Kitap: Kerkük Gönlümde Aşk Yüreğimde Sızıdır


                                       ''Dünya böyle bilsin Türk ili Kerkük
Muhabbet bağının bülbülü Kerkük''

Kerkük; tarihiyle, kültürüyle, yer adlarıyla, mimarisiyle, altında yatanı, üstünde oturanıyla ''Ben Türk'üm'' diye haykıran bir şehir. Ata yadigârı, efkârımız, murâdımızdır.. Yazarın deyimiyle; gönlümüzde aşk, yüreğimizde sızı.. Türk dünyasının hep hüzünle, acıyla hatırladığı bahtsız diyâr Kerkük.. Şairler şehri, ozanlar yurdudur. ''Mum kimin'' yanan yüreklerin çığlığıdır Kerkük. Bu sebepledir ki türküleri gam ve keder yüklüdür. Kendi öz vatanlarında türlü felâketler yaşayan Türkmenlerin yanık sesidir. Ozanlar ve sanatçılar isyanlarını, yakarışlarını işte böyle dile getirmiştir. ''Mum Kimi Yanan Kerkük'', ''Altın Hızma Mülâyim'', ''Üç Güzel Var Sevilir'', ''Kâr Etmez Ahım'', ''Ağam Süleyman'', ''Kalenin Dibinde Bir Taş Olaydım''... Bu ezgilerin bazılarına konu gereği kitapta yer verilmiş. Türküler duygu arşivimiz.. Kitaplarda, belgelerde olmayan duygular onlarda saklı.. Bu nedenle türküler için Türkmenlerin tapu senetleridir, diyebiliriz. 

Osman Oktay; yazar kimliğinin yanında öğretmen, idareci, şair ve radyo programcısıdır. Pek çok radyo programı hazırlamış, programlarıyla çeşitli ödüllere lâyık görülmüştür. Türkçeyi topluma örnek olarak kullanan kişi olarak Çocuk Edebiyatı dalında ödüllendirilmiştir. Daha önceden Galip Erdem anısına yazdığı Kendini Unutan Adam isimli belgesel romanı vardır. Basılı ve dijital dergi platformlarında yazıları yayımlanmıştır. Yazarımız aynı zamanda bir seyyahtır, Türk dünyasına yaptığı gezileri ve seyahat yazılarıyla da tanınmaktadır. 


Yazarın belirttiği gibi; ''Kerkük, her Türk'ün ezberinde olması gereken bir konudur.'' Konu bağlamında kısaca Kerkük'ün tarihine bir göz atmak gerek. Irak'taki Türk varlığı 7. yüzyıla kadar gider. Emevî ve Abbasî döneminde Irak'a birçok Türkmen savaşçı getirildi. Türkler kısa zamanda ordu içinde yükselerek önemli görevlere getirildiler. Türk boyları akın akın gelerek buralara yerleştiler; onlar için şehirler, saraylar kuruldu. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055'te Bağdat'ı fethedince Irak'taki Türkmen hakimiyeti 1918'e kadar devam etti. Yani Irak, Anadolu'dan önce ele geçirildi. Orta Asya'dan göçen Türkmenlerin Irak'taki dağılımı Selçuklular döneminde son şeklini bulmuştu. Burada Türkmenler, Celayirliler, Kıpçakoğulları, Akkoyunlular ve Karakoyunlular gibi devletler kurmuştur. Burada askerî ve idarî alanda sorumluluklar üstlendiler. Halkla iyi ilişkiler kurdular. Bölgede gerek mimarî gerekse ilim alanında önemli katkıda bulundular. Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk tarafından yaptırılan ve dünyanın ilk üniversitesi sayılan Nizâmiye Medresesi buna en güzel örnektir. Dönemin büyük bilim adamları burada dersler verdi, önemli idareciler yetişti. Osmanlı İmparatorluğu zamanında ise, Kerkük'e Beylik ve Beylerbeyliği statüsü verilmiştir. Hattâ dönemin Osmanlı kayıtlarında Kerkük, Gökyurt olarak anılmıştır. Osmanlı burada mimarî yönden de oldukça önemli eserler hayata geçirmiştir. Osmanlı hâkimiyeti sona erdikten sonra İngilizlerin bu topraklarda kurduğu Irak Devleti, buradaki Türkmen varlığını tanımadı. O günden bu güne kadar da Irak Türkmenleri mâkus talihlerini yaşamakta.. Saddam rejimi her ne kadar yerle bir etse de, bölgedeki Türk izleri yok edilmeye çalışılsa da tarih şahittir. Şu hoyrat ne güzel bir örnek; 

