Dergi: Güneysu Dergisi 127. Sayı


Üç aylık kültür, sanat ve edebiyat dergisi. Osmaniye'de, Cebelitarık Gazeteciler Cemiyeti tarafından yayımlanmaktadır. Dergi 1985'ten beri yürüyüşüne devam etmektedir. Kapak resmi, mevsime uygun olarak Osmaniye'nin manzaralarını bizlere sunuyor. Dosya konusu olmadığı için yazıların mevsim özelliklerine göre ele alındığını söylemek mümkün. Derginin üç aylık da olsa edebiyat, kültür ve sanata hizmet yolunda yazar ve şairlerce yaşatılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu vesileyle Osmaniye'ye kültürel anlamda katkı sağlıyor. Hikâye, deneme, anı, şiir, araştırma yazıları, kitap tanıtımları olarak dolu dolu bir içeriğe sahip. Yazıların çoğunluğu yerel yazar ve şairlerin kalemine ait diyebiliriz. Ayrıca yine aynı topluluk, her sene Türkiye Geneli Liseler Arası Bestami Yazgan Şiir Yarışması'na öncülük ederek, genç yeteneklerin keşfedilmesi açısından örnek teşkil ediyor. 

Derginin bu sayısı Yaz-2020 olarak çıktı. Bu sayıda en çok beğendiğim; ''Çöl Yemen'de Can Verenler - Biri Memet Biri Memiş'' adlı sözlü tarih çalışması oldu. Bir Yemen ağıdının peşinden iz sürerek kaynağına ulaşılması da en az kendisi kadar değerli. Öte yandan dergide günlük hayatımızı önemli ölçüde etkileyen Covid-19 salgını ve bununla birlikte alınan önlemlerle sosyal hayatın değişimi ele alınmış. Hayatımızın yeni bir döneme girdiğini, sosyal mesafe gereği tokalaşmanın önemini yitirdiği vurgulanmış. Evde kalma sürecinde yüz yüze muhabbetin yerini sanal muhabbete bıraktığı; böylece okuma, yazma ve eğitimin de daha fazla dijital ortama taşındığını belirtiyor. Ne günlerdi... imkânsızlıklar içindeki bir köy okulunda uzaktan eğitimle ders işlemeye çalışmak ve virüsün kol gezdiği sokaklarda direnmek. O günlerin unutmak istemediğim tek güzel yanı; çocuklarla kurduğum bağdı. 2020 yılının benim için özeti bu. Umarım bu salgın hayatımızdan tamamen silinir de bir daha böyle bir musibet yaşamayız. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Alıntılar:

- Biz toplum olarak babadan oğula isim koyma geleneğine sadık bir milletiz. Mesela: Babanın adı Halil, oğlu Mahmut ise, Mahmut evlendiğinde oğluna babasının adını verecek, geleneğe uyarak atasının adını yaşatacaktır. Özellikle Karaisalı köylerinde bu gelenek hâlâ devam etmektedir. (Ailede ölen kişinin adını yaşatma, bir nev'i vefâ borcu)

- Kalpten gazi olanlar bir türlü yerleşemez bir yere. /Çetin Oranlı, Ruha Dokunan İnsan Öyküleri

- Kendi başına gelmeyen şey, uzak gibi görünür insana. /Çetin Oranlı

- Hayatımız bir yol, ömrümüz bir yolculuk, biz ise yolcularız. Bir kez daha anladım ki ihmallerden uzak olmalıyız. Zamanımız çok kıymetli. Yolcu olduğumuzu unutmamalıyız, yoldan vazgeçmemeliyiz ve devamlı keşfetmeliyiz. Sevmesini biliyorsak sorun yok. Bize yeterince değer vermeyenlere takılıp kalmamalıyız. Sevilesi nice insan ve nice güzellik var. (Yolumuz iyi insanlara çıksın ve güzel yolculuklara..)

- ''Vazife, içinde bulunduğumuz zamanın bizden istediği şeydir.'' diyor Goethe. Hepimiz yaşadığımız çağdan sorumlu değil miyiz? Tanıklığımız içinde bulunduğumuz vakte değil mi? Kutlu kitabımız ''Her ümmet yaşadığı çağdan sorumludur'' buyurmuyor mu?

@müveriheninkaleminden

Okul Etkinlikleri: Pano Çalışması

Öğrencilerle birlikte yaptığımız pano çalışmaları;

              
10 Kasım Atatürk'ü Anma Etkinliği

Gerek millî bayramlarda gerek anma etkinliklerinde fon kartonu, makas ve yapıştırıcı ile çeşitli panolar hazırlayabilirsiniz. 

Makale: Bir İnsanlık Dramı; Ahıska



BİR İNSANLIK DRAMI: AHISKA

         

         Ahıska Türkleri ile ilgili bu makalede öncelikle Ahıska Türklerinin adlarının kökeni, yaşadıkları coğrafya, onların kültürü ve büyük sürgünden önceki durumları üzerinde durarak dönemin Rus hükümetinin aldığı karar doğrultusunda anavatanları olan Ahıska’dan sürgün edilişlerini konu alacağız.

        Tarihte ‘’Meskhetia’’ olarak da bilinen bölgedeki Türk varlığı, çok eski devirlere dayanmaktadır. 11. yüzyılda Selçuklu fetihleri ve 12. yüzyılda Kıpçak Türklerinin bölgeye gelerek yerleşmesi ile bölge tamamen Türkleşmiştir. Gürcü Krallığı içinde güçlenen Kıpçaklar, 13. yüzyılın ortalarında bağımsızlıklarını ilan etmişler ve onların hâkim oldukları bu bölgeler tarihte Gürcüler tarafından ‘’Atabek Yurdu’’ olarak anılmıştır.

         Ahıska adının geçtiği ilk Türkçe kaynak, Kitâb-ı Dede Korkut’tur. Dede Korkut kitabında ‘’Ak-Saka (Ak-Kale)’’ adıyla anılan, çok eski bir Oğuz beldesi olan Ahıska; 1267 yılından başlayarak Ortodoks Kıpçak Türklerinden Atabekler Hanedanı tarafından yönetilmiştir. Serdar Lala Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun İran Safevî kuvvetlerini Çıldır Savaşı’nda yenmesi üzerine Ahıska, Osmanlı idaresi altına girmiştir. Böylece bu bölgede Çıldır Beylerbeyliği (nâmı diğer Ahıska Eyâleti) kurulmuştur. Orhan Şaik Gökyay, Ahıska üzerine şu açıklamayı yapmıştır; ‘’Gürcistan Cumhuriyeti içinde olup başlangıçta bir Gürcü kalesi idi. 1635’te Osmanlılar burasını alarak Çıldır Eyâleti’ne merkez yaptılar. Gürcistan Cumhuriyeti’nin Acaristan bölgesi ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında kalan ve Türkiye’nin Ardahan ili, Posof ve Çıldır ilçeleriyle sınır teşkîl eden Ahıska, tarihî coğrafya açısından daha geniş bir araziyi kapsamaktadır.’’

          Türkiye ile komşu olan Ahıska; Ahılkelek, Adıgön, Aspinza ve Boğdanovka vilâyetlerinden oluşmaktadır. 250 yıl boyunca Osmanlı idaresinde (1578-1828) Anadolu’nun bir parçasını oluşturan Ahıska’ya çok sayıda Anadolu Türkü iskân edilmiş ve Ahıska Eyâleti; halkı, millî kimliği, tarihi, kültürü ve mânevî değerleriyle Türkiye’ye sımsıkı bağlı olmuştur. Bölge, Rusların Anadolu’ya girmeleri için bir kapıdır. Ruslar, Ahıska’yı ele geçirdikten sonra orada yaşayan Türklere her türlü zulümde bulunmuş, işkence ve zorlama sonucunda on binlerce Ahıskalı Anadolu içlerine göç etmek zorunda kalmıştır. Türklerden boşalan yerlere Ermeniler, Gürcüler ve Yahudiler yerleştirilmiştir.

