Kitap: Kitaplarla Söyleşi-2

Kitapları anlatan, buram buram kitap kokan bir çalışma.. 

Yazar Oğuzhan Saygılı ve Kitap Şuuru Hakkında:

Kitabın yazarı Oğuzhan Saygılı, Gaziantepli bir sınıf öğretmeni. TÜRKAV (Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı) Gaziantep Şubesi'nin ve Kitap Şuuru hareketinin koordinatörü. ''Kitap Şuuru'' etkinliği çerçevesinde yürütülen kitap kampanyasıyla Türkiye'nin çeşitli illerini okumaya teşvik etmekte. Oğuzhan Bey, kendisi kitap okumakla kalmayıp okutan, hediye eden, yazan, anlatan, kitaplar hakkında toplantı, söyleşi ve programlar düzenleyen ve bu işini aşkla icra eden bir eğitimci. Yazarı internet ortamında şöyle bir aratırsanız, onun kitap kuleleriyle çekilmiş fotoğraflarıyla karşılaşırsınız. Bu fotoğraflarda gördüğümüz üzere hocamızın evi, tabir yerindeyse ''Kütüphane Ev''e dönüşmüş diyebiliriz. Böylesine huzurlu bir ortamda Oğuzhan Saygılı, ailesiyle birlikte Kitap Şuuru faaliyetlerine devam etmekte. 

''Okunmayan, değerlendirilmeyen, rafta duran kitabın bize hiç mi hiç hayrı yoktur.'' diyor sayın Oğuzhan Saygılı. Bu maksatla, ''Okuduğumuz Kitapları Anlatıyoruz'' etkinliği çerçevesinde Türkiye'nin çeşitli illerine hediye edilen kitapların okunduktan sonra değerlendirilmesinin yapılmasına, böylelikle farklı okurların kitap hakkındaki farklı yorumlarına önem verilmekte. Yazarımızın kendisinin de bu amaçla çeşitli gazete ve dergilerde kitap tanıtım ve tahlil yazıları yer almaktadır. Kendisi, bahsedilen bu etkinlik programının kurucusu ve koordinatörlüğünün yanında, ''Tarih Kritik'' dergisinin yayıncılığını üstlenmekte. 

Bilgiye ulaşmanın birçok kaynağının olduğu günümüzde, insanın bilgi açlığını gideren en güvenilir kaynak yine kokusunu içimize çeke çeke okuduğumuz kitaplardır. Kitap Şuuru kültür hareketinden biraz bahsedecek olursak, ''şuur'' kelimesi, Arapça kökenli bir kelime olup ''bilinç, idrak, anlayış, kavrayış, duyum'' anlamlarına gelir. 'Kitap şuuru' da; kitapları tanımayı, anlatmak istediklerini kavramayı ve kitaplarla bağ kurabilmeyi ifade eder. Bu bakımdan aktif olan Kitap Şuuru, Türkiye'nin en büyük okuma ve okutma hareketi olarak karşımıza çıkmakta. Bildiğimiz üzere zaman hepimiz için değerli.. Gerek kitap, dergi konusunda; gerek film konusunda nitelikli şeyleri gözden geçirmek kaliteli zaman için önemli. Kitap Şuuru bunu önemsiyor ve okurlarına doğru, güvenilir, nitelikli eserler okumayı ve hattâ kitaplar hakkında yazmayı teşvik ediyor. Kitapları geniş okur kitlesinin bilgisine sunuyor, yapılan geri dönüş değerlendirmeleriyle kitabın tanınması ve okunabilirliğini arttırıyor. Aynı zamanda kitaplar sayesinde okur ve yazarları buluşturan güzel bir platform. Bu kültürel hareketin Belediye, Millî Eğitim ve Kültür bakanlıklarınca desteklenerek ülkemizin okur-yazar oranının arttırılması noktasında sahip çıkılmasını önemli buluyorum.

Kitap okumayı alışkanlık hâline getirmiş biri olarak, okumadığım zaman ruhen eksiklik hissederim. Çeşitli sebeplerden aktif olamasam da Kitap Şuuru ailesinin bir üyesi olmaktan memnunum ve kitapların bir araya getirdiği insanlarla gönül bağı kurmaktan mutluluk duyuyorum.

Kitaba Dair:

Kitaplar kendimizi keşfetmek, öğrenmek, ilham almak, fikir edinmek, diksiyonu geliştirmek, duygudaşlık kazanmak ve genel kültürü arttırma bağlamında iletişim kurduğumuz sessiz öğretmenlerimizdir. Kitap tenkitleri de kitaplar kadar önemli bir husustur. Örneğin; kendi açımdan, bir kitabı reklam için övgülerle yere göğe sığdıramayan (genellikle çok satanlarda kapağı hoş ama içi boş kitaplar) tanıtımlar da gördüm, kıymetli olduğu hâlde hiçbir kültürel ortamda adı geçmeyen kitaplar da.. Bu bakımdan Oğuzhan Hocamızın ''kitaplarla söyleştiği'' bu tenkit ve tahlil yazılarını gönülden destekliyorum. 

