Ruhumun Mevsimi Hoş Geldin..

Ruhumun mevsimi.. sonbahar

''Eylül'ü takvimden bir ay zannedenler var.
Oysa Eylül;
Vuslatı mahşere kalmış
Bir hikâyenin adıdır.''

İçimdeki çocuğu bir yaş daha büyüttüm bugün... 
Dünyaya alışamamış, büyümeyen çocuklara armağan ediyorum...

Ruhum Sonbahar

Her insan, mevsiminin ruhunu taşırmış.
Eylül gibiyim..
Hüznüme umudumu katık etmişim..
Bir zamanlar çiçeğe duran dalından,
Gurbete düşmüş kuru yaprak misâli
Savrulmaktayım...
Hasretiyim, iflâh olmaz düşlerin..
Vuslata yazılmış baharlar biriktirdim gülüşlerimde..

İçimdeki büyümeyen çocuğu teselli ettim
Salıncaklar kurdum puslu dünyaya
Koştum yokuş aşağı uçmak hevesiyle..
Kırılsa da, incinse de yüreğim
Düşsem de kalkmayı öğrendim.
Zaferler topladım enkazlarımdan..

Hadi gökyüzüne kaldıralım başımızı,
Uzanalım sonsuz maviliklere
Göçebe kuşlara selâm edelim.. 
Vargit çiçeği toplayalım yaylalardan zehrine inat,
İlaç niyetine yaramıza sürelim.. 

Sen, ey sonbaharım;
Onulmaz yalnızlığım,
Bitmeyen telâşlarım,
Ve her dâim sabrımsın..

Tanıdığım ve âşinâ olduğum tüm kalplere;
Yüreğinize yüreğiyle gelenleri misafir edin..
Sevgiyle, muhabbetle.. 
15.09.2013

Kitap: Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı


Hayat sürprizlerle dolu..

Mustafa Kutlu; Erzincanlı bir öğretmen, yazar, yayın yönetmeni ve senarist. Kendine has hikâyeciliğiyle nam salmıştır. O, açık bir sadelikle ele aldığı hikâyelerinde abartılardan, uzun betimlemelerden, sanatlardan kaçınarak ''hikmet''in peşinde koşar. Yaşanan bireysel ve toplumsal çarpıklıklardan hikmetler devşirmeyi kendine vazife bilir. Bizi biz yapan kültürel değerlerimizi anlatır eserlerinde, geleneksel çizgiden taviz vermez. Benim de en sevdiğim yönü bu olsa gerek.. 'Bir zamanlar şöyle idik, bu hâle geldik' şeklinde okuyanı düşünceye sevk eden kıyaslamalara; gelenek-modern, taşra-kent çatışmasına yer verir, geçmişe çokça özlem duyulmaktadır. Eserlerinde dikkat çeken husus ise; bazı kesimlere gönderme niteliğinde olan ülkemizin güncel sorunlarını yansıtmış olmasıdır. Bu hâliyle sanki sosyal mesaj kaygısı güden bir yönetmen gibi gelir bana Kutlu.. Öte yandan sayfalar arasında; gezme tutkusu, ayrıntılara önem vermesi, teknolojiyi sevmeyişi, teknik aletlere mesafeli oluşu gibi yazarın hayatından izler görmek mümkündür. (Örneğin bu eserinde, Erzincan Kemaliye'den İstanbul'a göçen bir aile olarak bahseder kendinden.) Hikâyelerindeki kahramanlar Cemil Meriç'i (Kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim.haklı çıkarır nitelikte, gerçekte var olamayacak kadar iyi, dürüst, hayalî kişiler olduklarını düşünürüm. 