        14-18 Kasım 1944 tarihinde, Gürcistan Cumhuriyeti’nin Türkiye sınırına bitişik Ahıska, Aspinza, Adıgön, Ahılkelek ve Boğdanovka ilçelerinde oturan Türk-Müslüman nüfusunun Orta Asya’ya sürülmesi ile Ahıska Türkleri/ Mesket Türkleri sorunu ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye gelince, Ahıska Türkleri Dış Türkler kapsamına girmediği için ilgi alanı dışında kalmış; böylece unutulmuş bir toplum durumuna düşmüştür.

        Meskheti, coğrafya adıdır ve Sovyet basınında Ahıskalı Türklere ‘’Meskheti Türkleri’’ denmesi de buradan kaynaklanmaktadır. Onların etnik kökenleri konusunda iki karşıt tez vardır. Bunlardan birincisi, Mesket Türklerinin Türkleştirilen Gürcüler, diğeri ise Gürcüleştirilmiş Türkler oldukları yönündedir. Mesketlerin büyük çoğunluğu ise kendilerini Türk olarak görmektedir. I. Dünya Savaşı’na kadar Mesket halkı çok uluslu olarak varlık göstermiş; Ermeni, Türk, Kürt ve Azerîlerle uyum içinde, dostça yaşamıştır.

         Mesket Türklerinin kullandıkları dil, Ural-Altay dil ailesindendir. Kültürleri daha çok Anadolu Türklerinin kültürlerine benzer. Bunun yanı sıra, Gürcü ve Orta Asya halklarının kültürel izlerini de taşımaktadırlar. Ekonomilerinin temelinde tarım ve hayvancılık vardır. Mezhep olarak ise, Müslüman-Sünnîdirler.

        Ahıska’nın Artvin, Ardahan, Kars ve Erzurum’la bir bütün olduğu, Osmanlı döneminde Ahıska Eyâleti’nin içine aldığı sancaklardan görülebilir. Tuncer Baykara, 16-17. yüzyıl Osmanlı belgelerinde bu yerlerin Eyâlet-i Çıldır/ Ahıska olarak geçtiğini kaydeder. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonunda imzalanan Edirne Antlaşması ile Ahıska ve çevresi resmen Osmanlı Devleti’nden kopmuş oldu. Bu kopuşa bölgenin âşıkları birçok ağıtlar ve destanlar söylemiştir. Bunlardan bir tanesi de ağıtları çok ünlü olan, Posoflu Üzeyir Usta/Fakirî’nin şu dörtlüğüdür:

          ‘’Ahıska gül idi gitti,

           Bir ehl-i dîl idi gitti,

          Söyleyin Sultan Mahmud’a

          İstanbul kilidi gitti.’’

        Ahıska Türkleri, Edirne Antlaşmasıyla ikiye bölünmüş; güneyi Osmanlı Devleti, kuzeyi ise Çarlık Rusya sınırları içerisinde kalmıştır. Ruslar, kuzeyde kalan Ahıska Türklerini Ortodoks Kilisesi’nin de baskısı ile Hıristiyanlaştırmıştır. Daha sonraları bu toplum Gürcülerin arasında eriyip kaybolmuştur. Güney kısmında yaşayan Ahıska Türkleri ise din, dil ve ırklarına tamamen bağlı kalmışlar ve bunu sürdürmekte direnmişlerdir. 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı’nın Osmanlı aleyhine sonuçlanmasıyla Ahıska’nın yanı sıra Kars, Ardahan, Artvin ve Batum da Rus hâkimiyetine girmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen olaylar Ahıskalılar için bir facia olmuş, Gürcü Menşevik ve Ermeni Taşnaklar, Ahıskalılara yönelik katliamlar yapmıştır. Osmanlı ordusunun Bakü’ye yürüyüşü sırasında Ahıska güzergâhından geçmesi, onları büyük bir felaketten kurtarmıştır. Gürcistan’ın 1920 yılında Sovyet idaresi altına girmesiyle de Ahıskalılar için kara günler tekrar başlamıştır. Çarlık Rusya döneminde de, ikinci sınıf halk muamelesi görmüşler; tüm Kafkas halkları Çarlık ordusuna alınırken, Ahıskalıların askere alınmaları yasaklanmıştır.

         Sovyet döneminden beri Gürcistan Cumhuriyeti içinde Ahıska, Adıgön, Aspinza, Ahılkelek ve Boğdanovka ilçeleri şeklinde taksîmat yapılarak yönetilen bölgede bağımsız Gürcistan Hükümeti, idarî birimler kurmuştu. Sovyet yönetimi, zorla Gürcistan sınırları içerisinde bıraktığı Abhaz, Asetin ve Acaralılara Özerk Cumhuriyet kurma hakkı tanırken, Ahıska Türkleri yokmuş gibi farz edildi.

        Bugün Türkiye-Gürcistan sınırı diyebileceğimiz bu sınır, Türkiye ve Sovyet Rusya arasında imzalanan 16 Mart 1921-Moskova Antlaşması’yla tespit edilmiş olup, Türkiye ve üç Kafkasya Cumhuriyeti (Ermenistan-Gürcistan-Azerbaycan) arasında imzalanan 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması’yla da pekiştirilmiştir.

        1930’lu yıllarda başlatılan baskı ve şiddet döneminde Ahıska’nın önde gelen aydın, din adamı ve eğitimli insanları Pantürkist suçlamasıyla evlerinden toplanarak zindana atılmış ve bunlardan bir daha haber alınamamıştır. Bu yıllarda Stalin’in de desteğiyle Gürcü şovenizmi güçlenmeye başlamış, Türklerin büyük bölümünün soyadı Gürcüceye çevrilmiştir.

1938 yılında Sovyet Anayasası’nın kabulünden sonra Ahıskalılar kayıtlara, Azerbaycan milleti, dilleri ise Azerice olarak geçti. 1940 yılında ise resmî dilleri Gürcüce oldu.

        II. Dünya Savaşı ve Sürgün

        Lenin ile başlayan Bolşevik İhtilâli, Ahıskalıları da büyük şekilde etkilemiştir.. Yayılmacı Sovyet akımı gittikçe büyümüş, Bolşevik lider Lenin’in ölümüyle yeni Sovyet lider Stalin olmuştur. Ahıskalılar zaten Gürcistan Sovyet Cumhuriyeti’nden zulüm görürken bu sefer Gürcü asıllı Stalin Sovyetlerin başına geçmişti.

        Rusya yeni liderle yayılmacı politikasını sürdürürken, Avrupa’da Hitler yayılmacı politikası için aynı görüşleri paylaştığı İtalyan lider Mussolini ile gelecek planları hazırlıyordu. Hitler aslında Stalin ile bir Saldırmazlık Paktı imzalamıştı. Stalin, uzun bir süre Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldırmayacağını, bir Avrupa diktatötü olacağını düşünmüştü. Ancak Almanya’nın 1939’da Polonya’ya girmesi ve 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırmasına kadar geçen süre içinde Sovyetler Birliği bu işe müdâhil olmamış, Saldırmazlık Paktı’na sadık kalmıştı. Fakat savaş Avrupa’ya yayılmıştı. Hitler ve Stalin karşı karşıya gelmiş, Alman orduları Doğu cephesini açmıştı. Sovyetlerin uzun süre direndiği kanlı çarpışmalarda Kızıl Ordu büyük kayıplar vermişti.

        1941 Barbarossa Harekâtı ile birlikte Alman orduları Sovyet topraklarında hızla ilerlemeye başlamış ve 1943 yazına kadar Sovyetler Almanları durduramamıştır. Almanlar neredeyse Kafkasya’ya kadar ilerlemiştir.

