Kitap: Kur'an, Tevrat ve İncil'in Sümer'deki Kökeni


Ne taarruz ne müdafaa, sadece tetkik ..

İnananlar için kafa karıştırıcı ve sarsıcı bir kitap. Kur'an'dan âyetler, Tevrat ve Sümer dini ve kanunları karşılaştırılarak oluşturulmuş bir eser. Okuyanlar görecektir ki, bazı yorumlar zorlama ve tutarsız. (Yabancı kaynaklardan alıntı yapmak, yabancı yazarların haklı olduğunu göstermez!) Kaynaklar yetersiz. Örneğin; Muazzez Hanım'ın (daha kitabın başında) aralarda kullandığı ''bir kitapta okumuştum.'' ifadesi sonrası kaynak göstermemesi hiçbir ilmî çalışma için geçerli değildir. (Birçok konuda kaynak gösterip bu ifadelerinde neden kaynak göstermemiş acep?) 

Nuh Tufanı, ilk yaratılış, dinlerin karşılaştırılması, başörtüsünün tarihi gibi birçok konu yer alıyor. Örneğin; eski zamanlarda başörtüsü bir saygınlık belirtisiydi ama yazar yazıya direk başörtüsünün genel kadınların diğer kadınlardan farklı olduğunun bilinmesi için olduğunu belirterek başlamış. İslâmda ise başörtüsünün basitçe 'erkekten kaçınma' olarak geçtiğini söylemiş. Oysaki İslâmiyet'te örtünmenin amacı; başkasının bakışlarından ve etraftaki günahlardan korunmak, erkeklerin gözlerini sakınması kadınların ise iffetini koruması içindir. Ayrıca başörtüsü sadece İslâm dininde değil, Yahudilik ve Hristiyanlık olmak üzere eski toplumların inanışlarında da yeri vardır! Öte yandan, Hz. Meryem'e ithafen Türk destanlarında olduğu gibi çeşitli halkların efsanelerinde de ilginç gebe kalma hikâyelerinin mevcut olduğu ifade edilmiş. Yazar ayrıca Sümer efsaneleri, Tevrat ve Kur'an'ı karşılaştırayım derken konuların Kur'an-ı Kerim'de çok yüzeysel anlatıldığından (hatta Tevrat'ta geçen hikâyelerin Kur'an'da yarım yamalak anlatıldığından) dem vurmuş. Kur'an zaten az ve öz anlatır. Bunu din âlimleri daha iyi bilir ki, daha iyi anlamak için tefsirinden faydalanıyoruz. Dahası yazar yabancı bir yazarın (Robert Cooper) fikrini ortaya koymuş: ''İlk insanın çamurdan meydana geldiğini, hayat nefesi verilerek canlandığına inanmak... ancak barbarların yaşadığı çağa ait olmalı.'' diyor. İnanmayanlar olabilir, inananlara çamur atmasınlar yeter ki.. Adı geçen yazar kitabın başka bir yerinde Tanrı bildirisinin uydurma olduğunu, Tevrat'ı Hz. Musa'nın yazdığını, Eyüp Peygamber'in hikâyesinin Yahudilerde olmadığı için dâhice yazılmış bir kompozisyon olduğunu söylüyor. Diğer yandan yazarımız, Sümer'de aşk ve bereket tanrıçası İnanna ile Çoban tanrısı Dummuzi'nin birlikteliğini defalarca anlatmış, acaba dedim kaçırdığım daha ayrıntılı bir yer mi vardı diye düşündüm, yok zaten bilinen aynı efsaneyi kitabın her yerinde anlatmış. Kitabına kaynak olarak aldığı Turan Dursun ve İlhan Arsel kitaplarının ufkunu açtığını ifade etmiş, bu yazarların güvenirliğini tam olarak bilmiyorum, kitaplarını okumak gerek elbette ki Muazzez Hanım'ın garip yorumlarını anlamak açısından. 

Şu da var ki, efsaneler uzun çağlar içinde mekâna göre, ağızdan ağıza dolaşırken insanlar onları kendi algılarına göre çeşitli şekilde yorumlamışlar. Dinlerin de, kültürlere etki ederek toplumların düşünce ve hayal gücüne göre şekillendiği anlatılmış. Yazar öyle başlıklar atmış ki, sanki kasıtlı olarak hoşnutsuz bir şeyi ispatlama çabasında. (Bkz. İbrahim Peygamber, Karısı Sara'yı Neden Firavun'a Sundu? ..) Peygamberler hakkında saygısızca yaptığı öznel yargılarını tasvip etmiyorum.