Mustafa Kutlu kitapları şahsımda hep ''huzur'' hissi bırakmıştır. Onun eserlerini okurken zaman nasıl geçiyor, kitap nasıl bitiyor anlamazsınız. Kutlu okurları bilirler ki; yazarın yalın, okurunu sıkmayan, rahat bir anlatımı vardır. Bu açıdan dinlendiricidir. Yazarın okuruyla hasbihâl ediyormuşçasına yazdığı kitapları ilgi çekicidir ve satır aralarında varlığını belli ederek okurlarının ne düşündüğünü tahmin eder, yer yer okurlarına seslenerek müdahalede bulunur. Yazdıklarının arasına kendi düşüncelerini serpiştirir. Bu kitabını yazarken farklı bir teknik kullanmış, kendisini kitabın içine katmıştır. Geleneksel anlatı ile postmodern anlatı iç içe geçmiş şekildedir. Yazar-anlatıcının adının Mustafa olması, eserin gerçek yazarı Mustafa Kutlu'nun kurgunun bir parçası olduğunu hemen belli eder. Buna kurgu içinde kurgu (edebiyat terimi olarak, üst kurmaca) da diyebiliriz. Öte yandan kitapta da belirtildiği üzere; hikâyenin içine alışılmadık bir şekilde tekzip/bilgilendirici not almıştır.

Kitabı kabaca iki bölüme ayıracak olursak, ilk bölümde Gazeteci Mustafa Bey'in, Tahir Sami Bey ile tanışması, onunla sohbet edip hayatını ilginç bulması, sonra da onun hayatını kaleme alışı anlatılır. Tam da bu noktada kitabın da adı olan ana temayı görmüş oluruz: özel hayat.. Kitapla birlikte ''özel hayat'' kavramı için kelime dağarcığımızı şöyle bir yoklarız.. Yazar günümüzdekine tezatla özel hayatın üzerinde hassasiyetle durur, edebiyatın edep çerçevesinde devam ettirilmesi gerektiğini savunur ve bu bağlamda edebiyat kelimesinin kökeni olan ''edeb''i işaret eder. Hemen hepimizin sosyal hayatının yanı sıra bir de özel hayatımız vardır ve özel hayatın bireyselliği, mahremiyet konusu kültürümüzde çok önemlidir, herkesle paylaşılmaz. Bu bakımdan Gazeteci Mustafa Bey, Tahir Sami Bey'in hayatını çay sohbetine katık ederken onun anılarını kitap haline getirmek istemesi Sami Bey'i bir anda haklı olarak rahatsız eder ve buna karşı çıkar. Ancak Tahir Sami Bey, her ne kadar bu özel hayatının dışarıya servis edilmesine sıcak bakmasa da; yazar, geleneklerimiz, ahlâkımız gereği özel hayatın gizliliğinin barındırdığı kutsallığı ifade ederek mahremiyet sınırlarına uyacağına dair söz verip onu yumuşatmayı başarır. Böylece Tahir Sami Bey'in hikâyesini yazmaya başlar.. Kahramanın araya girip doğruları vurgulamasıyla bu sefer yazar, ona verdiği sözden önce edebiyatın kurallarına bağlı kalarak kurguya devam eder. Nihayetinde bu bir hikâyedir ve gerçeği tıpatıp yansıtmaz; yazar, kişi ve olayları kendince işler. Bu noktadan sonra hikâyenin ne kadarının gerçek, ne kadarının kurgu olduğunu, yani yazarın Tahir Sami Bey'in hayatının ne kadarını değiştirerek yazdığını bilemeyiz ve bu bilemeyiş kafamızda hep bir soru işareti olarak kalır. İkinci bölümde ise Sami Bey'in gerçek hayatı ile kurgu arasındaki hikâyeye tanıklık ederiz. 