        1938 yılının ilk aylarından itibaren II. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar Türkiye sınırına on binlerce asker yerleştirilmiştir. Alman orduları Rusya’nın batı sınırlarına doğru ilerliyordu. Türkiye ise bu savaşta tarafsız bir tavır izlemekteydi. Savaşın ilerleyen yıllarında Türkiye’nin bu savaşa katılıp katılmayacağı konusu Sovyetler Birliğini rahatsız etmekteydi. Stalin, Çarlık Rusyası’nın stratejisini uygulamaya başlamıştı. Bu plan gereği, Türkiye sınırlarına yakın bölgelerde oturan Türk soylu Müslümanlar Rusya’nın çeşitli yerlerine sürülecekti.

         Ruslar Türk kökenli Müslümanlara güvenmemişler; bu yüzden 1939 yılına kadar askere bile almamışlardı. Almanların büyük baskısıyla Sovyetlerde asker ihtiyacı artınca, sadece Ahıskalılardan 40.000 asker Kızıl Ordu saflarında Alman cephesine sevk edilmiştir. 15 yaşından 55 yaşına kadar bütün erkekler cepheye gönderilerek halkın direnci kırılmıştır.  

         Bunlarla yetinmeyen Stalin rejimi ‘’arka cephe’’ denilen iç bölgelerde yapım imar işleri başlatmıştı. Savaşa gönderilen Ahıskalılardan geride kalan kadın, çocuk ve yaşlılar, bayındırlık hizmetleri adı altında, Borcom’a kadar uzanan demiryolu inşasında çalıştırıldı. Ama kendi inşa ettikleri demiryolu ile sürgüne gönderileceklerini, vatandan koparılacaklarını bilmeyen bu insanlar 1944 yılı sonlarına doğru, sürgünden bir ay önce yolun yapımını bitirmişlerdi.

        Sürgünden bir ay önce bölgeye asker sevk edilmiş ve Ahıska bölgesinin Türk köylerinde gizli bir olağanüstü durum uygulanarak köylere giriş çıkış yasaklanmıştı. Halkı, Türkiye ile savaş yapılacağı gerekçesiyle korkutmuşlar ve köylerine, evlerine kapanmak zorunda bırakmışlardır. Türklerin sürgün ettirileceği haberi bölge halkı arasında dolaşsa da bu göçün savaş sırasında olacağı kimsenin aklına gelmemişti. Zirâ onların evlatları cephede Sovyetler için canlarını feda etmekteydi. Toplama çalışması başlamadan önce görevli memurlar tarafından nüfus sayımı yaptırılmış, toplama gününden önce de hayvan ve maddî varlığın sayımı yapılmıştı.

        Sürgünün esas sebebi; özellikle 1944’te Stalin’in, Türkiye’nin savaşa gireceğine inanmasıydı. Türklerin sınır bölgesinde tehlike arz ettiklerini, olacak herhangi bir savaşta, Ahıskalıların Türkiye’den yana tavır alacaklarını ve Sovyetler Birliği’ne sıkıntı yaratacaklarını düşünmüşler; böylece Türkiye’ye sempati duyacak unsurları ortadan kaldırmak istemişlerdir.

        Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında tarafsız politikasının değişeceği korkusu Stalin’i bir hayli tedirgin ediyordu. Alman ordusuna direnmekte Sovyetler güçlük çekiyordu. Rusya’da Bolşevizm’in Stalinizm’e dönüşmesi ve millî kadroların tasfiyesi olayları ortaya çıkmıştır.

         Çar Rusyası döneminde Türkler arasında birlik vardı; özellikle Müslüman kongrelerinin toplantılarında Türkler arasında ortak dil, ortak kültür, ortak medeniyet algılaması başlamıştı. Bolşeviklerin iktidarı ele almasıyla, önce milletlerin kendi kaderlerini tayin etmelerinden yararlandılar; fakat ileriki aşamalarda bunu çıkarcı bir politika olarak kullanmaya başladılar ve milletlerin bir pota içinde eritilmesine, özellikle Rus egemenliği altında yok edilmesine çalıştılar.

        Gürcistan İçişleri Bakanı Lavrenty Beriya, Ahıskalıların kaderini değiştirecek mektubu 1944’te Stalin’e göndermişti. Ahıska Türkleri bölgede Ermenilerle uzun süre yaşamışlardı ve aralarında bir sorun yoktu. Yalnız bu sürgün döneminde, özellikle Türkiye’den göç eden Ermeniler, Ahıskalılar hakkında Sovyetler Birliği’ne rapor hazırlamışlardır. Sürgünün olması için sözü edilen bölgeyi temizlemek istemişler, o bölgede bir Türk-Müslüman unsurun yaşamasını istememişlerdir.

        Sürgünle ilgili belgelerden anlaşılıyor ki, Türklerin buradan göç ettirilmeleri planı daha önceden hazırlanmıştır. Yapılan demiryolu da bu amaç içindi. Mayıs 1944 yılında hazırlanan belgeye göre, önce Türkleri Gürcistan’ın iç bölgelerine nakletmek düşünülmüş, asıl sürgünle ilgili olan Temmuz 1944 tarihli kararda ise, halkın Gürcistan sınırlarının tamamen dışına çıkarılması planlanmıştı. Bu sürgün kararını alan, Sovyetler Birliği’nin Devlet Savunma Komitesi idi. Komite başkanı da Joseph Stalin’dir. 31 Temmuz 1944 tarihinde alınmış olan bu karar gereğince;

        ‘’SSCB sınırının Gürcistan SSC kısmında, sınır güvenliğini temin etmek amacıyla SSCB Halk İçişleri Komiserliği; Ahıska, Ahılkelek, Aspinza, Adıgön ve Boğdanovka ilçeleri ile Acaristan Özerk SSC’ine bağlı bazı köy topraklarından Türk, Kürt ve Hemşinli olmak üzere 16.700 hanenin toplam 26.000 kişilik nüfusunun Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan SSC’ne tahliye edilmesini uygun bulmuştur.’’

        Gidecekleri ülkelerin İçişleri bakanlarıyla önceden yazışmalar yapılmış, ne kadar insanın oralara gönderileceği bildirilmiştir. Sürgün belgeleri yıllarca dünya kamuoyundan gizlenmiştir. Alınan gizli kararların altında Stalin’in imzası vardır. 28 Kasım 1944 tarihli kararda ise şunlar geçmektedir;

        ‘’Gürcistan’ın Türkiye ile sınırı olan birkaç bölgede Türk halkı yaşamaktadır. Yıllar boyunca Türkiye sınırındaki insanlarla yakın akrabalık bağları bulunan söz konusu halkın önemli bir çoğunluğu kaçakçılık yapmakta olup, muhâceret eğilimi gösteriyor ve Türkiye istihbârat organları için casusluk yapma ve çete grupları oluşturma kaynağını teşkîl ediyordu.’’

        Sovyetler sürgün planını çok gizli yürütmüştür; çünkü erkekler savaştaydı, geride kalan yaşlı, kadın ve çocukların sürgün edilmesi için bir sebep yok, diye düşünüldü. Stalin’in de kendisi Gürcü asıllı olduğu için o bölgede çok farklı etnik grupların olmasını istememiştir. Ahıska Türklerinden önce de, Alman sürgününün ardından Çeçenler, İnguşlar, Kırım Türkleri, Karaçaylar, Balkarlar ve Kalmuklar, işgalci Nazilerle iş birliği yaptıkları gerekçesiyle Sibirya, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’a sürülmüştü. Öyle ki Sovyetlerin bu sistemli sürgün politikası bir sürgün müzesinin de temelini atmıştır. (Atambayev Ata Beyit Kompleksi, 1991-Kırgızistan.)

        Sovyetler Birliği savaşı kazanmak üzere iken Stalin, kendi emellerini gerçekleştirmek için ülke dâhilinde geniş çaplı bir sürgün operasyonu düzenlemişti.