Yazarın okuduğu farklı türdeki kitapların seçkisi diyebileceğimiz elimdeki kitap, okuruna sözü edilen kitaplara karşı ilgi ve merak uyandırmakta. Aynı zamanda tadı damakta bırakan akıcı üslûbuyla yazar, anlattığı kitabı bize daha okumadan sevdirmeyi başarıyor. Sunuş bölümüyle başlayan kitap 33 güzide eserin tanıtıldığı üç bölümden oluşmakta. Birinci bölüm, ''On Yıllık Savaş Devri 1912-1922'' başlığıyla tarih ve savaş konulu kitap tahlillerinden oluşmakta. Zamana tanıklık eden mektup, günlük, hatıratlar anlatılmış. İkinci bölüm ''İmparatorluktan Cumhuriyete'' başlığıyla bu geçiş dönemindeki önemli kişilerin hatıraları ele alınmış. Üçüncü bölüm ise ''Söz Sanatçıların'' başlığıyla sanatçılar hakkındaki eserlere ayrılmış. Yazar, okuduğu kitapları değerlendirirken satır aralarını okumayı ihmal etmemiş. Kendisi açısından önemli gördüklerini, kitabın varsa eksiklerini düşünceleriyle birlikte okuruyla paylaşmış. Dipnotlar bir kitabın bel kemiğini oluşturur, bu bağlamda yazar kitapta verdiği dipnotlarla okurun kafasındaki soru işaretlerine cevap vermiş, kendi açımdan konuyla ilgili okurunu aydınlatmış. Hatırât okumayı sevdiğim için bu güzide eserlerin bazıları mevcut olsa da, diğerlerini edinmeye çalışacağım. Kitabın okur için bir özelliği de, bir kitapta onlarca kitabı tanıma mutluluğuna erişmek. Kitabın sonunda yazar Oğuzhan Saygılı ile samimi bir söyleşi de yer almakta.  

Bir küçük serzeniş: Bir öğretmen okumalı da okutmalı da.. Öğrencilerine baskı kurmadan okumayı sevdirebilmeli. Kendi okumayan ama öğrencisine okumayı öğütleyen öğretmenler olmamalı. Baskıyla yapılan hiçbir şey kalıcı olmaz. Ben denedim, amacıma ulaştım.. Kısacası okuma alışkanlığı kazandırmak, çocuğa/öğrenciye değer vermek ve örnek olmakla ilgili..

...
Bizim güzel bir âdetimiz var. Allah'ın ihsânına ulaşanlar, insanlara o ihsânın karşılığı olarak tatlı dağıtırlar. Benim için ise baklavadan, tulumbadan daha tatlı bir şey varsa o da kitaptır. Akıl ve gönül kovanından süzülen bal gibi.. Öyleyse, tatlı niyetine.. Okudukça hem ağzımız hem ruhumuz tatlansın diye.. 

Kitap için saygıdeğer Oğuzhan Hocama ve Kitap Şuuru ailesine teşekkür eder, serinin devamını dilerim. Kitapların kudretine inanan, kıymetini bilen, kitaplarla hemhâl olanlara selâm olsun... Sevgiyle, muhabbetle ve kitapla kalın.. 

Kitabın Künyesi:

Adı: Kitaplarla Söyleşi-2
Yazarı: Oğuzhan Saygılı
Türü: Araştırma-inceleme, deneme
Sayfa: 220
Yayınevi: Post Yayınları

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Kitap: Kitaplarla Söyleşi-1


Kitabın başında ''Sunuş'' kısmı ve yazarın mütevazi bir ''Önsöz'' yazısı yer almakta. Kitapların kimliği olan önsözler elbette okunmadan geçilmemeli. Kendisinin şu cümleleri, işini ne kadar severek-aşkla yaptığını kanıtlar nitelikte; ''Bu kitap fakirin ilk göz ağrısıdır. Şüphesiz eksiği, gediği vardır ama yazarken heyecan duymadığım tek bir satır bile yoktur.'' 
Kitabın kudretine inanan yazar Oğuzhan Saygılı, okuduğu kitapların tanıtım ve tahlillerini bazı yerel gazete ve çeşitli dergilerde yayınlamış, daha sonra bu yazılarını kitap haline getirmiştir. İyi ki de yapmış; çünkü bu kitabı okuyunca birden fazla kitap okumuşum, birkaç yazarın hayatına yakından şahit olmuşum gibi hissettim. Okuduklarını sadece okumakla kalmayıp kitapseverlerle paylaşmayı tercih eden yazarın, bu eserinde 41 kitabın tahlili yer almakta. 