''Kerkük'ün kapısını
Biz kurduk yapısını
Dünya sel olup gelse
Vermeyiz tapusunu.''

Türklerin bir kısmı önceden bir kısmı da bölgeye yerleştikten sonra Müslüman olmuştur. Aslında ''Türkmen'' kelimesi Müslüman olan Türkler için kullanılır. Irak Türkmenlerinin de Anadolu ile yakın kültürel ve dilsel bağları vardır. Okuduğum bir makalede Arap asıllı ABD'li bir akademisyen Said K. Aburish'in şu tespiti dikkatimi çekmişti: 

''Saddam, Kerkük'ü Araplaştırmaya çalışıyordu. Saddam Kerkük'ün bir Arap, Kürtler de bir Kürt şehri olduğunu iddia ediyorlardı. Aslında bu şehir ne Arap ne de bir Kürt şehridir. O şüphe götürmez bir Türk şehridir. Kürtler 1960 yıllarından itibaren planlı bir şekilde gelmeye ve yerleşmeye başlamışlardır.''

Aslında birçok Türk, Arap ve yabancı araştırmacıların, yazarların eserlerinde, resmi devlet kayıtlarındaki bilgilerde Kerkük'ün Türk şehri, nüfusunun çoğunluğunun Türk, konuşulan dilin de Türkçe olduğu belgelenmektedir. Bugün Irak'ta söz sahibi Kürtler, tüm bu kanıtlara rağmen Kerkük'te hak iddia ediyorlar. Neye dayanarak? Teşbihte hata olmazmış, yazarın kalemiyle; dünyanın serserisi, ağababaları ABD sayesinde.. Güç kimdeyse söz hakkı onda..

Kerkük şehri, Saddam'ın zulmünden kurtuldu; ancak bu sefer çapulcu eşkıyaların eline düştü. Tarih boyunca Firavun'a yalakalık, emperyalist devletlere kuklalık yapanlar bir türlü bitmedi. Türkmenlerin üzerindeyse bir kara bulut.. 

Kitabın kapağında geçen ''Kerkük'' adı bile yetiyor, efkârı her dem tüten bir mâzinin yeli gibi.. Sonrasında, bir çocuğun babasına ''Kerkük nerede, babacığım?'' sorusuyla başlayıp babasının elini kalbine götürüp ''Aha, burada oğlum. Tam kalbimde.'' deyişiyle duyguları alt üst edecek bir kitaba giriş yaptığımın farkına varıyorum. Çanakkale Cephesi'nde savaşarak tamamı şehit olan 57. Alayı az çok hepimiz biliriz. Yazar bununla ilgili şöyle diyor: ''Ha Çanakkale, ha Kerkük'te yaşananlar.. Daha can boğazdayken yaralılar çaresizlikten şehitler arasına atılıp mutlak son bekleniyor.'' Tıpkı türküdeki gibi, ''Daha can boğazdayken çektiler salâmızı''.. Bizim tarihimiz bunun gibi yüzlerce olayın tanığı. Çanakkale'de bunlar yaşanıp bitti ama Kerkük'te yıllardan beri yaşandı ve ne yazık ki hâlâ devam ediyor..