        14 Kasım 1944 günü, gece saat,  12.00’de, daha önce sınırı takviye amacıyla yerleştirilmiş on binlerce Rus askeri, silahlarıyla Türk evlerine saldırmış, gece yarısı uykularından uyandırılan halka merkezde toplanma emri verilmiş ve Stalin’in kararı okunmuştu. Sürgüne tanık olan birçok Ahıskalı, kendilerine “olası bir Alman tehlikesine karşı, kendilerinin can güvenliği için geçici olarak daha güvenli bölgelere nakledileceği” söylendiğini zikretmektedir. Sabaha karşı insanlar toplu hâlde zorla evlerinden dışarı çıkarılmışlar, birkaç saat içerisinde yarı açık yük kamyonlarına doldurulmuşlar ve demiryolu istasyonuna getirilmişlerdi. Yolculuk için ise, yanlarına sadece ellerinde taşıyabilecekleri kadar eşya ve yiyecek almaları söylenmişti. İnsanları tıka basa doldurdukları kamyonlar hareket ettikten sonra, bazı kamyonlar daha istasyona varmadan bilinmeyen sebeplerle devrilmiş, burada da çok insan hayatını kaybetmişti. Savaş dönemi olduğu için erkek sayısı azdı, direniş de azdı. Yüzlerce Ahıskalı aile ise, her türlü riski göze alarak, Rus askerleriyle çarpışarak onlarca şehit verme pahasına Türkiye’ye geçmeyi başardı. Bu aileler hâlen Ağrı, Muş, Kırıkhan, İnegöl, Bursa, Ankara, İstanbul ve diğer yerleşim birimlerinde yaşamaktadır. Onları kim, hangi sebeple, nereye sürüyordu belirsizdi. Bu olay 45 sene sonra aydınlığa kavuştu. Sürgün nedeni; onların Türk kimlikleriydi, Türkiye’ye olan yakınlıklarıydı.

        Tren istasyonunda 150-200 bin civarı Ahıska Türkü, kış gününde, fertleri birbirinden ayrılmış şekilde, 8-10 aile toplu hâlde, kullanılamayacak durumda olan yük vagonlarına doldurularak kapılar kilitlendi ve insanlar haftalarca sürecek bir yolculuğa zorlandı. Ellerine ne geçtiyse alabildiklerini aldılar; hayvanları, malları, mülkleri, dede-baba toprakları, yakınlarının mezarları orada kaldı. Ağlama, sızlama ve hıçkırık sesleri kulaklardan hiç gitmiyordu. Azerbaycan’ın o dönemdeki yöneticileri, Ahıskalıları Azerbaycan’da iskân etmek istemiş; ancak Stalin’in tehdidiyle karşılanmışlardı. Ural Dağları’nın soğuk havası birçok insanın hayatına mâl olmuştu. Yolculuk sırasında trenler birkaç günde bir istasyonda duruyor ve her vagona birer kova sulu yiyecekle birkaç ekmek dağıtılıyor; ancak bu yetmiyordu. Bazı ihtiyaçlardan dolayı trenden inenler ya kayboluyor, ya da trene yetişmeye çalışırken rayların altında kalarak can veriyorlardı. Sürgüne gönderilen Ahıskalılardan ağır şartlara, soğuğa ve açlığa dayanamayan ve hayatını kaybedenlerin sayıları oldukça fazlaydı. Tifüs salgını da başlamıştı. Rus askerleri sürgün esnasında ölenlerin defnedilmesine bile izin vermiyordu. Yol boyunca vefat edenler, tren durunca yahut hareket hâlindeyken askerler tarafından vagonlardan dışarı atılıyordu. Yaşlı ve hastalar istasyonlarda karlar üzerine terkediliyordu. Dünyaya yeni gelen bebekler ise kısa bir süre sonra gözlerini tekrar yumuyorlardı. Soğuktan donanlar, açlıktan ölenler, hastalıktan kırılanlar… Kaynaklarda 17 bin Ahıska Türkünün yollarda can verdiği ifade edilir.

        35 gün süren bu yolculuk sonrasında talihsiz insanlar Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a dağıtıldılar. Bunların 55.500'ü Özbekistan’a, 29.500'ü Kazakistan’a, 11.000'i ise Kırgızistan’a yerleştirildi.

        Ahıska Türkleri daha sürgün bölgesine gelmeden aleyhlerinde kamuoyu oluşturuldu. Kan içen, insan eti yiyen millet olarak gösterildiler. Bunu yapan devrin Stalin hükümetiydi. Bu propagandadan etkilenen Kazak, Kırgız ve Özbek Türkleri, Ahıskalıları hep dışladılar. Onlara zulüm ve işkencede bulundular. Ahıskalılara kan ve din kardeşlerinin bu tavrı Rus tehcirinden de ağır geldi. Yeni bir yere alışmaları hiç kolay olmadı. Sürüldükleri yerlerde o yıl hava çok soğuktu ve açlık hüküm sürüyordu. Kısa süre sonra, özellikle çocuklar ve yaşlılar hayatını kaybetti. Onların, sürülen diğer milletlerin aksine Almanlarla işbirliği yaptıkları iddia edilmedi. Aslında bu hareket, düşmanın ulaşabileceği bölgenin tahliyesi olarak gösterildi.

       Bu tür ağır şartlar altında kışı çıkardıktan sonra, bu sefer yerleştirildikleri bölgeler ‘’olağanüstü hâl bölgesi’’ ilân edilerek Özel İskân Kontrolü’ne tâbi tutuldular. Bu, Stalin emriyle uygulanan bir Komendant Rejimi/sıkıyönetim rejimiydi. Kimse yerleştirildiği köyden çıkamazdı. Tabi bu rejime Özbekistan’ın sıcak iklimi de eklenince hayat şartları daha da ağırlaşıyordu. Ahıska halkını sürgün ederken her ailenin bütün mal varlığının karşılığı ödenecektir, denilmiş; ancak bu zaman zarfında onlara verilen bir baş hayvan ve birkaç ev eşyasından başka bir şey verilmemişti. Kayıtlara ise, ‘’Bütün halkın mal varlıkları iade edildi.’’ diye geçildi.

       1945 yılında Almanlar yenilgiye uğramış, savaş bitmiş; ama Türklerin çilesi bitmemişti. Savaştan çok az sayıda Ahıskalı dönebildi. Dönenlerin çoğu da yaralı ve sakattı. Savaştan dönenler geride ailelerini bulamamışlar, ‘’Biz kim için ve ne için savaştık, bizim ne suçumuz vardı?’’ diye sorgulamışlar, kısa süre içerisinde tutuklanıp Sibirya’ya sürgüne gönderilmişlerdi. Madalya alarak dönenlere ise ödülleri bir kısmına verilmemiş, bir kısmının elinden alınmış veya çok sonraları verilmişti.

        1956 yılı sonlarında Stalin’in ölümünden sonra Kruşçev’in kararıyla; Karaçay, Çeçen, Balkar, İnguş ve Kalmuklara kendi ülkelerine dönme imkânı tanındı. Ahıska Türkleri 12 yıl süren ‘komendant rejimi’nden kurtuldu; fakat Kırım Türkleri ve Ahıska Türklerinin geri dönmesine; bununla birlikte Ahıskalıların ülkelerine misafir olarak gitmesine bile izin verilmedi. Bu karardan kimse memnun kalmamıştı; çünkü herkes vatanına dönmek istiyordu. Eskilerimiz bu durumu şöyle dile getirmişlerdir:

        ‘’Dilen gez,

          Torba takıp, dilen gez,

          Gurbette beylik etme,

          Vatanında dilen gez.’’

       Bu karardan sonra vatana daha yakın olduğu için halkın bir kısmı Azerbaycan’a yerleşmiş, bir kısmı ise Sovyetlerin çeşitli bölgelerine dağılmışlardı. Çoğunluk Özbekistan’da kalmıştır. 1958 yılında bir grup Ahıskalı Azerbaycan’a, diğer bir grup ise Kabardey-Balkar’a yerleşmişti. 1968’de alınan karar gereğince daha önce Gürcistan’ın güneyinde yaşayan Ahıskalıların aileleriyle birlikte yerleşimine ve yasalar çerçevesinde onların iş edinmesine izin verilmişti; ancak yurtlarına dönmelerine izin verilmiyordu.