''Kitaplarla Söyleşi-1'' dört bölümden oluşmaktadır:

1- Başarı Hikayeleri: Bu bölümde rahmetli Prof. Dr. Halil İnalcık'dan iş insanı Sakıp Sabancı'ya; elektrik çağının mucidi Edison'dan telefonun mucidi Graham Bell'e kadar Türkiye'den ve dünyadan başarı hikâyelerine yer verilmiştir. Buradaki başarı hikâyeleri, inanan ve gerçekten inandığı yolda mücadele eden bir kimsenin amacına ulaştığını gerçek hayat hikâyeleriyle okura sunar. Ayrıca okurların kişisel gelişim kitaplarına olan önyargısı (ben de kişisel gelişim kitaplarına önyargılıyımdır; çünkü insana hep aynı şeyleri tavsiye ederler.) bu kitapların, bireylerin hep pozitif olması gerektiği gibi klişelere yer verdiği ve onların nasihat içerikli, gerçek hayata dokunmayan bir üslûpta yazıldığı vurgulanmış; bu kitapların birebir yaşanmış hayatların yer aldığı otobiyografi, biyografi ve hatıra gibi yazılarla desteklenmemesi eleştirilmiştir. 

2- Batının Gözüyle: Bu bölümde yabancı yazarların, akademisyenlerin, seyyahların ve tarihe göz kırpan elçilerin eserlerinde Türklerin nasıl yer aldığı üzerinde durulmuştur. Bizim hakkımızda olumsuz; ama bir o kadar da haklı tespitlerin yer alması ve o zamanlardan bu zamanlara değişen çok da bir şey olmaması bizim açımızdan çok vahim bir durum..

3- Osmanlı Çökerken: Bu bölümde çeşitli hatırât, günlük ve akademisyenlerin gözünden Osmanlı anlatıları, savaşların seyri, esaret anıları, yaşanmış hikâyeler ve Ermeni Sorunu hakkında iddialara yönelik cevaplar yer almaktadır.

4- Dost Acı Söyler: Bu bölümde de dostumuz, soydaşımız Kazan-Tatar edebiyatının kurucularından Fatih Kerimî'nin hayatı, düşünceleri, Türkiye'yi ziyareti ve bu ziyaretin sonucunda gözlemlerini kaleme almış olduğu ''Avrupa Seyahatnamesi'' ve ''İstanbul Mektupları'' adlı eserleri anlatılmıştır. Yazarın kalemiyle; genelde İslam âlemi, özelde Türklerin düşmüş olduğu duruma karşı içinde çok büyük fırtınalar kopan, yüreği yangın yerine dönmüş bir aydın olan Fatih Kerimi, 1937'de Rus askerî mahkemesi tarafından haksız yere tutuklanmış, idam edilmiş ve daha sonra suçsuzluğuna karar verilip itibarı iade edilmiştir. Yeri gelmişken kendisini rahmetle yâd ediyorum. Ruhu şâd olsun.. Ülkemizde Fatih Kerimî gibi aydınlar olsa, bu milletin makus talihini mutlaka yeneceğinden eminim; bu yüzden Fatih Kerimî, Türk milleti için örnek vatansever.

Bu kitapta yer alan değerlendirmeler belki tadımlık; ama yazarının anlatımıyla kesinlikle alınıp okunacak nitelikte faydalı kitaplar. Birçok muhteşem tespit yer alıyor. Kitapta yer alan yazarlar, mütefekkirler özellikle gençlerimize yapıcı bir rol model niteliğinde.. Oğuzhan Hocam'ın kalemine, yüreğine sağlık diyorum. Kitapla ve sevgiyle kalın.. 

Kitabın Künyesi:

Adı: Kitaplarla Söyleşi
Yazarı: Oğuzhan Saygılı
Türü: Araştırma-inceleme, deneme
Sayfa: 272
Yayınevi: İlgi Kültür Sanat Yayınları

...

- Okumak ibadettir, okumamak vatana ihanettir; daha iyi yarınlar için bilgili yurttaşlara ihtiyaç vardır. (Erozyon Dede: Hayrettin Karaca)

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Türkülerin Dilinden: Ayvaz Güzellemesi


Ayvaz Güzellemesi

Siyah kâküllerin dökmüş
Kızıl güllere güllere
Ala/Elâ gözleri dikmiş
Tozlu yollara yollara/İnce yollara yollara..