Elimdeki eser, çocukluğundan beri Türklüğünden dolayı Saddam rejimi tarafından tutuklanıp türlü işkencelere göğüs geren Kerküklü Avukat Sadun Köprülü'nün hatıralarından yararlanılarak kaleme alınmış bir belgesel romandır. Satır aralarında Irak'taki genel tarihi, orada bin yıl öncesine kadar uzanan Türk varlığı, Türkmenlere uygulanan zulüm, bu süreçte nasıl ayakta kalmaya çalıştıkları, ne olursa olsun Türkiye'den hiçbir zaman umutlarını kesmedikleri ama Türkiye'nin onlara kucak açmadığından bahsedilmiş. Saddam'ın hapishanelerinde dayanılmaz işkenceler altında dahi kimliklerinden, ilkelerinden taviz vermeyen, dostluklarına sahip çıkan, günler geçtikçe nüfusları azaltılan, buna rağmen bir gün gâyelerine ulaşma umutlarına sıkıca sarılan insanların çileli yaşamı anlatılmış.

Tarihine sahip çıkmayan bir devlet, istediği kadar ''Ben büyük bir devletim.'' desin, bu iddiasının içi boştur. Yalnız Kerkük değil, atalarımızdan bizlere miras kalan eserleri korumak, vatan kabul ettiğimiz toprakları savunmak bugün de yarın da öncelikli vazifemiz olmalıdır. Bölgede yaşayan kardeşlerimizin çektiği acılara göz yummak ve sessiz kalmak milletimize yakışmaz. Temennim odur ki, güçlü Türkiye gücünün farkında olsun, önceliklerini değiştirebilsin.

Meşhur bir Kerkük türküsü, ''Altın Hızma Mülayim'' de diyor ki; 
''Yaz günü Temmuz'da
Sen terle men sileyim...'' 

Yaşanan acıların yanında Temmuz sıcağı nedir ki..
Bu terennümleri dinleyince, sözlerine kulak verince hüznü kuşatmaz mı insan yüreğini? Bu türkü Temmuz 1959 Kerkük Katliamı için yazılmış aslında, o sebepten yakarmış yüreğimizi. Ruhları şâd olsun. 

Kerkük; 
bizde vefâ tükendi de sende ümit bitmedi...

''Türkmen'i,
Sev, kucakla Türkmen'i,
Ne suçum, ne günahım,
Hak yarattı Türk meni.''

Kitap, Kerkük konusunda doyurucu bilgilere sahip. Kerkük hakkında yazılanlar, dergiler, siyasetçilerin demeçleri, şiir, türkü ve ağıtları yer yer verilmiş. Yukarıda da belgesel roman olduğunu söylemiştik. Yani gerçek olayların ışığında belgelere, inceleme ve araştırmalara dayalı bir roman türü. Kitabın başından sonuna kadar Kerkük Türkmenlerinin yılmaz savunucusu Sadun Köprülü hakkında araştırmalarda bulunan ve kalemiyle bu amaca hizmet eden Cemal Bey'i zihnimde kitabın yazarı olarak düşündüm. Yazar Osman Oktay bu bağlamda kapsamlı bir çalışma ortaya koymuş; tek bir kişi üzerinden tüm Türkmen halkının çektiği acılara işaret etmiş.. Gerçekten belgesele çekilse çok güzel olurdu. Son olarak Şehit Lider Muhsin Yazıcıoğlu, Kerkük'le olan bağımızı şöyle tarif etmiştir:

Kerkük'te gözünüz var diyorlar. Hayır, insan kendisine ait olana göz dikmez. Kerkük'te gönlümüz var. 

Velhâsıl, okuyun okutturun. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Adı: Kerkük, Gönlümde Aşk Yüreğimde Sızıdır
Yazarı: Osman Oktay
Türü: Belgesel Roman
Sayfa: 303
Yayınevi: Net Kitaplık Yayıncılık

Kitap: Yunus'un Nefesi


Hayata Yunus'leyin bakmak..

Post Yayınları'ndan çıkan ''Yûnus'un Nefesi'' adlı kitap, yazarın Yunus Emre'den esinlenerek yazdığı denemelerinden oluşmakta.