       Ahıska Türklerinin haklarını yeniden kazanma süreci 1956 yılından 1974 yılına kadar tam 18 yıl sürmüştür. 1956 yılında alınan karar gereğince, Ahıska Türkleriyle ilgili sürgün konusunda getirilen sınırlama kaldırılmış; ancak Ahıska Türkleri hâlâ yurtlarına dönme hakkına sahip olamamıştı. Bununla birlikte Ahıska Türkleri kendi ülkelerine dönme konusunda birçok kongre düzenlemiş, bunların hiçbirisi çözüme kavuşmamıştır. Sırf yurtlarına dönmek için yaptıkları müracaatlar hapis cezalarıyla karşılanmıştır.

      Fergana Olayları ve Sonrası

      Stalin’in ölümünden sonra Kırım Türkleri gibi Ahıska Türklerine de sürgün yerlerinden ayrılma izni verilmiş olmasına rağmen, eski yurtlarına dönüş izni verilmemiştir. Moskova’nın desteğiyle 1990 yılı Şubat’ına kadar Ahıska Türklerinin hemen hemen tamamı Özbekistan’ı terk etmek zorunda bırakılmıştır. Onların 1944’te yaşadıkları tehcir ve zulüm, 1990’ da tekrar etmiştir. Buna orantılı olarak Azerbaycan’daki sayılarında artış olmuştur.

       1989 yılı yazında gerçekleşen Fergana Olayları, Kuvasay şehrinde başlamış ve 3-12 Haziran’da şiddetlenmiştir. Olaylar, Ahıska Türklerinin kendi ülkelerine dönmeleri sorununu alevlendirmiştir. Ahıska Türkleri ayrı gruplar halinde gelip Ahıska’ya yerleşmiş, bu da Gürcü halkın onlara karşı düşmanca davranmasına sebep olmuştur. Sovyet Rusya, varlığını ve kimliklerini koruyan Ahıska Türklerine, kendi kardeşleri olan Özbekleri kışkırtmıştı. Kardeş Özbek ve Ahıska Türkleri karşı karşıya gelmiş ve tarihe ‘’Fergana Faciası’’ olarak geçen olaylarda binlerce insan hayatını kaybetmiştir.

       1989-1991 yılları arasında ikinci bir sürgün gerçekleştirilmiş, 260 kadar Ahıska Türkü aileleriyle birlikte göçe zorlanmıştır. Sonuçta 90 binden fazla Türk, Özbekistan’dan Azerbaycan’a, Kazakistan’a, Rusya Federasyonu’na, Kırgızistan ve Moldova’ya gitmiştir. Ahıska Türklerinin kendi ülkelerine geri dönmeleri sorununa çözüm, şartlar el verdiğince Gürcistan’da ayrı bir bölgede yerleşmeleri ve kendilerini Gürcü olarak adlandırmalarıydı. Bulundukları yerden sürülen ve göç eden Ahıska Türklerinin asıl sorunu; özellikle Rusya’da yaşayanların büyük bir çoğunluğunun vatandaşlıklarının olmayışıydı. Resmî kayıtları olmadığından iş bulmakta güçlük çekmişlerdi.

       1985’te Mihail Gorbaçov’un Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak atanması Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ilk kıvılcımlarının başlangıcı olmuştu. 1989 yılı Gorbaçov’un SSCB topraklarında Perestroyka- Yeniden Yapılandırma’yı anlatmaya çalıştığı bir dönemdir. Onun bu çalışmaları Soğuk Savaş’ı bitirmişti, yalnız bu diğer taraftan öncelikle Sovyetler Birliği Komünist Partisinin ülkedeki üstünlüğünü kaybetmesine ve sonra da SSCB’nin dağılmasına sebep olmuştu.

       Komünizm yıkıldıktan sonra yeni süreç başlamıştı. Sınırların açılmasıyla başlayan Türkiye ziyaretleri, Ahıskalıların seslerini artık Türkiye’ye duyurma imkânı vermişti. 1990’da Turgut Özal’ın Rusya ziyaretiyle ülkeler arası iş birliği süreci başlamıştı. Türk heyeti daha sonra Rusya’da ilk Türk Konsolosluğu’nu açmış, Ahıskalılar da bundan yararlanmışlardı.

v   

        VTK, Rus yönetiminden Ahıska topraklarını talep eden ilk kuruluştur. Onlar, vatanlarına kavuşma emelinin ilk öncüleridir.

       Ahıskalıların önemli liderleri; Yusuf Serveroğlu, İbrahim Mecitoğlu, Ebuzer Tayfur ve Enver Odabaşev’dir. Bu kişiler Ahıska’ya dönüş mücadelesini sürdürmek için çeşitli cemiyet ve dernekler kurmuşlardır. Bu cemiyet ve dernekler şunlardır:

        1. Vatan Cemiyeti (Moskova)

        2. Ahıska Türkleri Ümit Cemiyeti (Krasnodar)

        3. Ahıska Türkleri Derneği (Almatı)

        4. Ahıska Medeniyet Merkezi (Azerbaycan)

        5. Kısna (Vatan Cemiyeti’nden ayrılan Gürcü yanlıları)

        6. Ahıska Osmanlı Türk Merkezi (Kırgızistan)

        7. As-Türk (Kırgızistan)

        8. Osmanlı Türkleri Müteşebbis Heyeti (Kırgızistan)

        9. Ahıska Türkleri Cemiyeti

       10. Anadolu Cemiyeti (Ukrayna)

       Türkiye Ahıska Dernekleri;

        1. Kırıkhan Ahıska Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği (Hatay)

        2. İnegöl Ahıskalılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği (Bursa)

        3. Ahıska Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği (Ankara)

       Sovyet dönemindeki sürgüne kadar Türkiye’ye gelen Ahıska Türklerinin tamamı sığınmacı idi. Bunun başlıca sebebi; yapılan baskılar, bu taraftaki akrabalarına kavuşma isteği, rejimin Türklere uyguladığı asimilasyon politikası ve son olarak Almanya ile yapılan savaştı. Türkiye’ye kaçan bu insanların toplu hâlde aile ve akrabalarıyla beraber sınırı geçme imkânı yoktu. Bunların çoğu kendi imkânlarıyla, hayatlarını tehlikeye atmak pahasına Türkiye’ye geçmiş, birçoğu da sınırı geçerken öldürülmüştü. Bu nedenle Türkiye’deki Ahıska Muhacirleri hemen hemen Ahıska’nın bütün köylerini temsil etmektedir.

       Ahıskalılar açısından en kritik bölge, Krasnodar vilâyetidir. Özbekistan’ı terk etmek zorunda kalan Ahıskalıların çoğu Krasnodar’ın Kırımsk ilçesine bağlı köy ve kasabalara yerleşmiştir. Fakat yeni makamlar onları nüfusa kaydetmemiş ve tapularını vermemişti. Ahıskalılar bu bölgede misafir durumunda olup sosyal güvenceden yoksun, istenmeyen azınlık durumunda kalmıştır. Dinî ve milletlerarası gerginlik had safhaya ulaşmış, Ahıska Türklerine yapılan baskılar artmıştır. Onlardan Krasnodar’ı terk etmeleri istenmiştir.

        7 cumhuriyete ve 21 vilâyete dağılmış olan Ahıskalıların başlıca sorunu, birbirinden uzak ve kopuk olmalarıydı. Ahıska Türklerinin Eski SSCB’ deki sorunları Türkiye’de yeterince bilinmemektedir. 1992’de Ahıska Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskânına Dair Kanun’da; Türkiye’ye gelmek isteyenlerden en zor durumda bulunanlara öncelik verilecekti. Demokratikleşme süreci de, SSCB’den bağımsızlığına kavuşan cumhuriyetlerin Ahıska Türklerinin durumunu kolaylaştırmak yerine, tam tersine milliyetçilik hareketlerinin baskısı altına sokmuştur.

