye de yaklaşık 12.000 kişilik bir göç yaşanmış ve günümüzde
sayı 45-50.000 kişiye ulaşmıştır. Bu ülkedeki Ahıska Türkleri çoğunluk Bişkek
çevresinde olmak üzere, OĢ ve Celâlabad şehirleri çevresinde yaşamaktadır.
Özbekistan: 1994’teki
sürgünde, yaklaşık 55.000 Ahıska Türkü bu ülkede iskân edilmiştir. Sürgün
edilen Ahıska Türkleri, Özbekistan’da başta Fergana ve Taşkent olmak üzere
Namangan, Andican, Sırderya, Buhara ve Semerkant gibi şehirler çevresine
yerleştirilmiştir. 1956’daki kararnâme ile buralardaki Ahıska Türklerinin bir
bölümü, izin çıkması halinde vatana dönmek umuduyla Azerbaycan ve Rusya’nın
Kafkasya bölgesindeki özerk cumhuriyetlerine göç etmiştir. 1989 olaylarına
kadar nüfus 120-140.000’lere ulaşmıştır. Fergana olayları öncesi en çok Ahıska
Türkünün yaşadığı ülke Özbekistan iken, olaylar sonrası bu ülkedeki Ahıska
Türkleri’nin sayısı 20-25.000’lere düşmüştür.
Ukrayna:
Ukrayna’daki Ahıska Türkleri bu ülkeye Fergana olayları sonrası gelmiş olup
sayılarının bugün 10.000’in üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Çoğu Kırım’da
olmak üzere Donetsk, Harkov, Kherson şehirleri ve çevresinde yaşayan Ahıska
Türklerine, 1991 yılında Ukrayna vatandaşlığı verilmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri:
Rusya Federasyonu içindeki Krasnodar bölgesinde vatandaşlığa alınmayan ve her türlü
haktan mahrum olarak zor şartlar altında yaşayan Ahıska Türkleri 2004 yılından
itibaren ABD tarafından kabul edilmeye başlamış ve günümüzde bu ülkedeki Ahıska
Türklerinin sayısı 10.000’i bulmuştur. Amerika’daki Ahıska Türkleri, 33 eyalet
ve Columbia bölgesinde dağınık olarak yaşamaktadır.
Sonuç
Ahıska Türklerinin anavatanlarına dönüş
konusu, Sovyet döneminde başlayıp günümüze kadar devam etmiş, Sovyetler
Birliği’nin dağılmasının ardından uluslararası boyut kazanmıştır. Fakat hâlâ
çözülmemiş somut bir sorun olarak kalmış, bu ise onları dünyanın farklı
coğrafyalarına göç etmeye zorlamıştır. Sürgün edildikleri topraklarda huzur
bulamayan Ahıska Türkleri, kimi zaman toplumsal baskılara, kimi zaman da yerel
yöneticilerin baskılarına maruz kalmışlardır. Defalarca muhâcerete düşmüş,
Sovyet coğrafyasının ücrâ köşelerine savrulmuş, bazıları Türkiye'ye,
bazılarıysa ABD'ye göç etmek zorunda kalmıştır.
Bu
bağlamda Ahıskalılar 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu'ya göçle
başlayan süreçle göç olgusunun her türlü biçimini yaşamışlardır. Bu göçlerin
birincil sebebini itici sebepler oluştururken ikincisini ise savaş, siyasî veya
toplumsal baskılar oluşturmuştur. Ahıska Türklerinin neredeyse tüm göç
süreçlerinde bu ikisi ön plandadır.
Ahıskalıların Türkiye'ye göçü iki
döneme ayrılabilir. İlki Ahıska'nın Rus hâkimiyetine girdiği 1829 yılından
Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılına kadarki dönemi kapsamaktadır. İkinci dönem
ise SSCB'nin yıkıldığı 1991 yılından günümüze kadar devam eden göç sürecidir.
Ahıska Türklerini vatanlarından ayıran
1944 Sürgünü de II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru gerçekleşmiştir ve bu savaş
sürgünün başlıca nedenidir. 1989 Fergana Olayları da esasen etnik temelli ve
doğrudan Ahıska Türklerine yönelik bir çatışma olmuş ve bu olaylar Ahıskalıların
dünyanın dört bir yana dağılmasına neden olmuştur. Sovyetler Birliği’nden
sonra Özbekistan'da hâlâ devam eden siyasî baskı Ahıska Türklerinin Türkiye'ye
göç etmesine sebep olurken, Rusya'daki siyasî baskı ve ayrımcılığa zaman zaman
yaşanan etnik saldırılar da eklenince Ahıskalıları ABD'ye ilticâ etmeye mecbur
bırakmıştır. Taşındıkları
ülkenin yaşam şartlarına ve kültürel hayatına alışamadan başka ülkelere göç
etmek zorunda kalmışlar, bu da onların toplumsal yapılarının kapalı ve içe dönük
olmalarına neden olmuştur.