Yazar Cemal Kurnaz, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Hocamızın önemli yönü ise üretken olması. Birçok dergide yayınlanan şiir ve makalesi bulunmakta. Bir Avuç Sevinç adlı bir şiir kitabı var. ''Halk ve Divan Şiirinin Müşterekleri Üzerine Denemeler'' adlı eseriyle Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Deneme ödülünü kazanmıştır. ''Deli Rüzgar Osman Yüksel Serdengeçti'' adlı eseriyle biyografi ödülüne layık görülmüştür. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Ocakları Kültür Armağanı ve ''Bir Köy Vardı'' kitabıyla 2018 Abdurrahim Karakoç Edebiyat ödülüne lâyık görülmüştür. 

Hayata Yûnusleyin bakmayı amaçlayan yazar, Bizim Yûnus'un halka nasıl yansıdığını, gerek kendi bakış açısı ve hissiyatından gerekse anılarından yola çıkarak bir araya getirdiği kitabını bizimle paylaşmış. Kitap; Yûnus'un Nefesi, Bir İçim Su Verdin İse, İçimizdeki Sızı Türküler ve Kadın Ağrısı başlıklarıyla dört bölüme ayrılmış vaziyette.

''Yûnus'un Nefesi'' bölümünde, halk şiiri ile divân şiiri arasında kıyaslama yapılmış. Yazar Divân şairlerinin Arapça, Farsça, Türkçe karışık ve yapma bir dil ile şiir yazdıklarına, ayrıca sarayda oturup halkın içine karışmadıklarından bahsetmiş; buna karşılık halkın dilini kullanması ve duygularını işlemesiyle Halk Edebiyatı'nın bizim gerçek edebiyatımız olduğunu savunmuştur. 
Halk Edebiyatı'nın bir kolu olarak Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı'nda ise ön plânda Yûnus Emre'yi görürüz. Hakk'a olan ilâhî aşkı şiirlerinde en saf ve duru biçimde yansıtan Yûnus Emre, güzel Türkçemizle bizlere güzel bir miras bırakmıştır. Türkçe bizim ses bayrağımız, kutsalımızdır. Yazar bu konuda güzel dilimiz Türkçe'yi haklı olarak bekâ dâvâsı olarak görmektedir. ''Evdeki güzelin kıymetini bilmeyip, dışardakilerin peşinde nefes tüketirsek, bir gün evdekinin çekip gittiğini görürüz.'' Bugün başta sosyal medya olmak üzere, televizyon, reklam unsurları, dükkân isimleri, vb.. birçok yerde yabancı sözcükleri görmek mümkün. Ve bu çok üzücü.. ''Dil giderse il gider.'' İl; yani devlet gider. Türk'çe düşün, Türk'çe konuş, Türk'çe yaz.. Dil hassasiyeti olan biri olarak yazarın ifadelerine katılmakla kalmayıp yürekten alkışlıyorum;

''Biz bir çok şeyi annemizle özdeşleştirmişiz. Anavatan bunlardan biridir. Vatanımıza taciz eden olursa anamıza saldırmış gibi tepki gösteririz. Ana dil de böyledir. Dilimiz taciz ediliyor, ırzına geçiliyor, oralı olmuyoruz. Demek ki bu konuda bir gerileme olmuş. Ana dilimizin namusunu kim koruyacak??'' 