Hikâyenin başkahramanı olan Tahir Sami Bey; sakin, durgun, kendi hâlinde, kitap sevdalısı, çocukluğunu yaşayamamış, hep büyüklerle oturup kalkmış ve ablalarının tahakkümü altında yetişmiş, bu yüzden hep olgun davranmak zorunda kalmış silik bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Baba mesleği ciltçiliğe devam ederken zamanın koşulları gereği arşiv memurluğuna geçiyor. Kitaplara olan düşkünlüğü yönüyle kitapseverleri kendine ısındırıyor. Kitaplarla yoğrulmuş Tahir Sami Bey'in hayatı da kitap gibidir, desek yeridir. Onun kitap düşkünlüğü öyle bir aşamaya gelmiştir ki; ''Kitap aşkı başka sevda kaldırmaz. Kitapsever mücerret bekâr kalmalıdır.'' inancıyla evlenmez. Tahir Sami Bey aynı zamanda, Anadolu-köy kültürüne meraklıdır. Köylerle ilgili araştırma yapmak ister. Köylerle ilgili kıymetli yazınları toplayarak ''köy koleksiyonu'' oluşturur; maniler, türküler, unutulan eski âdetleri bir dergide tekrar gündeme getirerek modern dünyanın unutturduğu değerleri tekrar hatırlatma çabası içindedir. Bu noktada köy ve köy sorunlarının akademik camiada görmezden gelinmesi ve bu konuda yapılan ilmi ve kültürel faaliyetlerin hak ettiği değeri görmemesi (bahsi geçen köy dergisinin tutmaması) haklı olarak eleştiriye tâbi tutulmuştur. Hem; ''Bu memlekette kültüre hizmet edenlerin kadri ne zaman bilinmiş ki..'' Hazin bir şekilde hayatı sona eren Tahir Sami Bey, ömrünü adadığı gâyesine ulaştı mı ulaşmadı mı, okurun zihninde soru işareti bırakıyor. Yazar, geleceğe atıfta bulunurken bazı şeyleri meçhul bırakmayı tercih etmiş. Mustafa Kutlu hikâyelerinin bir başka özelliği, fâni dünyanın geçiciliğini yansıtmasıdır. Hikâyelerde sıradan, sade, tekdüze bir hayatı olan kahramanlar anlamlı bir hayat yaşarken bir bakarsınız bir anda ölüverirler. Bu yüzden onun hikâyelerini okuyanlar ölümlere alışıktır. Ölüm yaşamın bir gerçeği olduğu için, yazar bizleri dünya hayatının bir oyalanmadan ibaret olduğunu ve bizim de yapacağımız eylemler hususunda oyalanmamamız gerektiğini ikaz eder bir bakıma. 

Yazar, Tahir Sami Bey'in hayatını üç nesil öncesinden başlatarak anlatır. Onun yalnızlıkla geçen hüzünlü yolculuğuna çıkarır bizleri. Mekânın insan üzerindeki etkisinden bahsedecek olursak devlet dairesi, Tahir Sami Bey'in cisimleşmiş hâlidir bir bakıma; zamana ayak uyduramayan, hayattan umduğunu bulamamış, bir köşede kendi varlığını sürdürmeye çalışan.. Kalabalıklar arasında yaşadığı, alışkanlıklarına bağlı münzevi hayatıyla Tahir Sami Bey'in kişiliği, Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sındaki Raif Efendi ve Gogol'un Palto'sundaki Akakiy Akakiyeviç'e benzer. Dışarıdan alelâde görünen ama içinde tabir yerindeyse ''deli taylar dolaşan'' insanlardan. Burada durup bir düşünmek gerekirse, kendi çevremizde de bilmediğimiz Sami Beylere rastlamak mümkün, haberimiz olmayabilir. Kim bilir.. belki de bu kişilerin iç dünyaları bizim tahayyül sınırlarımızın çok üstünde olabilir, kimseyi küçümsememek gerek.. 