Anavatanlarında
olmadıkları ve defalarca göç yaptıkları için içlerindeki korkuyu
atamadıklarından dolayı Sovyet dönemindeki kadar olmasa da dışlanma endişesi
varlığını sürdürmüştür. Fakat 1990’lardan itibaren Ahıska Türklerinin dış dünya
ile iletişim bağlarının daha da genişlediği görülmektedir. Ahıska
Türklerinin sürgün edilmesinin birincil sorumlusu olan Rusya ve Gürcistan'ın
onların vatanlarına dönmeleri konusunda duyarsız kalmaları ve vatanlarına
münferit olarak dönmek isteyenlerin de Gürcü yönetimi tarafından engellenmesi,
Ahıskalıların dünyanın farklı coğrafyalarına dağılmalarına ve farklı yaşam
alanları aramalarına neden olmuştur. Ağır sosyo-ekonomik durum ve her ülkedeki
farklı toplumsal koşullar dağınıklığı daha da artırmış, bu da karmaşık süreci
içinden çıkılmaz hâle getirmiştir. Özellikle Müslüman ve Türk olmalarından
dolayı Gürcistan tarafından vatanlarına dönüşü engellenen Ahıska Türkleri son
çare olarak Türkiye'ye göç etmiştir.
KAYNAKÇA
ASLAN,
Kıyas;
Ahıska Türkleri, Ahıska Türkleri
Kültür ve Dayanışma Derneği, Ankara, 1995.
BAYRAKTAR,
Rasim; Ahıska: 21. Yüzyılda İnsanlık Dramı,
İzmir, 1999.
BUNTÜRK,
Seyfeddin; Rus Türk Mücadelesinde Ahıska
Türkleri, Berikan Yayınları,
Ankara, 2007.
DEMİRAY,
Erdinç; ‘’Anavatanlarından Sekiz Ülkeye
Dağıtılmış Bir Halk: Ahıska Türkleri’’,
Turkish Studies Dergisi, Ankara,
2012.
HASANOĞLU,
İbrahim; ‘’Ahıska Türkleri: Bitmeyen Bir Göç
Hikâyesi’’, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi,
Sayı:16/1, 2016.
BOZKAYA, Savaş; ‘’Sürgünün
Sessiz Tanıkları: Ahıska Türkleri’’, TRT Avaz Belgeseli,
Bölüm: 1
ZEYREK,
Yunus; Ahıska Araştırmaları,
Ankara, 2006.
İSMAİL, Reyhan; Bizim Ahıska Dergisi: ''Babamın Sürgün Hatıraları'', Ankara, 2013.
Kitap: Onlar Da İnsandı
Her ne kadar Rus şovenistlerinin hoşuna gitmese de Cengiz Dağcı; eserlerindeki tespitlerle sahipsiz kalan, zulüm gören, katledilen Kırım Türklüğünün sesini tüm dünyaya duyuran isimdir. Cengiz Dağcı'nın misyonu Kırım'da yaşanan insanlık dramını dile getirmek ve gelecek kuşaklara aktarmaktır. Kendi doğup büyüdüğü toprakları anlatmıştır yazar, bu sebeple eser otobiyografi niteliğindedir. Onun eserlerinde toprak; var olmanın şartlarından biridir, kutsaldır, anadır, tarih, kültür, gelecek, vatandır.
Kitabın sonlarına yaklaşırken okumak daha da zorlaşıyor ve artık yutkunamıyorum. Vatan toprağında can vermek isteyen Enver'in son sözleri canımızı yakıyor: ''Gidin.. Kırım'ın sevgisini, Kırım için dökülen kanları, gözyaşları, Kırım'ın acısını beraberinize alın, kalplerinizde götürün. O güneşin doğduğu yerlerde kalplerinizi Türk kardeşlerinize açın. Söyleyin onlara: Biz hayatta hıyanetlik, küfür nedir bilmedik, deyin. Hak ve adalete inandık, deyin. Çalmadık, yakmadık, öldürmedik, düşmanlarımızın her zulmüne katlandık, deyin. Düşmanlarımızı da insan sandık ama başımıza neler getirdiler, deyin. Ne felaketlere uğradık, deyin. Anlatın, anlamalı onlar, bizim akıbetimize uğramak istemezlerse anlamalı onlar.'' Zaten bu dünyada insan önce empati yapsa, karşısındaki kişiyle duygudaşlık kursa kimse kimseye acı çektirmez-di..
Onlar Da İnsandı.. ama bir farkla; kimseye zararı olmayan, insan ayrımı yapmayan, kapıları kilitsiz, temiz ve yüce gönüllü insanlara zulmü revâ görenlerin sûreti insan olsa da ruhu şeytandı. Kitaba ön yargıyla bakanlar kendilerine şu soruyu sorsun: ''Havasına, suyuna, taşına, toprağına aşık olduğunuz, toprağı atalarının kanıyla sulanmış yurdunuzdan göç ettirilseydiniz, siz ne hissederdiniz?'' Kendi başına gelmeyince inanmayan insanlar var ne yazık ki.. Bunlar yaşandı maalesef.. Kırım Tatarları ve Stalin'in zulmüne uğrayan diğer bahtsız halklar yurtlarından bir gecede sökülüp bitip tükenmez bilmez bir yolculukla vatanlarından uzağa sürüldüler. Onları tanımak adına okumaya başlayabilirsiniz. Tarihle ilgili eserleri sıkıcı bulabilirsiniz, size hitap etmiyor olabilir ama vasat diyemezsiniz. Bunlar yazılı kaynak bir bakıma.. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşının bu günlerinde o coğrafyayı, tarihini, en önemlisi kültürel bağımız olan insanlarını anlamak için kitabı tavsiye ediyorum. Zaten MEB'in 100 Temel eseri arasında yer alıyor, bildiğim kadarıyla.. Cengiz Aytmatov'un eserleri tadında, uzun ve etkileyici betimlemeleriyle insan ruhunda iz bırakan bir eser.