''Bir İçim Su Verdin İse'' bölümünde, yazar ''vermek'' sözcüğünden yola çıkarak yardımlaşma-dayanışma konusuna dikkat çekerek insanlarda farkındalık oluşturmayı amaçlamış. Covid-19 salgınının ilk zamanlarında zor günlerden geçtiğimizi belirterek vermenin ne kadar önemli bir haslet olduğunu ifade etmiş. Buna ''Sağ elin verdiğini sol el bilmemeli'' hadisini örnek vermiş; ancak bir başka sayfada yardımın teşhirinden bahsederken bunların ilan edilmesinin millette güven duygusu oluşturacağını ifade etmiş. Ben burada bir çelişki düşündüm açıkçası. Çünkü ibadetin gizli olanı makbuldür. Bununla ilgili hadis de, yapılan iyiliğin yapandan başka kimsenin bilmemesi, şov amacı taşımamasını vurgular. Günümüzde yardım kuruluşları veya bazı ünlü kişilerce ihtiyaç sahiplerine yardım yapılıyor, bu çok güzel, belki teşvik edici.. Osmanlı biliyorsunuz, incelikler medeniyeti. ''Zimem Defteri'' ve ''Sadaka Taşları'' gibi ince düşünülmüş, kültürümüzün zarif abidelerinden. Konunun içeriğine baktığımızda olması gerektiği gibi, bir elin verdiğini diğeri görmüyor, bilmiyor. Demek istediğim, yapılan yardımı bir başkasının bilmesine görmesine gerek yok, sahibi bilsin yeter. Şova, gösterişe gerek yok. Ülkemizde son zamanlarda deprem veya yangın nedeniyle bu gibi yardımlar fotoğraf veya video aracılığıyla sosyal medyada teşhir edilip, ihtiyaç sahipleri utandırılıyor. Geçmişle bugün arasında çok şeyler yitirdik, bu apaçık ortada. Sadaka veya zekât, bunun gizli yapılması kanaatindeyim..

Öte yandan, ülkemizde her bakan değişikliğinde eğitim sisteminin değişmesi, ''millî eğitim''in içinin boşaltılması, öğretmen ve öğrencilerin oyuncak gibi yalpalanması, her sorunun dönüp dolaşıp eğitime gelmesiyle eğitime olan inancımızı da kırmıştır. Bugün üniversite sınavlarında başarı ortalaması düşükse, okul dışı davranışlarında ''eğitim''in tanımındaki gibi öğrencilerde davranış değişikliği gözlenmiyorsa, okul öğrenciyi cezbetmiyorsa, yetkililerin, özellikle uzman görüşü alınarak yazarın ifadesiyle bu ''çağdaş eğitim??'' in acilen sorgulanması gerekiyor. Söz gelimi, kitapta Millî Eğitim bakanlarının kitapları önemsememesi, bunun da eğitimde neden başarısız olduğumuzu açıklayıcı yönünden bahsedilmiş. Evet, kültürümüz yeniliklere açık; ancak bunun değerlerimizi yok etmeden yapılması gerekir. Sorulması gereken; her yenilik geleceğimize katkı mıdır? Yapılan değişiklikler kültürümüze hitap ediyor mu?

''Kadın Ağrısı'' bölümünde dikkat çekilen konu, kadına şiddetti.. Bir zihniyet, aslında insanlık meselesi.. Ülkemizin son yıllarda daha da artan yarası.. Birlik beraberlik içinde yaşamamız gereken şu dünyada masum canlar katlediliyor. Ve biz sadece üzülerek seyrediyoruz.. 

Ve kitabın en zevk alarak okuduğum bölümü; ''İçimizdeki Sızı Türküler''.. Türk'e ait ezgiler.. Türkülerden ders çıkarılacak o kadar çok şey var ki.. Tarihi, kültürü, dönemin sosyolojik yapısını, insan ilişkilerini, duyguları öyle güzel aktarıyor ki, geçmişten bugüne miras.. Sözlerine, ezgisine, yaşantısına kulak vermek gerekiyor. Kimi zaman mutlu ediyor, kimi zaman içimizi sızlatıyor.. Ama nasıl ki sözlü veya yazılı günümüze kadar gelmiş, bizden sonraki nesillere de kalması gerek önemli bir argümandır türküler..

Hayata Yunus'leyin bakmak dileğiyle.. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Adı: Yunus'un Nefesi
Yazarı: Cemal Kurnaz
Türü: Deneme
Sayfa: 133
Yayınevi: Post Yayınları

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''
@müverriheninkaleminden