       Ahıska Türklerinin Günümüzde Yaşadıkları Ülkeler Ve Nüfusları

       Günümüzde sayıları 300.000 ile 500.000 arasında tahmin edilen Ahıska Türkleri yoğun olarak; Kazakistan, Rusya Federasyonu, Azerbaycan, Türkiye, Kırgızistan, Özbekistan ve Ukrayna’da yaşamaktadır. Son dönemlerde Amerika Birleşik Devletleri’ne çok sayıda Ahıska Türkü göç etmiştir.

      Türkiye: Türkiye 1992’de çıkardığı bir Kararname ile bir miktar Ahıska Türkü’nü Türkiye’ye getirerek Iğdır ve Hatay illerimizde iskân etmiş, ancak daha sonra yaşanan göçlerle Türkiye’deki Ahıska Türklerinin sayısı hızla artmıştır. Günümüzde Türkiye’de yaşayan Ahıska Türklerinin sayısı 40.000 ile 60.000 arasında tahmin edilmektedir. Türkiye’de Ahıska Türkleri başta Bursa ve İstanbul olmak üzere Antalya, İzmir, Ankara, Samsun gibi büyük şehirlerde yaşamaktadırlar. Türkiye’ye yerleşen Ahıska Türklerinin büyük bir kısmı Türk vatandaşlığına alınırken, vatandaşlık almayanlara da oturma/çalışma izni verilmektedir.

   Kazakistan: Resmî kayıtlara göre 1944’te sürgün edilen yaklaşık 30.000 Ahıska Türkünün yerleştirildiği Kazakistan, günümüzde en çok Ahıska Türkü’nü barındıran ülke konumundadır. Ahıska Türklerine serbest dolaşım hakkının verilmesinden sonra, özellikle 1989 yılındaki Fergana olaylarından sonra Özbekistan’dan yeniden göç ettirilen Ahıska Türklerinin yaklaşık 20.000’inin daha Kazakistan’a gelmesiyle bu ülkedeki Türk nüfusu daha da artmıştır. Günümüzde bu ülkedeki Ahıska Türklerinin sayısı 150.000 ile 170.000 arasında tahmin edilmektedir.

       Rusya Federasyonu: Günümüzde Rusya Federasyonundaki Ahıska Türklerinin sayısı 70.000 ile 90.000 arasında tahmin edilmektedir. Rusya’nın 30’a yakın idarî yerleşim biriminde yaşamakta olan Ahıska Türkleri Krasnodar ve Rostov bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Ancak Krasnodar bölgesinde yaşayan ve özellikle Fergana olaylarından sonra gelenler, Rusya vatandaşlığına kabul edilmediğinden kimliksiz ve vatansız halde, yerel yönetimlerin ve halkın baskı ve tacizleri ile çok ağır şartlarda yaşamak zorunda kalmışlardır. ABD’nin devreye girmesi ile bu bölgede yaşayan Ahıska Türklerinin önemli bir kısmı bu ülkeye göç etmiştir.

        Azerbaycan: Azerbaycan’da yaşayan Ahıska Türkleri sayısı 90.000 ile 110.000 arasında tahmin edilir. 1956 yılında Sovyetler Birliği döneminde çıkarılan Seyahat ve İskân Serbestliğine Dair Kararname’nin ardından 1956-1958 arasında bir kısım Ahıska Türkü bu ülkeye göç ettirilmiş ve özellikle Mugan bölgesinde Ahıska’daki köy isimleriyle yeni yerleşim birimleri kurulmuştur. Bu yıllardan 1970’lere kadar 25-30.000 civarında Ahıska Türkü bu ülkeye yerleşmiş ve genellikle Azerbaycanlı olarak vatandaşlık almıştır.

       Kırgızistan: 1944 sürgününde 12.000 civarında Ahıska Türkü bu ülkeye yerleştirilmiş, Fergana Olaylarından sonra bu ülkeye de yaklaşık 12.000 kişilik bir göç yaşanmış ve günümüzde sayı 45-50.000 kişiye ulaşmıştır. Bu ülkedeki Ahıska Türkleri çoğunluk Bişkek çevresinde olmak üzere, OĢ ve Celâlabad şehirleri çevresinde yaşamaktadır.

       Özbekistan: 1994’teki sürgünde, yaklaşık 55.000 Ahıska Türkü bu ülkede iskân edilmiştir. Sürgün edilen Ahıska Türkleri, Özbekistan’da başta Fergana ve Taşkent olmak üzere Namangan, Andican, Sırderya, Buhara ve Semerkant gibi şehirler çevresine yerleştirilmiştir. 1956’daki kararnâme ile buralardaki Ahıska Türklerinin bir bölümü, izin çıkması halinde vatana dönmek umuduyla Azerbaycan ve Rusya’nın Kafkasya bölgesindeki özerk cumhuriyetlerine göç etmiştir. 1989 olaylarına kadar nüfus 120-140.000’lere ulaşmıştır. Fergana olayları öncesi en çok Ahıska Türkünün yaşadığı ülke Özbekistan iken, olaylar sonrası bu ülkedeki Ahıska Türkleri’nin sayısı 20-25.000’lere düşmüştür.

       Ukrayna: Ukrayna’daki Ahıska Türkleri bu ülkeye Fergana olayları sonrası gelmiş olup sayılarının bugün 10.000’in üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Çoğu Kırım’da olmak üzere Donetsk, Harkov, Kherson şehirleri ve çevresinde yaşayan Ahıska Türklerine, 1991 yılında Ukrayna vatandaşlığı verilmiştir.

       Amerika Birleşik Devletleri: Rusya Federasyonu içindeki Krasnodar bölgesinde vatandaşlığa alınmayan ve her türlü haktan mahrum olarak zor şartlar altında yaşayan Ahıska Türkleri 2004 yılından itibaren ABD tarafından kabul edilmeye başlamış ve günümüzde bu ülkedeki Ahıska Türklerinin sayısı 10.000’i bulmuştur. Amerika’daki Ahıska Türkleri, 33 eyalet ve Columbia bölgesinde dağınık olarak yaşamaktadır.

        Sonuç

        Ahıska Türklerinin anavatanlarına dönüş konusu, Sovyet döneminde başlayıp günümüze kadar devam etmiş, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından uluslararası boyut kazanmıştır. Fakat hâlâ çözülmemiş somut bir sorun olarak kalmış, bu ise onları dünyanın farklı coğrafyalarına göç etmeye zorlamıştır. Sürgün edildikleri topraklarda huzur bulamayan Ahıska Türkleri, kimi zaman toplumsal baskılara, kimi zaman da yerel yöneticilerin baskılarına maruz kalmışlardır. Defalarca muhâcerete düşmüş, Sovyet coğrafyasının ücrâ köşelerine savrulmuş, bazıları Türkiye'ye, bazılarıysa ABD'ye göç etmek zorunda kalmıştır.

       Bu bağlamda Ahıskalılar 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu'ya göçle başlayan süreçle göç olgusunun her türlü biçimini yaşamışlardır. Bu göçlerin birincil sebebini itici sebepler oluştururken ikincisini ise savaş, siyasî veya toplumsal baskılar oluşturmuştur. Ahıska Türklerinin neredeyse tüm göç süreçlerinde bu ikisi ön plandadır.

        Ahıskalıların Türkiye'ye göçü iki döneme ayrılabilir. İlki Ahıska'nın Rus hâkimiyetine girdiği 1829 yılından Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılına kadarki dönemi kapsamaktadır. İkinci dönem ise SSCB'nin yıkıldığı 1991 yılından günümüze kadar devam eden göç sürecidir.