Evet, yazar bir Sümerolog.. ama akademisyen olmadığını kendisi de söylemişti.. Çivi yazılı tabletler üzerinde yaptığı çalışmaları tebrik ediyorum elbette; ancak bir konu hakkında kesin bir bilgiyi o konunun uzmanı verir. Her bilim kendi uzmanı tarafından değerlendirilmeli. Din hakkındaki öznel yorumları hoşuma gitmedi. Okuyanların çoğunun deist veya ateist olduğu yönünde eleştiriler mevcut. (İnancını terk etmek ne kadar kolaysa artık.. Araştırmak isteyenler kitap incelemelerini okuyabilir.) Velhasıl, sorgulayarak okumak gerekir. Karşılaştırmalı bir kitap yazmak için antik eserlerlerden birçok kaynağın olması gerekir, üç beş yazarın kitabı bu konuda yetersiz diye düşünüyorum. 
Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Adı: Kur'an, Tevrat ve İncil'in Sümer'deki Kökeni
Yazarı: Muazzez İlmiye Çığ
Türü: Tarih, araştırma-inceleme
Sayfa: 144
Yayınevi: Kaynak Yayınları

Alıntılar: 

Batıda uygarlıkla ilgili her konunun başlangıcı Yunan'da denir. Halbuki şimdi yapılan araştırmalar bunun yanlış olduğunu, hepsinin kaynağının Sümerlilere dayandığını gösteriyor. (şu her şeyi çalan Yunanlılar)
* Yeni yapılan binalar, içine girmeden önce dinsel bir temizlikten geçirilirdi. Temizlik, atasözlerine bile, ''Yıkanmamış elle yemek yeme!'' olarak girmiş.
* Kimin ne kadar Allah'a yakın olduğunu kimse bilemez.: Kur'an'da, bazı hocaların uydurduğu gibi, başlarını örtmeyen kadınların cehennemde saçlarından asılacakları şeklinde bir ayet olmadığı gibi örtünenlerin de cennete gideceği yazılmıyor. 
* Sümer'de, yeraltındaki ölülerin ruhları için yiyecek ve kurbanlar sunulmazsa, onlar yeryüzüne çıkarak insanlara rahatsızlık veriyorlar. Ölenlerin arkasından çok fazla ağlayıp sızlanmak onları sıkıyor. İslamiyette de ölüler için yapılan dualar, kurbanlar bu inanışın bir devamı. Bizde de "çok ağlayıp ölünün ruhunu rahatsız etmeyin" sözü vardır.
* Evrensel İlkeler: Musa'nın kanununda bulunan anaya babaya saygı, kimseyi öldürmeyeceksin, zina yapmayacaksın, çalmayacaksın, yalan tanıklık etmeyeceksin, komşunun karısına ve malına göz dikmeyeceksin gibi kurallar Sümer kanununda da aynı. (Tevrat - On Emir. Sadece Yahudilikte değil diğer dinlerde de aynı ilkeler)

Kitap: Deniz Kızı


Acılı bir insanın mutlu şeyler yazmasını bekleyemezsiniz..

Kemalettin Tuğcu, usta bir yazar.. Eserlerinde bu toprakların acılı çocukları başroldeydi ama sonunda büyüyüp iyi birer insan oluyorlardı. E acılı bir insanın mutlu şeyler yazmasını bekleyemezsiniz. İşte gerçeklik budur. Eserlerinin bir kısmı filmlere uyarlandı ve bir nesil Kemalettin Tuğcu ile büyüdü.
...

Bilge, Boğaziçi'nde Emekliler Köyü denilen tenha bir köyde yaşardı. Balıkçı Arif Reis'in kızıydı. Bir gün Arif Reis'in kayığı, arkadaşlarıyla birlikte çıktığı balıktan dönmemişti. Bilge yetim kaldığında henüz dört yaşındaydı ama babasını bir gün dönüp gelecek zannediyordu. Öte yandan yalıda bir gece yangın çıkmış, annesi Bilge'yi kaptığı gibi kendini dışarı zor atmıştı. Hâl böyle olunca geçimleri zora girmişti. Doktor Kenan Bey, eşi Saime Hanımla birlikte ana kızı yanlarına yalıya aldılar. Böylece anne Dürdane Hanım, yalının bütün işini üzerine alıp evi toparlayarak Saime Hanım'a yardımcı oluyordu. Bilge büyüdü, okula başladı. Doktor ve eşinin çocukları olmadığı için Bilge'yi kendi kızları gibi seviyor, onun tüm masraflarını karşılıyorlardı. Bilge'nin annesi hastalanıp vefat edince de onu evlatlık aldılar. 

