Kitap: Sen Benim Diğer Yarımsın


''Ben sana iyi bildiğim bir şey söyleyeyim mi canım? Aşk diye bir şey yoktur!''
''Senin varlık sebebin aşkken sen aşkı inkâr ediyorsun öyle mi? Annenle baban arasında aşk olmasaydı sen olmazdın.''

 İyi de kalmadı öyle eski sevdalar be usta.. Nerde şimdi öyle gül nakışlı, gözü yaşlı, yârini yıllarca bekleyen mektuplu, mendilli sevdalar.. Temiz, hesapsız ve çıkarsız sevgiler nerde..? 
...
Ruh ikizi kavramı, ayna ruh ya da ikiz ruhlar; aynı şeyleri seven, ortak yönlerin çok fazla olduğu kişilerdir. Diğer bir deyişle bir elmanın diğer yarısı deyimindeki gibi kişinin diğer yarısıdır. Bu eşiniz de olabilir, en yakın arkadaşınız da.. Ne güzel olurdu ruh ikizimizi bulsak ve kendimizi birilerine anlatmak zorunda kalmasak.. Hayata aynı pencereden, hattâ aynı yöne bakabilmek mümkün olsaydı... Kaçımızın bizi yargılamasından çekinmeden her şeyini anlattığı, iyi ve kötü gününde yanında olan has arkadaşı var? Kimler biz eşimle çok uyumluyuz, diyebilir? Ben bu yaşıma kadar şahit olmadım. Bu arada ruh ikizi ile ruh eşi kavramlarının aynı anlama geldiğini sanırdım. Önem vermediğimden olsa gerek.. Ruh eşi; farklı olan ama birbirini tamamlayan ruhlar demekmiş. Zıt kutupların çekimi gibi.. Şahsen farklı kişilerin anlaşamayacağını düşünmüşümdür hep, çekim olsa da bir süre sonra anlaşmazlıklar başlayacaktır. Her neyse, Yaradan katında hepimiz aynı kaynağın parçasıyız öyle değil mi? Sadece yaradılışımız, fıtratımız farklı. 

Bir insanın ruh ikizini bulması mümkün mü? Aynı zaman diliminde, aynı mekânda rastlaşıp birbirini tanıması... imkansız gibi bir şey.. Tamam, 'insanlar çift yaratılmıştır' deriz hep ve dünya üzerinde hiçbir bağları olmamasına rağmen birden fazla kişi arasında fiziksel benzerlikler görürüz. Ama ruhen birbirine benzeyen insanların bir araya gelmesi çok nadir olmalı.. Bulanlara ne mutlu..

Kitaptaki ruh ikizi kavramına gelirsek, başkarakterler Poppy ile Noah'ın birbirine yaklaştığı anda felaketlerin ardı arkası kesilmiyor. Aralarındaki duygu yoğunluğu yüzünden yer yerinden oynuyordu. Onlar ne zaman bir araya gelse doğa ana onlara karşıymış gibi sağanak yağışlar, yıldırımlar, depremler, elektrik kesintileri, korkunç fırtınalar, seller filan.. Romantik devam eden kitap, hoopp bir anda fantastiğe evriliyor. Sanki yazar bize ruh ikizimizi bulmanın çokta iyi bir şey olmadığını, dünyayı yok edecek kadar kuvvetli olduğundan bahsediyor. 
Kurgunun içine birtakım bilimsel çalışmalar da serpiştirilmiş ya, inandırıcı gelmedi. Çağdaş romans ve fantastik karışımı bir kitap olmuş. Bu özelliği sebebiyle aklınıza Alacakaranlık serisi gelebilir. Gerçekte böyle şeyler başımıza gelmez, bunlar hep romanlarda olur anacım, dedirten bir kurguydu.

Karakterlerin bir araya geldiklerinde meydana gelen olaylar Poppy'e gerçek aşkın mutlu sonla bitmediğini, Romeo ve Juliet gibi aşıkların kavuşamadıklarını düşündürmüştü. Ki edebiyatımıza baktığımızda aşkta kavuşma olmadığını görürüz. Yenişehirli Avni'nin şu mısrası ile açıklamak gerekirse; ''Sanman ki taleb-i devlet-ü câh etmeğe geldik/Biz âleme bir yâr için âh etmeğe geldik.'' O yâr Allah'tır. O hakiki yâr'dır. Gerçek aşk Allah içindir. Aşkta kavuşma olmaz, aşk sonsuzdur ve ancak O'na lâyıktır. Meseleyi nasıl bir anda ilahi aşka bağladığımı düşünebilirsiniz; ama beşeri aşk ilâhi aşkın yeryüzüne yansımasıdır.