     Ahıska Türklerini vatanlarından ayıran 1944 Sürgünü de II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru gerçekleşmiştir ve bu savaş sürgünün başlıca nedenidir. 1989 Fergana Olayları da esasen etnik temelli ve doğrudan Ahıska Türklerine yönelik bir çatışma olmuş ve bu olaylar Ahıskalıların dünyanın dört bir yana dağılmasına neden olmuştur. Sovyetler Birliği’nden sonra Özbekistan'da hâlâ devam eden siyasî baskı Ahıska Türklerinin Türkiye'ye göç etmesine sebep olurken, Rusya'daki siyasî baskı ve ayrımcılığa zaman zaman yaşanan etnik saldırılar da eklenince Ahıskalıları ABD'ye ilticâ etmeye mecbur bırakmıştır. Taşındıkları ülkenin yaşam şartlarına ve kültürel hayatına alışamadan başka ülkelere göç etmek zorunda kalmışlar, bu da onların toplumsal yapılarının kapalı ve içe dönük olmalarına neden olmuştur. Anavatanlarında olmadıkları ve defalarca göç yaptıkları için içlerindeki korkuyu atamadıklarından dolayı Sovyet dönemindeki kadar olmasa da dışlanma endişesi varlığını sürdürmüştür. Fakat 1990’lardan itibaren Ahıska Türklerinin dış dünya ile iletişim bağlarının daha da genişlediği görülmektedir. Ahıska Türklerinin sürgün edilmesinin birincil sorumlusu olan Rusya ve Gürcistan'ın onların vatanlarına dönmeleri konusunda duyarsız kalmaları ve vatanlarına münferit olarak dönmek isteyenlerin de Gürcü yönetimi tarafından engellenmesi, Ahıskalıların dünyanın farklı coğrafyalarına dağılmalarına ve farklı yaşam alanları aramalarına neden olmuştur. Ağır sosyo-ekonomik durum ve her ülkedeki farklı toplumsal koşullar dağınıklığı daha da artırmış, bu da karmaşık süreci içinden çıkılmaz hâle getirmiştir. Özellikle Müslüman ve Türk olmalarından dolayı Gürcistan tarafından vatanlarına dönüşü engellenen Ahıska Türkleri son çare olarak Türkiye'ye göç etmiştir. 


KAYNAKÇA

ASLAN, Kıyas; Ahıska Türkleri, Ahıska Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği, Ankara, 1995.

BAYRAKTAR, Rasim; Ahıska: 21. Yüzyılda İnsanlık Dramı, İzmir, 1999.

BUNTÜRK, Seyfeddin; Rus Türk Mücadelesinde Ahıska Türkleri, Berikan Yayınları, Ankara, 2007.

DEMİRAY, Erdinç; ‘’Anavatanlarından Sekiz Ülkeye Dağıtılmış Bir Halk: Ahıska Türkleri’’, Turkish Studies Dergisi, Ankara, 2012.

HASANOĞLU, İbrahim; ‘’Ahıska Türkleri: Bitmeyen Bir Göç Hikâyesi’’, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Sayı:16/1, 2016.

BOZKAYA, Savaş; ‘’Sürgünün Sessiz Tanıkları: Ahıska Türkleri’’, TRT Avaz Belgeseli, Bölüm: 1

ZEYREK, Yunus; Ahıska Araştırmaları, Ankara, 2006.

İSMAİL, Reyhan; Bizim Ahıska Dergisi: ''Babamın Sürgün Hatıraları'', Ankara, 2013.

 

Makale: Fatma Keskin

@müverriheninkaleminden 

Kitap: Onlar Da İnsandı


Ey Güzel Kırım... Can Kırım!

Kırım, Ukrayna-Rusya arasında hâlâ gündemde yerini koruyan, Küçük Kaynarca Antlaşması'yla Osmanlı'dan ayrılan, bir zamanların Müslüman-Türk beldesi.

Her ne kadar Rus şovenistlerinin hoşuna gitmese de Cengiz Dağcı; eserlerindeki tespitlerle sahipsiz kalan, zulüm gören, katledilen Kırım Türklüğünün sesini tüm dünyaya duyuran isimdir. Cengiz Dağcı'nın misyonu Kırım'da yaşanan insanlık dramını dile getirmek ve gelecek kuşaklara aktarmaktır. Kendi doğup büyüdüğü toprakları anlatmıştır yazar, bu sebeple eser otobiyografi niteliğindedir. Onun eserlerinde toprak; var olmanın şartlarından biridir, kutsaldır, anadır, tarih, kültür, gelecek, vatandır.

Kitapta Kırım Türklerinin Ruslar tarafından uğradığı zulüm anlatılıyor. Anadolu'nun herhangi bir köyünden farksız Kızıltaş Köyü'nde yaşanan acıları anlatıyor. Bizim Anadolu insanıyla aynı şekilde geçimlerini sağlayan insanlar; tarım ve hayvancılıkla. Toprak onların canı, hazinesi. Kırım insanının toprağına bağlılığını, merhametini, umudunu, birbirleriyle küsüp barışmalarını, iyi niyetlerinin suistimal edilişini, uğradıkları ihanet ve felaketleri, yaşadıkları acıları görüyoruz. Gerçeklerin, hatta daha fazlasının anlatıldığı hayattan bir roman. Cengiz Dağcı öyle başarılı betimlemiş ki; okurken kahramanların yerine koyuyorsunuz kendinizi.. Bekir gibi saf-iyi niyetli, Enver gibi gözüpek vatansever, Esma anne gibi dili dualı, Ayşe kız gibi umutlu.. Köylülerin deyimiyle ''komolizma'' yani komünizm ve bıraktığı izler...Kollektif üretimi savunan, ''kolhoz'' diye güzelim yurtlara medeniyet (?) getirdiğini zanneden Sovyetler coğrafyanın verimli topraklarını kırıma uğratmıştır.

Akıcı ve sürükleyici bir eser. Çok derin hüzün barındıran, yürek burkan bir üslûbu var yazarın. Zor okudum; çünkü içeriğini daha okumadan biliyordum. Bir edebi eser gibi bakmadım, bir sürgün tanığının yazdıklarını okur gibi okudum. Kâh gözyaşı içinde, kâh öfkeden dişlerimi sıkarak, kâh boğazımda düğümlenen yumruyla.. Milyonları katleden zalim Stalin'in sürgün politikası hakkında bir zaman epey mesai harcadım, makale yazıp sunum yapmıştım. Araştırıp okuduklarım, sürgün hatıraları, belgeseller, kaynak kişilerin gözüyaşlı ifadeleri beynimden silinmiyor, silinmeyecek. O kanlı yılların acısı onların hafızalarındaki yerini koruyor. Sürgün üzerine birçok eser yazılmıştır ama hiçbiri Cengiz Dağcı kadar etkili olmadı. Yaşananları gerçek yönleriyle ele alması nedeniyle edebiyat çevreleri, Cengiz Dağcı'nın romanlarını tezli roman sayıyor. 

''Onlar da insan.. diyerek acıyıp iki Rusu evine alan Bekir amca, kendi şahsında Türklüğün ruhundaki hoşgörüyü, merhameti simgeliyor. II. Dünya Savaşı, Rusya'nın gelişme hareketine başlar, yollar yapar ama o yolların yapımında nice erleri telef etmiştir.. Yere batasıca komolizma önce asfalt yapıyor köye, sonra gerçek yüzünü gösteriyor. Birileri de hâlâ komünizm propagandalı şiirleri övsün dursun.. Adı batsın eli kanlı Stalin'in, Lenin'in.. ''Kalbini gözlerinden görüyorum ben, onun bakışında merhamet var.'' diyor dili dualı Esma anne. Karşısındaki insanı öyle gören insanlar, kendileri gibi.. Esma annenin şu duası ne kadar nahif.. ''Tanrım! Onlar da insan! Acı onlara, kendileri gibi başkalarının da insan olduklarına inandır onları.'' Kendilerine zulmedenlere dua edecek kadar yüce gönüllü insanlar.. Kabahat kimde mi? Yediği kabı pisleyen, insanlığı göremeyecek kadar kör olan kalplerde. Okuyanlar hak verecektir, yeri geldi, hümanistliğin de bu kadarı fazla diyerek isyan ettim. Yazarın bizzat tanık olduğu zulümler karşısında engin bir empatiye sahip oluşuna şaşıracaksınız. Bekir'in ineği ''küh küh kızım Macik'', boğa yavrulacaktı.. kıydılar. Türmelere attılar insanları, Niyaziciği aftanabile kurban ettiler.. Kuşkaya'yı Bekir'in üstüne devirdiler., Ayşe kızı yavrusundan ayırdılar.. Dağ gibi Enveri yıktılar..