Eser bize Tahir Sami Bey'in özelde hayatı, genelde ise toplumsal yapı ve insanımızın hayata karşı bakışını göstermektedir. Yazar, Tahir Sami Bey'in hayat yolculuğunda aslında bir dönemin panoramasını çizip o dönemi eleştiriyor. Örneğin; modern zamanın teknolojisi ile yok olmaya yüz tutan mesleklerden biri ciltçiliktir. Günümüzdeki matbaa teknolojisi gelişmiş olup, seri üretim yapıldığından bir el zorluğu yoktur. Teknoloji bu yönden fayda sağlarken, zanaat meslekleri ve el emeğine dayalı ruh taşıyan ürünler kaybolup yitmektedir. Bunu şu ifadelerde görmekteyiz: ''Ciltçilik mesleği kan kaybetmeye devam ediyordu. Yazma eserler yok denecek kadar azalmış, onların yerini basma kitaplar almıştı. Basma kitaplar ya kendinden kapalı oluyor veya uyduruk karton kapaklar takılıyordu. İplik dikiş yerine Avrupa'dan ithal edilen tel dikiş makineleri çoğalmış, yayın işi yapanlar maliyeti iyicene ucuzlatan bu usule meyletmişti.'' Başka bir örnek; Doğu ve İslâm kültürünün eşyaya bakışı ile Batı'nın materyalist yaklaşımı oldukça zıttır. ''Bir binanın mimarisi önemlidir, bu doğru; ama o binada yaşananların yanında nedir yani.'' diyerek anlatıcı yazar, binanın içinde geçen yaşanmışlıkların yanında mimarinin çok da önemli olmadığı kanaatindedir. Yazar ayrıca eski devlet daireleriyle günümüzün modern ofis anlayışını kıyaslayıp eleştirir. Bir emeklinin bir kahvehanede konuşacak insan bulamamasına, eski zaman esnaflarının yalnızca mal alıp satmadığı, aynı zamanda dostluğun, sohbetin koyulaştığı dükkânların artık olmadığına serzenişte bulunur. 

Kitapta yan kahramanlardan birinin gazeteci-yazar denilince aklına gelen ilk şeyin magazin olması, modernitenin topluma gereksiz bilgiler dayattığını yüzümüze vurur. Değişen dünya ile insanların hayat tarzının da değişmektedir. Ahşap evler yıkılıp yerine beton binalar yapılmıştır. Satır aralarında ''apartımanların semte sirayet etmesi'' şeklinde bahsedilmiş olup sirayet kelimesinin hastalığın yayılması, bulaşması anlamlarından hareketle apartmanların şehirlerimize bir hastalık gibi yayılmasını, doğal olandan uzaklaştığımızı, sunileştiğimizi acı bir şekilde gözler önüne serer. Modern dünyada paraya tamah etme, refaha kavuşma, servet sahibi olma ile birlikte değerlerimizden (kültürel mimari) vazgeçilmiştir. Dikkat çeken başka bir husus; Tahir Sami Bey'in köy dergisi için yazdığı bir yazıda tarımdan bahsedilmekte, Türkiye'nin daha düne kadar kendi kaynaklarıyla kendini besleyebildiği güçlü bir ülke iken bugün buğdayı bile ithal edecek duruma düşmesini eleştirir.

Mustafa Kutlu bir konuşmasında şöyle diyor: ''Kahvehanelerde geçti benim ömrüm. Yazdığım, okuduğum her şeyi kahvehanelerde yazdım. Fon müziği gibi gelirdi bana. Konsantrasyon çok fazlaydı. Hem yazarken hem okurken hiç etkilenmezdim. Bana çok iyi gelirdi yani. Bu geçen dönem içerisinde bu insanlarla ama her türlü insanla içli dışlı olmam bana çok büyük bir kütüphaneler dolusu tecrübe kazandırdı, bilgi kazandırdı. Ben Türk insanının tanıyorum. Bizde bir sürü yalnızlık romanları falan filan yazılıyor. Yalnızım, çok yalnızım, çok kötüyüm, durumlar ne olacak falan diye. yok böyle bir şey yani. Yalnızlık Allah'a mahsus. Biz, bizim kültürümüz yalnızlığa izin vermez. Kitaplarımın sevilmesinin, tutulmasının, çok okunmasının bir tek sebebi vardır. O da samimi olmaktır.''
Hakikâten samimi olmak okuyucuyu yazara daha çok yakınlaştırıyor. Bir kişi okuduğu hikâyede kendinden bir şeyler buluyorsa, hele içinde kalan dile getiremediği duygularına rastlıyorsa onu benimsiyor, sahipleniyor. İşte Mustafa Kutlu'nun hikâyelerinin sevilmesin asıl sebebi budur. Doyum vermekten ziyade diğer hikâyelerini okumaya teşvik eder niteliktedir.  