Bilge, denize alışıktı. Yunuslarla birlikte yüzerdi. Yüzmeyi küçükken babasından öğrenmiş, tuttuğu balıklardan muhtaçlara dağıtırdı. İnsanlar Bilge'nin zengin Doktorların yalısına yerleşmesi hakkında dedikodu yapsa da o bu tür söylentilere aldıracak kız değildi. Okuyup Kenan Bey gibi doktor olacaktı. Evlilik yaşına gelince kızın mirasının peşinde olanlar artmaya başladı. Bilge pas vermeyince kıza iftira bile attılar. İşte kötü kalpli insanlar böyledir, kendi istekleri olmayınca karalamaya çalışırlar. Bilge, bunlara aldırış etmeden doğru bildiği yoldan ayrılmadı ve kısmetini buldu. Köşklerde yaşayan zengin şımarık gençlere aldırmadan ahlaklı ve dürüst yaşamını sürdürerek üniversiteyi bitiren başarılı bir kızın romanı.. Kemalettin Tuğcu eserleri mutlaka okunmalı diyorum. 
Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Deniz Kızı
Yazarı: Kemalettin Tuğcu
Türü: Roman, çocuk edebiyatı
Sayfa: 80
Yayınevi: Damla Yayınevi

Alıntılar:

* Hekimlik; hastalık, sağlık, açlık, tokluk, yorgunluk tanımayan bir meslekti. Çağırıldığı hastaya gitmek zorundaydı bir hekim. 

Köyde her şey yoktu, ama ucuzluktu. (Köye mi taşınsak, ottan yemeğimi çıkarırım hiç olmazsa :)

* Kızım, sakatlık insanın kendi suçu, ahlaksızlığı değildir. Bu, bir talihsizliktir. (Her insan bir engelli adayıdır.)

* içleri temiz, ahlakları güzel olmayan insanlar.. Hem ellerini uzatıp yardım etmezler, hem de yardım edenlere çirkef atarlar.

* Yangın bizim yalımızı değil, bütün geçmişimizi ve anılarımızı da yaktı. (Depremde yıkılan evler değil anılardı..)

* Kanunla evlat edinilen çocuklar, öz evlattan farksızdırlar. 
- Elin kızı ele evlat olur mu ki?
- Niçin olmasın? Bizim çocuğumuz olmadı.

* Görmemek yeğdir, görüp divâne olmaktan seni...

* Ayrılmak kolay değil. Ama dünyanın işi böyledir. Doğduğumuz gün ölüme mahkûm olmuşuzdur. Bu dünyanın bir de ahireti var.

* Bu kolay değil, dedi. Rıhtımdan balık tutar gibi hayat arkadaşı tutulmaz. Sonra kiralık ev gibi gazeteye ilan vererek koca da arayamayız.

* Hatırşinastı, saygılıydı, selamını esirgemezdi... (Çok değil, verdiğimiz değeri görsek yeter.)

Dergi: Çelebi Dergisi - Sayı: 4

 Bir güzel ahde vefâ..

Dosya Konusu: Türkmen Ağası Dündar Taşer

"Dündar Ağam, heç çıkmasın ürekten, 
Sayasında dertleşirih iraktan." 

Tarih, kültür ve düşünce dergisi Çelebi, yine güzel bir sayıya imza atmış, ahde vefâ gösterip yazınımıza katkı sunmuş. Cemil Meriç'in ifadesiyle "vicdanını kaybeden bir devrin vicdanı" olmuş müstesna bir şahsiyet. Onun, döneme damgasını vuran tespit ve değerlendirmeleri bugün dahi geçerliliği korumakta. O, üslûbuyla herkesi etrafında toplamış bir gönül insanıdır. Kısa ömrüne rağmen büyük işler başarmış, ülkesini ve milletini çok iyi tahlil etmiş, gerçek mânâda "aydın" diyebileceğimiz bir münevverdir. Ülkemizde böyle nadir yetişen insanlara o kadar ihtiyacımız var ki.. Bu ülkede yaşayıp da vatansever insanların "Ne olacak bu memleketin hâli" diye kaygılanmadığı olmamıştır herhalde.. İşte rahmetli Dündar Taşer bu kaygıyla çıkmış yola. Umarım üzerine titrediği gençlik gibi, hatırâsı genç kuşaklara can suyu olur. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun. Birlik beraberlik içinde, aydınlık güzel günlere diyelim.
Çelebi Dergisi'ni tebrik ediyorum. Emeği geçen gönüller vâr olsun. 
Kitapla ve sevgiyle kalın..