Kitabın sonlarına yaklaşırken okumak daha da zorlaşıyor ve artık yutkunamıyorum. Vatan toprağında can vermek isteyen Enver'in son sözleri canımızı yakıyor: ''Gidin.. Kırım'ın sevgisini, Kırım için dökülen kanları, gözyaşları, Kırım'ın acısını beraberinize alın, kalplerinizde götürün. O güneşin doğduğu yerlerde kalplerinizi Türk kardeşlerinize açın. Söyleyin onlara: Biz hayatta hıyanetlik, küfür nedir bilmedik, deyin. Hak ve adalete inandık, deyin. Çalmadık, yakmadık, öldürmedik, düşmanlarımızın her zulmüne katlandık, deyin. Düşmanlarımızı da insan sandık ama başımıza neler getirdiler, deyin. Ne felaketlere uğradık, deyin. Anlatın, anlamalı onlar, bizim akıbetimize uğramak istemezlerse anlamalı onlar.'' Zaten bu dünyada insan önce empati yapsa, karşısındaki kişiyle duygudaşlık kursa kimse kimseye acı çektirmez-di..

Onlar Da İnsandı.. ama bir farkla; kimseye zararı olmayan, insan ayrımı yapmayan, kapıları kilitsiz, temiz ve yüce gönüllü insanlara zulmü revâ görenlerin sûreti insan olsa da ruhu şeytandı. 
Kitaba ön yargıyla bakanlar kendilerine şu soruyu sorsun: ''Havasına, suyuna, taşına, toprağına aşık olduğunuz, toprağı atalarının kanıyla sulanmış yurdunuzdan göç ettirilseydiniz, siz ne hissederdiniz?'' Kendi başına gelmeyince inanmayan insanlar var ne yazık ki.. Bunlar yaşandı maalesef.. Kırım Tatarları ve Stalin'in zulmüne uğrayan diğer bahtsız halklar yurtlarından bir gecede sökülüp bitip tükenmez bilmez bir yolculukla vatanlarından uzağa sürüldüler. Onları tanımak adına okumaya başlayabilirsiniz. Tarihle ilgili eserleri sıkıcı bulabilirsiniz, size hitap etmiyor olabilir ama vasat diyemezsiniz. Bunlar yazılı kaynak bir bakıma.. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşının bu günlerinde o coğrafyayı, tarihini, en önemlisi kültürel bağımız olan insanlarını anlamak için kitabı tavsiye ediyorum. Zaten MEB'in 100 Temel eseri arasında yer alıyor, bildiğim kadarıyla.. Cengiz Aytmatov'un eserleri tadında, uzun ve etkileyici betimlemeleriyle insan ruhunda iz bırakan bir eser.

Sürgünle ilgili TRT'nin yapmış olduğu ''Büyük Sürgün Kafkasya'' belgesel dizisini tavsiye ederim. Ahıska Türkleriyle ilgili olsa da sürgün hakkında fikir verecektir. Başlığa adını koyduğum Kırım ağıdı: ''Ey Güzel Kırım''

Umarım Kırım hak ettiği bağımsızlığına kavuşur, diyerek yazımı sonlandırıyorum. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Onlar Da İnsandı
Yazarı: Cengiz Dağcı
Türü: Roman
Sayfa: 480
Yayınevi: Varlık Yayınları

...
Bekir, şose kenarına kadar gitti, ineğini taş duvardan sarkan incir dalına bağladı, yanı başındaki taşa çöktü. Geçitten esen hoş serinliği içine doldurmak ister gibi, gömleğinin düğmelerini çözdü; kahverengi, kuzu derisi kalpağını arkaya attı. Solda yükselen dağların sırtındaki yaylalara, Ayı Dağ'ın eteklerine, Karadeniz'in sessiz yalılarına bir göz attı. İçinin bütün duygularını dile getirmek ister gibi : 
''Mübarek topraklar, mübarek topraklar !'' dedi.

- Allah, tek bir tane verdi bize... Çokun derdi çok olur, azın derdi daha çok olur.

- Ama Allah'ın işine karışılmaz: Boğa dersin, inek çıkar, inek dersin boğa; bilinmez hiç! On beş sene evvelisi oğlan olsun diye can atardım; sonunda ne oldu, kız oldu. Kabahat kimde? Ne bende, ne de Esma'da. Allah'ın isteği kız imiş, kız çıktı . Eh, ne çare! Oğlan olsun, kız olsun, eli-ayağı düz olsun! 

- ''Bak şu şeytan arabasına! Suyu bitti mi hemen durur, benzemez bizim ata! At susuz da çeker, yemsiz de! Acıkırsa çöz koşumlarını, kaldır hamutunu, bırak otlağa ! Ama aftanabil başka! Suyu bitti mi inad eder, kamçı değil, hiçbir şey kaldıramaz yerinden. İnsan aklı her yerini yaptı, suyuna çare bulamadı.''

- Ne bileyim, belki müslümandır.
- Sen öyle her gördüğün sakallıyı baban sanırsan atsız, arabasız kaldığın gibi topraksız, evsiz de kalırsın! (Fazla iyi niyet, kendine ihanettir..)

- Hoştu akşamlar; akşamlarda insanları kendine çeken, dertleri, yorgunlukları , kasvetleri unutturan bir kuvvet, tatlı bir boşluk vardı; akşamlar gecenin gözleri' gibiydi; her yeri görüyor, her yere uzanıyor, her yere dalıyorlardı. (Kapısını örtmüş şehir ve akşam çekilmiş asûde inzivâsına..)

- Neyse, genciz, kusura bakma, Bekir Ağa! Yavaş, yavaş sırayı da öğreniriz, sırrı da.
- Sırrı mırrı yok. Sırdaş aramak, sırrı yaymak içindir. Bu lâfı bir başkasının ağzından duyarsam gözünüzü patlatırım. Hem senin, hem Remzi'nin . . .

- ''Güzel olmasına güzel, ama güzelin talihi çirkin olur!''

- Biliyor musun, Nogaylıkta köylülerin topraklarını alıyorlarmış Ruslar. Şehirden gelenler söylemişler. Veririm ben onlara toprak! Atamın toprağına burnunu sokmak isteyen cenabetin gözünü patlatırım vallahi! Ezerim de leşlerini gübreye gömerim. Toprak vermek haa! Kime? Komolizmaya! Altın ile zor alınan şey besbedava verilir mi, Bekir Ağa? (Komünizmin halka yansıması)

- ''Hey gidi gençlik! Kıymeti ihtiyarlıkta bilinir.''

- ...Allah kerim, korur müslümanlarını, diye düşünüyor, fakat Molla İreceb'in ''Allah tembelleri helak eder'' sözünü hatırladıkça kendi tembelliğini, gevşekliğini ansızın anlamış gibi kalbi daralıyordu..

- Düşenin dostu olmaz, dedi. Düşenin dostu olmaz, hele bir düş de gör!

- Evet, onlar da insandı! Pavlenko'lar, İvan'lar, Kostyük'ler, Vasil Dimitroviç'ler, Stepan'lar. Belki bunu gülünç görecekler; ama nasıl görürlerse görsünler ben eserimi tekrar sakin bir dua ile bitirmek istiyorum. Romanımı kapatırken: "Tanrım" diyorum. "Onlar da insan! Acı onlara! Kendileri gibi, başkalarının da insan olduklarına inandır onları!"
Ötekiler, o hayvan gibi sürülüp götürülenler. . . Onlar da insandı!!!

@müverriheninkaleminden