Kutlu, yine bir röportajında ''Hikâyelerimde de sinematografik bir anlatım vardır. Hemen hepsi film yapılabilir kitaplardır..'' der. Okuyucu işte bu anlatımla, hikâyeyi hem gözünde canlandırır hem de hikâyenin verdiği duyguyu yaşar. Bu bakımdan senaryoya dökülüp iyi bir yönetmen tarafından filme çekilesi bir kitaptır. Bir Kutlu okuru bilir ki, yazarımız eserlerinde öz geçmişini vermez, önsöz olmaz. Kitaplarında reklamvâri arka kapak yazıları bulunmaz. Sizi doğrudan hikâyenin kendisiyle baş başa bırakır. Kitapları sıkmaz, akıcıdır, rahatça biter; 200 sayfayı geçmeyen, göz yormayan büyük puntolu yazılarından oluşur. Mustafa Kutlu edebiyatımız açısından üretken bir yazar ve kalemini değerli buluyorum, ancak ülkemizde değeri bilinmemekteKitabı bitirdikten sonra, dünyanın bir cevizin içi kadar boş olduğunu hatırlatıyor bizlere.. Okurunda bıraktığı güzel hislerle yerli ve millî yazarımızı kitap dostlarına severek tavsiye ederim. Kitapla ve sevgiyle kalın.. 

''Aziz okuyucu. Cenâb-ı Hakk'ın neyi ne zaman kuluna ihsan edeceğini bilemeyiz. Bu bazen bu dünyada olur, bazen öteki dünyaya kalır. Bize düşen sabır-şükür. 
Unutmayalım ki hayat sürprizlerle dolu''

(Not: Bir meslektaşımdan, Mustafa Kutlu'yu yapmacık, klişe buluyorum, şeklinde yorum okumuştum. Onun Türk Edebiyatı'na kazandırdığı 'edebiyat (ilmü'l-edeb) kelimesinin içini dolduran ürünleri görmezden geldiğini düşünüyorum. Belki de sadece bu kitabını beğenmemiştir. Yapmacık diye düşündüğü şey samimiyet olabilir. Çünkü bu toprakların yazarı, değeri ne kadar bilinmese de.. )

Kitabın Künyesi:

Adı: Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı
Yazarı: Mustafa Kutlu
Türü:  Edebiyat-hikâye
Sayfa: 164
Yayınevi: Dergah Yayınları

Kitap: Kuyu


''Dedim ya… Eylüldü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin..''

Kuyu'yu güzel kılan nedir? Kuyuyu güzel kılan, yazgısıdır.. Bilindiği üzere Hz. Yusuf’un hayatının dönüm noktası kuyudur. 
‘’Yusuf'a talip olan kuyuya talip olur, dünyaya değil.'’ diyor Alper Gencer. 

Yakın tarihimizin dönüm noktalarından biri olan 12 Eylül Darbesi’ni konu alan roman, kanaatimce senaryoya dökülüp filme alınsa pek takdire şayân olur. Batılı ülkelerin bir zamanlar kendi tarihindeki utanç günlerini filmlere döktüklerini izleyerek görüyoruz, aynı şeyi bizim ülkemiz de yapabilir.

Yazar Adnan İslamoğulları, 12 Eylül’e giden yolun kişisel anlatısını genç Yusuf Sancaktar’ın üzerinden anlatıyor. Kitap, ‘’78 neslinin acı çeken tüm anne ve babalarına..’’ ithaf edilmiş.. Ailelerinin karşı çıkmalarına rağmen inandıkları yolda, gönül verdikleri dâvâda yürüyen, hayatları oradan oraya savrulan gençlerin 12 Eylül darbesi öncesinde içinde bulundukları ülke şartları, çevre etkenleri, kararları-seçimleri, iç muhasebeleriyle; bu süreçte aileleri, arkadaşları ve örgütle olan gelgitleri güzel bir şekilde yansıtılmış. 