Dilâver Cebeci, çok göresim geldi nerdesin, demiş. Biz de rahmetle yâd ediyoruz. .
"Dündar Ağam, çok görestim hardasan" diyen dostlar okumalı, okutturulmalı.

Alıntılar:

Yetkililere sesleniyoruz: Günümüzde Türk gençliğinin bu durumda olmasının asıl problemi eğitim öğretim düzenindeki noksanların olduğu bilinmektedir. Taşer bu konu hakkında, "Bütün mücadelemizin boşa gitmesindeki asıl sebep millî bir eğitimimizin olmamasıdır. Topyekûn milletin ve önemle gençliğin, eğitim konusu halledilmeden hiçbir meselenin hâli mümkün değildir." diyerek eğitimin Türk gençliği üzerindeki etkisini vurgulamaktadır. (s.374)

* Tarih bir bütündür, pasta böler gibi bölünmez: Geçmişe sövmek, bugünün insanına bir şey kazandırmaz. Osmanlı ile Cumhuriyet'i kavga ettirmek yanlıştır,ikisi de bizimdir. Cumhuriyet'i sevmek için Osmanlı'yı kötülemeye gerek yoktur. Cumhuriyeti kuran kadro, Osmanlı subaylarıdır. Onlar gönüllü olarak Trablus'ta, Çanakkale'de, Mısır'da, Kafkasya'da, Yemen'de savaştılar; "Yemen'de, Trablus'ta ne işimiz var?" demediler. Gün geldi işgal edilen Anadolu'yu kurtarıp devlet kurdular. (s.383)

* Geçmişiyle alâkasız, benliğine aykırı eğitim sistemi: Dündar Bey'in de belirttiği gibi her Türk genci meşrebine, kabiliyetine ve isteğine göre okullarda eğitim görmelidir. Hiçbir balık koşmaya, hiçbir kuş yüzmeye mecbur edilmemelidir. 
Gençliğin asimilasyonunun temeli eğitimin gayri-dini, gayri-milli, gayri-ciddi olmasındandır. Çünkü gayrilerle oluşturulmuş eğitim önce genci, sonra aileyi, sonra milleti ve en sonunda da devleti bozacaktır. (s.135)

Eğitim bu ülkenin en acil konusudur: Türkiye'de eğitim, Tanzimat'tan beri halledilememiş konuların en önemlisidir. Eğitim konusu halledilemeden de, hiçbir meselenin halli mümkün değildir. Her işi yapan insandır. Bütün teknik ilerlemeye rağmen, bir tek insanın değeri azalmamıştır. Zira ileri tekniği bulan da, uygulayan da insandır ve bu insan eğitimcinin eseridir. 
Milli örf ve adetlerimiz, hocaya müstesna bir makam ayırmış, hatta Osmanlı devri ''İlmiye Sınıfı''nı idam cezaları tatbik edilmez bir yücelikte kabul etmiştir. (s.44)

* Önce his, önce inanç, önce bağlılık: Nasıl bir sevgilinin karşısındaki insanın kusurları, çirkinlikleri, yanlışlıkları, fizikî rahatsızlıkları hususunda gözü kör olursa, Dündar'ın Millet sevgisi de böyleydi. O, Türk Milletine aşıktı. Türk Milleti kötü olamazdı, yanlış yapamazdı, kusurlu değildi. (s.15)

* Derin Tarih değil "Sığ Tarih": "Derin Tarih" gibi komplo kokan ve iktidarın "sözcülüğünü" üstleniyor diyebileceğimiz Atatürk ve Cumhuriyet merkezli "sistematik saldırı" niteliğindeki faaliyetleri dikkat çekicidir...sırf Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı sebebiyle savunulmaya çalışılmasına kadar bu düşmanlığın ileri boyutlara taşınmasının psikolojik, siyasi ve ideolojik dayanakları da vardır. 

Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı temelinde kendilerini kurgulayan ve Dersim İsyanı, Şeyh Said İsyanı, Ermeni Tehciri, Rum Mübadelesi, Çanakkale savaşları, İstiklâl mahkemeleri, Lozan ve Millî Mücadele gibi önemli olay ve süreçlerin millî kimliğin oluşumunda tartışma götürmez etkisi bilindiği için Türk kimliği ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bu simgesel varlık unsurlarını olumsuzlama ve değersizleştirme gibi stratejik yöntemler ve tavır alışlar takip edilmektedir. İttihatçılığın darbecilik, derin devlet; Millî Mücadele'nin baş aktörleri olan Kuva-yı Milliye'nin "kanun tanımazlar", "katiller sürüsü", "çeteci"; isyanların katliam gibi tanımlandığı, Çanakkale Savaşı'nın önemsiz lokal başarı; Kurtuluş Savaşı'nın gerçekte olmadığı gibi tartışmalar uzun vadede Türkiye'nin "Yeni Türkiye"ye ikâmesinin ön hazırlıklarıdır. (s.245) Derin Tarih, tek ilgi alanı Osmanlı olan, okurlarına Osmanlı hayranlığı pompalayıp kadim ve milli devletlerimizin tarihini, Cumhuriyeti yok sayan, derinlıkten öte sığ, bilimsellikten uzak ''tarih'' anlattıklarını sanan yayıncılık. Tarihî şahsiyetlere iftira atan Mustafa Armağan, Mehmet Akif ve Millî Mücadele'ye iftira atan Kadir Mısıroğlu ve uzak durulması gereken diğerleri. Bunlar tarihçi değil, araştırmacı yazar sıfatında kişiler. İlber Ortaylı'nın da dediği gibi bunların yaptığı tarih değil, kahvehane sohbetidir.

* Prof. Dr. Erol Güngör: ''İnsanın anlayışlı bir muhatap bulması ne büyük saadettir.'' (s.105)

Dergi: Çelebi Dergisi - Sayı: 2


''Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak''

Dosya Konusu: Türk Bayrağı

Türk Bayrağı, hilâl ve yıldız sembollerinin tarihî kökenleri bakımından Yahya Kemal'in ifadesiyle; ''Kökü mâzide olan âtî''dir. 

Önceden hakkında ciddi bir edebî literatür mevcutsa da Türk bayrağı/bayraklarını toplu bir şekilde ele alan fazla çalışma olmadığı için bu sayıda önemli bir konuya değinilmiş. Ayrıca Türk destanlarında, şiirlerde bayrak temasına değinilmiş. Böylece yazınımızda bayrağa ne kadar önem verdiğimiz ortaya çıkar. Bayrak Türkler için her zaman vatandır, namustur, kutsaldır. Her daim göklerdedir. Bayrağımızdaki hilâl, İslamiyeti simgelerken; yıldız ise bağımsızlık ve Türklüğün sembolüdür. Aziz şehitlerimizin bize emanetidir. İstiyorum ki; bugün yabancı ülkelerde ayaklar altında çiğnenen bayrağımızın bizim için önemine varılsın ve uluslararası ilişkilerimizde artık taviz verilmesin. Bayrağa yapılan saygısızlık o millete yapılmış sayılır. Bayrak yere düşmesin diye ne kanlar, ne canlar verdi bu millet. Bunun idrakine varılsın. 

''Al bayrağın alı kanımız bizim,
Bayrağa fedâdır canımız bizim.''

Çelebi Dergisi; takdire şâyân bir çalışma olmuş. Dolu dolu bir kitap niteliğinde.. Ömrü uzun, okuru bol olsun. Emeği geçen gönüller vâr olsun.. 
Kitapla ve sevgiyle kalın..

Alıntılar:

* Rıza Beşer: 
Benim şanlı bayrağım göklerden inen bir kız
Ki ona şafak rengi ne güzel de yaraşır
İki sevgili gibi kucaklaşan Ay-Yıldız
Alevden saçlarında sonsuz mutluluk taşır 

* O, rengini ne gülden, ne de şafaktan aldı
Uğruna şehit düşen Mehmet'in kanıdır O
Kanı kadar kırmızı, alnı kadar ak kaldı 
Mehmet'in armağanı, her Türk'ün canıdır O

* Arif Nihat Asya: 
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.
(Biz bu şiirle büyüdük.)