Burada Poppy, aşk diye bir şeyin olmadığına ve aşkın insanlardaki kimyasal-biyolojik çekim olduğuna inanıyor. Aşk denen şeyin anca pembe dizilerde ve romanlarda biz duygusal insanları kandırmak için pazarlanan bir ruh yanılsaması olduğu daha mantıklı geliyor bu devirde. Aşkı inkar etmiyoruz ne haddimize.. Sadece vıcık vıcık olmayan, sevimli, masum sevgilere inanıyorum ben. Aşkı bedenlerde arayıp da adına ''tutku'' deyip basitleşen sevgilere değil.. Bir makalede yazar; aşkın varoluş sebebimiz olduğunu, ilâhi kaynaktan geldiğini, basit bir mefhum olmadığından bahsetmişti. Aşk tutkudan ibaret bir duygu değil; hele günümüzdeki gibi gösterişten ibaret, çıkar odaklı, tüketilebilir hiç değil... vefâ, sadakat, sabır, fedakârlık boyutları var. 

'Kitap, 'büyük lokma ye, büyük lâf etme'' atasözünü çok iyi yansıtmış. Çünkü baş karakterimiz Poppy, yapmam dediği ve alay ettiği şeyleri başına gelince yapıyor. Ayrıca neden romanlarda (çoğunda) ve dizilerde kızlar zayıf, sakar, beceriksiz gösteriliyor da erkekler güçlü, zengin, kibirli, her işte başarılı, mükemmel imajı çiziliyor. Kadının değersiz gösterilmesine katlanamıyorum, bu da ayrı mesele. Burada da Noah; kendini beğenmiş, zengin, her istediğini elde eden erkek, Poppy de zayıf, saf bir kız olarak gösterilmiş. Nerede cinsiyet eşitliği? Ama bir yandan da kızımızın prensipli bir insan olduğu için yaşıtı diğer kızlardan farklı oluşunu takdir ettim. Sürüden olan sıradan olurmuş..

Yıllar önce arkadaşımdan alıp okuduğum bir kitaptı. Yıllar sonra da eski bir sandığı karıştırır gibi anılar geldi gözümün önüne.. Kurgu olarak kendi türünde farklıydı. 536 sayfadan oluşsa da hafif, kolay okunabilir bir kitap. Çok güzel diyemem ama akıcı bir kitap. Başlangıcından sonuna kadar bir senaryo gibi çok rahat canlandı gözümde. Sanırım kitabın bu kadar çok okunmasının sebebi akıcılığı ve yazar Holly Bourne'nin ilişki tavsiyeleri olmalı. Birçok kişinin ağlayarak bitirdiği kitap bende aynı etkiyi bırakmadı ne yazık ki.. çünkü burada anlatılan aşk değil, tutkuydu. Ben ruh betimlemelerini sevdim. Yazarın sanki sizinle konuşuyormuş havasındaki üslûbu da kitaba samimiyet katmış. 

Nereden baksanız bizim romanların verdiği duyguyu bulamadım. Şarklı olarak bizde duygu yoğunluğu daha bir yürekten, daha derin.. Klasik eserleri okuyanlar bilirler. 
Her neyse dünyada birbiri için yaratılmış kaç insan vardır ki? Siz bulabildiniz mi ruh ikizinizi? Kitapla ve sevgiyle kalın.. 

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Sen Benim Diğer Yarımsın
Yazarı: Holly Bourne
Türü: Roman
Sayfa: 536
Yayınevi: Parodi Yayınları

@müverriheninkaleminden

Kitap: Küskün Göl


Anılardır insandan geriye kalan..

''Sizde olur mu bilmem.
Kendimle baş başa kaldığımda ya da gözlerimi kapayıp çocukluğumun elinden tutarak bir zaman yolculuğuna çıktığımda hep benimle olan anılarım vardır.'' 
diyen eğitimci yazar, anılarını sade ve içten bir üslûpla kitabında hikâyeleştirmiştir. Yazar ''Küskün Göl'' adını verdiği kitabında yaşadıklarını akıcı bir dille aktarırken bir arkadaşınızın başından geçenleri dinler gibi merak ve heyecan içinde kitabı okuyorsunuz. 