Kitabın adı da gayet yerinde olmuş; okurunu dipsiz bir kuyu gibi içine çekiyor ve sürüklüyor. Darbe döneminin arka planındaki gelişmeler, süreci hazırlayan dinamikler karakterler vasıtasıyla deyim yerindeyse nakış gibi işlenmiş. 

‘’İlmin kıvılcımı kuyunun dibindeyse, kuyuya atılınca Cebrail (a.s.) yetişecekse, Yusuf'un çocuk saflığı ve tüm güzelliği oradan çıktıysa, iffetin ve teslimiyetin bir imtihanıysa kuyu ve her çocuk biraz Yusuf'sa, kuyuya talip olan dünyayı unutur. Unutmalıdır. Yoksa ölür kuyuya düşen çocuk.” diyor İsmet Özel.. Bu bakımdan kuyuyu aşılması çetin, çıkılması zor yollara benzetmek, kuyu ile imtihanı sonucunda Yusuf’un asıl hüviyetine kavuşmasını idrak etmek lâzım gelir. Kuyu deyince aklımıza korkularımız gelir. İçimizde bir yerlerde yüzleşmek zorunda kaldığımız karanlık korkular.. Bir taraftan içimizin en derin kuyularında unutup gittiğimiz nice anılar, insanlar var.. Yardım isteyen, kurtuluş bekleyenler var.. Onların sesini bir gün duyar mıyız? Zannetmeyin ki kuyular hep uzakta, hepimizin içinde var o kuyulardan.. Yeter ki çıkmak için ümitsiz olmayalım.. 

Bir Yusuf hikâyesine tanık oldum.. ama Yusuf'tan ibaret değil.. Yusuf'un şahsında kuyunun hikâyesi bir nevi. Kuyunun ise bize aktardığı hikmetlerdir.. Kitap boyunca Yusuf Sancaktar ile birlikte kapılıp gidiyoruz bahtımızın rüzgârına, talihimize ne çıkarsa.. Karakterin dikkatimi çeken özelliklerini belirtmek gerekirse; son derece nezaketli üslûbu, hızlı düşünme kabiliyeti, engin edebi birikimi, akranlarının aksine antikaya ilgisi, olgun davranışlarıyla efendi bir çocuk oluşu. Kitap aynı zamanda bir arşiv niteliğinde.. Yusuf’un bahsettiği birçok kitap tavsiyesi, şiirler, filmler ve şarkıların yer alması bu uzun soluklu romanı tekdüzelikten kurtarmış ve romana renk katmış. Böylece kitabın karakteri çok okuyan, kültürlü, görgü kurallarına vâkıf, gözünü budaktan sakınmayan kişilik olarak karşımıza çıkmakta. Ölümden korkmayan, tehlikeden sakınmayan, memleketine adamış olduğu hayatıyla kuyuya talip olduğunu açıkça gösteriyor Yusuf. 

Sayfalar arasında rahmetli Atsız’ın insana şevk ve cesaret aşılayan şiirlerinden:

Gidiyorum, gönlümde acısı yanıkların. 
Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda.. 

Kitabın dönüm noktalarından biri ise, kaderleri birbirine benzeyen Yusuf ve Ender.. Soyu iki farklı coğrafyaya bölünmüş, suyun ötesinden anavatana gelen ailelerin çocukları.. İkisinin ailesi de göçmen.. İkisinin de arkadaşlıkları, sırlarına rağmen birbirlerine olan sadakatleri kardeşlikten öte, gıpta edilecek nitelikte.. Kitap darbe dönemini anlatmakla birlikte Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Kenan Evren, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Uğur Mumcu, Recep Haşatlı gibi bazı önemli isimlere de değinmekte ve yer yer siyasilerin konuşmalarına göndermeler yapmakta.. Fetö gibi dinsel terimlerle, belli başlı ayinlerle halkın dini duygularını istismar edip ikiyüzlü faaliyetlerine devam eden din yapılanmalarını eleştirmekte.. Dinin sadelikten uzaklaştıkça, muhtevası mucizelerle dolduruldukça fitnenin yayıldığını ifade etmekte. Doğrudur ki, tarih bunun örnekleriyle dolu.. Ki bugün hâlâ dini sömürenleri, insanların kutsallarını siyasete, ekonomiye alet edenleri, din üzerinden milleti ayrıştıranları görüyoruz..
 
Adnan İslamoğulları darbe döneminin neticesini şöyle ifade etmiş: ''Kavgaya girmeyen, bir tek fiske yemeyen ve atmayan, üçüncü sınıf tekvando salonlarında trajikomik fotoğraflar veren, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerine karşı ideolojik savaş veren, kurucu kadrolarından nefret eden, Türk tarihiyle ve bizzat Türk kavramıyla kavgalı, dindarlıklarını ve din telâkkîlerini Ortadoğulu anlayışlardan alan üçüncü taraftı 12 Eylül’ün en önemli neticesi…’’ 

Elimdeki bu kitap bir çırpıda okunup kenara bırakılacak nitelikte bir kitap değil, aksine üzerinde derin düşünülmesi, notlar alınması, muayyen zamanlarda tekrar okunması gereken kitaplardan.. Sağcı-solcu adı altında toprağa karışan gencecik binlerce vatan evladı. Yazarın değindiği gibi, sönen ocakların solcu yada ülkücülere ait olmasının bir önemi var mı? Yitip giden Türk Gençliği olduktan sonra.. Bu gençler bir ideal uğruna kavga verdiklerini düşünüyorlar ama birilerinin güçlerini koruması için uğraşıp didindiklerinin farkında değiller.. Kırılan, yok edilen bir nesil.. Ve o neslin kanıyla beslenen birileri.. 

12 Eylül’ün kuyuya düşen Yusuf yüzlülerine rahmet olsun diyelim. Hayalî’nin o muhteşem mısrası gibiydiler:
“Dağlar gibi gençlerdi, âlemde perîşân oldular…”

Velhâsıl, bu topraklar üstünde Yusuf’lar tükenmez.. Çünkü mücadelesini vereceğimiz nice kuyular var.. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Adı: Kuyu
Yazarı: Adnan İslamoğulları
Türü: Tarihî Roman
Sayfa: 461
Yayınevi: Ötüken Yayınları

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Filme Dair: Psikometri

                                         

Türü: Gizem, korku, polisiye, fantastik
Yapımı: 2013 - Güney Kore

Uyarı: Yazı, filme dair mecburi spoiler/sürprizbozan içerebilir!!!

Yang Choon-Dong, üç yıldır dedektiflik yapmaktadır. Polis merkezine kız çocuklarının kaçırılmasına dair ihbarlar gelmektedir. Bir kız çocuğunun kaçırılması ve ardından öldürülmesi ile ilgili bir dâvâ söz konusudur. Polis Yang Choon-Dong, bu olayı incelerken olayın meydana geldiği mahallede bulunan bir duvarda cinayeti resmeden bir grafiti görür. Resmi çizen Kim Joon'un katil zanlısı olduğunu zanneder ve onun ''psikometri'' gibi özel bir yeteneği olduğunu öğrenir. Bu yeteneği biraz araştırınca psikometri yeteneğine sahip hastaların olduğunu öğrendim; bu yüzden filmin ne kadarı fantastik bilemeyeceğim, bana pek inandırıcı gelmedi açıkçası.. Psikometri; ruh ölçümü demekmiş, Parapsikolojinin alt dallarından. Bir nesneye dokunarak, geçmişte o nesneye dokunmuş kişi ya da kişiler hakkında tarihsel bilgi edinebilme. İnanması güç.. (Dokunulan nesneler üzerinden ona dokunan kişiler hakkında bilgi sahibi olma. Ruhsal yapımızla dokunduğumuz her şeye nüfuz edip iz bırakırız. Bu izler tüm canlılar tarafından bırakılan, içerisinde duygu ve anı barındıran ruhsal parmak izleridir.) 