Çocukluğundan, öğretmenlik yıllarından, babalığı ve dedeliği dönemlerinden, kısaca hayattaki rolleri sırasında yaşadığı zorluklardan bahseder bize. Bu hikâyelerde aslında 50-60 yıl önceki Türkiye'nin, 12 Eylül darbesinin izlerine de rastlıyoruz. Kitapta yazar, bir kurguyu değil, bütünüyle dönemin gerçeklerini anlatırken bir yandan da insanların hayata tutunma çabalarına tanık oluyoruz. Köy, kasaba ve mahallede geçen birbirinden farklı hayatlara uzaktan bakıp kahramanlarla içinizden duygudaşlık kuruyorsunuz. ''Tadı Hâlâ Damağımda'' adlı hikâye, çocukluğuma giderek sokak oyunlarıyla büyüyen belki de son kuşak olmanın özlemini yaşattı.. Küçük bir çikolataya kavuşmanın bile günlerce mutlu ettiği çocuk gibi.. En küçük şeylerin dahi anlamı vardı o zamanlar.. Yokluğun içinde insanların mutlu olduğu zamanlardı.. ''Delâ'' adlı hikâyede parayı, şöhreti, itibârı elinin tersiyle iterek köydeki mütevazı hayatına geri dönen bir klarnet ustasının yaşadıkları anlatılmış. ''Bir Çakmağın Hikâyesi''nde insan ve çakmağın yaşamlarının birbirine çok benzediğinden, eşya gibi insan ilişkilerinde de kalitenin öneminden bahsedilmiş. ''Bir Tutam Çiçek''... hüzne boğan bir hikâye olsa da öğretmenliğin sadece öğretmekle bitmediğini, okulla sınırlı olmadığını, öğrencilerini bir anne-baba gibi gözeten, değer veren, yüreklerinde yer edinen bir meslek oluşunu burada bir kez daha görüyoruz.. ''Bu Defa Tamam'' ve ''Bir Yudum Nefes'' hikâyeleri kısa zaman önce hayatımızı alt üst eden ve hâlâ devam eden Covid 19 virüsünün yaşattığı korku, paranoya, takıntı gibi psikolojik etkileri üzerinde durmuştur. 

Yazarın üslûbunu çok beğendim. ''Dünyanın En Güzel Hikâyesi'' adlı yazısında torununa örnek bir yetişkin olma mücadelesi veren dedenin verdiği karar gibi, yazmak için illâ süslü, sanatlı, ağdalı anlatım olması gerekmiyor; olduğu gibi, temiz bir Türkçe ile, herkesin anlayabileceği sade bir dille anlatılmalı, diye düşünüyorum. Diğer türlü yazılan eserler anlaşılmaktan uzak, çok az bir kesime hitap eder olacaktır. Satır aralarında kendimden parçalar bulduğum, yüreğinizi ısıtacak sıcacık hikayelerin yer aldığı güzel bir eser. Kitap Şuuru ailesine teşekkür ediyorum. 
Kitapla ve sevgiyle kalın..
 
Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Küskün Göl
Yazarı: Ercan Çalışkan
Türü: Hikâye
Sayfa: 174
Yayınevi: Post Yayınları

Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''
@müverriheninkaleminden

Türkülerin Dilinden: Jalghan Ay

 

Geçer gider dünya oy, çarçabucak oy oy
Oynayıp gülmek yaraşır, genç çağında oy dünya oy
Kişi yari kişiye yâr olmaz, oy oy
Balası gibi bağrına basan beni, oy dünya oy.

Yalan oy, yalan oy
Yanmayıp sönen hayal, oy
Yârine lâyıkıyla kalkan olanın,
Canını derde salan, oy
Yazık oy, ne yazık oy
Dünya niye tatlı oy
Yaraşanı üzer/kınar oy
Tuz deminde yad ile oy

Birileri mest semadaki ayı aldığına, oy oy
Dönüştüğünde biri mest, peygambere oy dünya oy,
Sudan taze sütten ak, kim var dersin oy oy
Bu dünyada lekesiz, sabiler yine, oy dünya oy

Çok güzel bir Kazak türküsü ''Jalghan Ay'', ''Yalan Dünya'' anlamında. Aynur Qalay ablamız güzel seslendirmiş. Zaman farklı, coğrafya farklı ama özümüz aynı. Ne güzel insanın içine işliyor müzik aletinin sesi, ne güzel bestelenmiş eser. Ortak sözcüklerle eserin kısmen anlaşılıyor olması bile mutlu ediyor insanı. Öz kardeşlerimizden bu kadar kopuk olmasak keşke..

''Yalan oy, yalan oy
Yanmayıp sönen hayâl oy
Yâre lâyık bir kalkan olanın
Canını derde salan oy''

@müverriheninkaleminden

Sanat Atölyem: Besmele-i Şerîf

Tezhip: Fatma Keskin

Suyun Üstünde Yürüyen Adam

Vakit namazlarını sürekli cemaatle câmide eda eden, Allah'a yürekten bağlı, çok duru gönüllü bir adam varmış. Ama evi, nehrin öbür tarafında olduğu için her vakit namazında nehri salla geçmek epey vaktini alıyormuş. Bir gün, gittiği câmide bir vaaz dinlemiş. Hoca diyormuş ki; ''Allah'a öyle inanıp öyle dayanacaksın, öyle güveneceksin ki her işin kolaylıkla hallolsun. Bismillâh de gir suya, yürü git'' diye de bir örnek vermiş. Adamcağız bunu duyunca bir sevinmiş bir sevinmiş ki.. ''Ohhh'' demiş. ''Kurtuldum artık saldan, vakit kayıplarından. Bismillâh der geçerim karşıya.'' Sevincinden içi içine sığmıyormuş. Aynı zamanda da içinden hocaya kızmaktaymış, neden şimdiye kadar söylemedi bunu diye. Dediği gibi de yapmış, çıkmış câmiden, gelmiş nehrin kıyısına; ''Bismillâh'' demiş ve yürümüş geçmiş karşıya. Artık karısı da kendisi de çok mutluymuş bu yüzden. Bir gün hanımı demiş ki; ''Yarın o hocayı al gel yemeğe, bak o kadar iyiliği dokundu sana.'' ''Olur.'' demiş adam. 

Ertesi gün câmiden çıkınca hocayla anlaşmışlar; eve gidecekler. Hoca; ''Bir sal bulalım'' deyince adam şaşırmış ve; ''Ne salı hocam? Sen demedin mi Bismillâh de, yürü git diye. Ben o günden beri öyle yapıyorum, hadi geçelim.'' Hoca hayret içinde, hattâ dehşet. Neden sonra titrek yüreğiyle, melûl mahzun bakmış adama ve; 

- Ahhh, demiş. Keşke benim imanım da seninki gibi acabasız olsaydı. ben de senin gibi yürür giderdim. O ilim bende var ama o teslimiyetten yok...

...

Bu kıssadan, bir insanın hakikâten inanarak, kendini Allah'a teslim ederek hareket etse her şeyin mümkün olacağı hissesini çıkarabiliriz. Burada besmelenin faziletine de işaret ediyor. Atalarımızdan biliyoruz ki; besmelesiz yapılan her iş, eksik ve bereketsiz olur. Besmele ne demektir? ''Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.. O'nun izni ve emriyle.. Her türlü yardım, kuvvet ve kudret O'ndandır, O yardım etmezse, bu kuvvet ve kudreti vermezse hiçbir şey yapamam, hiçbir işte başarılı olamam.'' diyerek kulun acziyetini ortaya koymasıdır. İşini Allah'a havale etmesidir. Besmele ile ilgili bir hadis-i şerif ise şöyledir; ''Kim Bismillâh'ı gönülden inanarak okursa, onunla birlikte dağlar da tesbih getirir. Ancak ne var ki dağların bu tesbih sesi duyulmaz.'' Gerek dünya gerek ahiretle ilgili hayırlı ve meşru her işe Allah (c.c)'ın adını anarak başlamak, her Müslümanın üzerinde titizlikle durması gereken bir görev aslında.. Her ne kadar insanlar bu sözü evlerin girişine assa da önemli olan kişinin hatırlaması ve önemini idrak etmesi.. Evimin duvarında, gözümün önünde hep görmek istediğim bir hikmet.. Her aşamasında keyif aldığım bir çalışma.

El Sanatları: Sünger Ayıcık

Hala oluşumun şerefine ufak tefek oyuncak girişimlerim oldu. Elim değmişken çocukluğumu hatırladım.. İlk fotoğraftaki pikeyi de abilerine yapmıştım. Yağmur'a da nasipmiş demek ki.. Güle güle kullansın cankuşlarım..
...
Ayıcık için sünger kullandım. Sıva süngeri diye geçiyor, renkli olarak satılıyor. Elimin altında vardı, değerlendireyim dedim. Gerisi zaten hayal gücü olarak geliyor. Biraz ip, kurdele ve oyuncak gözü-burnu. Ev ekonomisi ve hayal gücü bu devirde olmazsa olmaz ;)



Çocukluğumu özledim.. Ne vardı sanki büyüyecek, çok da iyi bir şey değilmiş yetişkin olmak.. Ben böyle hayal etmemiştim bi' kere.. Ne güzel çocuklardık biz, kollarımızı bi' açardık dünyayı kucaklardık.. Uğurböceklerine şarkılar söyler, mısır koçanlarından bebek yapardık.. Belki oyuncağımız yoktu ama hayal gücümüz vardı, kendi oyuncağını kendi yapan ve bu yüzden kıymet bilen çocuklardık biz.. Sanırım her şeyi dolu dolu yaşayan son nesilmişiz, bunu bugün çok iyi görüyorum. Duygusallaşmadan ben kaçayım.. Hoşça kalın..