Böylece Polis Yang Choon-Dong, çocuğu kaçıranın izini sürmek için Kim Joon'un bu özelliğinden yararlanır. Polis memuru Yang, bu kaçırılma vak.'asına ilgi duyar, araştırmaya başlar. Kim Joon'un yeteneğini öğrenince onunla işbirliği yaparak olayı çözmeye karar verir. Amacı, öldürülen kız çocuğunun izini sürerek kaçırılan çocuğa ulaşmaktır. 

Kim Joon; doğa üstü, psişik güçleri olan bir genç. Bu özel yeteneğinden dolayı yıllardır kendini diğer insanlardan soyutlamış, okulunu bırakıp saklanarak yaşamıştır. Çocuğun çok özel yeteneği var gerçekten. Filmdeki gibi böyle bir şey mümkün olsaydı, suçlular daha kolay yakalanırdı herhalde. Çocuk gördüklerini polise gidip anlatsa onları inandıramayacağı için suç mahallini duvarlara resmediyormuş. Kuşların gördüklerini okuyup duvara resmediyor bi bakıma. Kuşbakışı çizimler.. 
...
Film deyip geçmemek lâzım, bu film özellikle son yıllarda yaşanan çocuk vak'aları üzerine düşündürücü ve farkındalık oluşturmuş. 

Gündeme aniden bomba gibi düşen çocuk haberleriyle sarsılıyoruz. Elbette bu suçlar sadece ülkemizde yaşanmıyor. Çocukken yaşanan bu kötü travmalar insanlarda kötü birer anı olmanın ötesinde bazı kalıcı hasarlara da yol açabiliyor. Filmlere ve kitaplara konu olan bu sarsıcı olaylar hakkında birtakım önlemler almak yerinde olacaktır. Çocukların istismar, kaçırılma ya da kaybolma riskini azaltmak için çocukların uyması gereken kurallar hayati önem taşıyor. İşte bu kuralları içeren Volkan Çolakoğlu'nun (Çocuk İstismarı ve İhmaliyle Mücadele Derneği İcra Kurulu Başkanı) hazırladığı 14 maddeden oluşan Çocuk Takvimi:

1. Yalnız yerler güvenli değil. Ben hep arkadaşlarımla oynarım!
2. Tanımadığım kişilerden şeker, hediye almam!
3. Ailemden izinsiz arabalara binmem!
4. Yardım istersem, üniformalı birinden isterim!
5. Kendi adımı, annemin adını, babamın adını bilirim. Telefon numaralarımızla adresimizi de bilirim!
6. Su birikintisi, kuyu, havuz, nehir veya denize yanımda yetişkin olmadan yaklaşmam ve girmem!
7. İstemediğim şeylere hemen ''Hayır'' derim!
8. Tedirginsem hemen oradan uzaklaşırım, kaçarım!
9. Yabancı biri bana dokunursa, buna izin vermem. Biri bana dokunduğunda kötü hissedersem de ''Hayır, bana dokunma!'' derim. Bu, benim en doğal hakkım!
10. Sesim, alarmımdır benim. Tedirginsem, korkarsam hemen bağırırım. Çekinmem!
11. Başkalarıyla konuştuklarımı aileme söylerim!
12. Bir yere gitmeden önce aileme sorarım!
13. Korkarsam, kendimi kötü hissedersem, hemen birine söylerim!
14. Büyük biri benden yardım isterse yardım etmeden önce ailemden izin alırım! 

Bu listeyi evde çocuğun odasına asmalı ve daha küçük yaştaysa bunları ona tembihte bulunmalıyız. Ayrıca uzmanlar; 'çocuğum evin önünde, bahçede oynuyor.' diye rahat olunmaması gerektiğini söylüyor. Unutmayalım, tedbirli olmak hayat kurtarır!