Gel Ayvaz'ım dolaşalım
Çamlı bellere bellere...

Doldur elinden içeyim
Mest olup serden geçeyim
Seninle bile göçeyim
Uzak illere illere..

Gel Ayvaz'ım dolaşalım
Çamlı bellere bellere...

Okursun aşkın kitabın
Komadın âşıkın ta'bın
Akıttın çeşmimin âbın
Döndü sellere sellere..

Gel Ayvaz'ım dolaşalım
Çamlı bellere bellere...

Âşıklara vardır meyli
Riyâzet çekmişem hayli
Ben Mecnûn olam sen Leyli
Düşüp çöllere çöllere..

Gel Ayvaz'ım dolaşalım
Çamlı bellere bellere...

Köroğlu der budur derdim
Sarardı çehre-i zerdim
Şu benim nihanî derdim
Düştü dillere dillere..

Gel Ayvaz'ım dolaşalım
Çamlı bellere bellere...

Köroğlu

Bestesine meftûn olduğum eser.. Hem sözleri, hem ezgisiyle hiçbir zaman değerini yitirmeyecek olan türkülerimiz... Şöyle gözü kapalı, türküyü iliklerime çekerek dinleyince tozlu yollar şöyle dursun, tozu dumana katma hissi veren o muhteşem koşma ;) Samimi bir dost sohbeti olsa da, düşüp çöllere beraber dolaşsak Çamlıbelleri dediğim.. Burada kardeşten öte Canom'a selâmlar ♡

Köroğlu anlatmalarında türküleri, ''tarihi olayları konu alan türküler'' içinde değerlendirebiliriz. Köroğlu maceralarında kahramanların başında Ayvaz (Eyvaz/Övez) gelmektedir. Hattâ Köroğlu Destanı'nın bazı kolları başkahraman Köroğlu'ndan ziyâde Ayvaz'ın etrafında oluşur. Ayvaz, Köroğlu'nun hem evlâtlığı hem en yakın arkadaşı hem de sâkisidir. Destanın hemen her varyantında Köroğlu, Ayvaz için güvenilirliğinden, sadakatinden, cesaretinden, yeteneğinden dolayı türküler söyler.

Bu arada Anadolu'da ''bir Köroğlu, bir Ayvaz kalmak'' deyimi vardır ki Ege'de çokça kullanılır. 
- Nasılsınız? 
+ Nasıl olalım, kaldık bir Köroğlu bir Ayvaz geçinip gidiyoruz.'' şeklinde bir muhabbet döner misafirlikte.. Genelde çocuklarını uzağa göndermiş, evlendirmiş ebeveynler tarafından söylenir. Yani birbirine destek olacak başka kimsesi olmayan kişilerin başbaşa kalması anlamında.. Bazen günlük koşuşturmanın ardından sessizliğe kavuşunca ben de kullanırım bu deyimi, bedenimle ruhumu kastederek; ''Kaldın mı yine bir Köroğlu bir Ayvaz..'' şeklinde.. 

Bu zamana kadar dinlediğim en iyi Ayvaz Güzellemesi, kadife sesli Burcu Yeşilbaş'tan: https://www.youtube.com/watch?v=JcjG7hI8ffA

@müverriheninkaleminden

Akıl ve Zekâ Oyunları: Çit Oyunu

Çözülmüş bir çit örneği

Çit Oyunu

Çit kelime olarak, sınırları belli etmek maksadıyla bağ, bahçe, bostan gibi yerlerin çevresine dikilen tel vb. engel veya duvardır.

Çit oyununda size verilen her tablo içerisinde gizli bir çitle çevrili alan vardır. Bu alanı bulabilmek için çevrilmiş kenarları rakamlardan oluşan ipuçlarına bakarak noktaların üzerinden geçecek şekilde çizmelisiniz. Her ipucu (sayı), çevresinde kaç adet çit kenarı bulunduğunu göstermektedir. Yani 1 rakamının etrafında 1 çit, 2 rakamının etrafında 2 çit, 3 rakamının etrafında ise 3 çit bulunmaktadır. Tablo içerisindeki çitle çevrili alanı çizdiğinizde kenarların geçtiği bölgeler sayılarla uyuşuyorsa doğru cevaba ulaştınız demektir. 

Noktaları yatay veya dikey çizgilerle birleştiriyoruz. Kapalı bir çit oluşturmaya çalışıyoruz. Noktaların içlerine yerleştirilmiş olan rakamlar bize bulundukları hücrenin kaç kenarında çit parçası olduğu hakkında bilgi verir. İçerisinde rakam olmayan hücrelerin kenarlarına istenildiği kadar çit konulabilir veya hiçbir çit parçası konulmayabilir. En önemli kural ise, çizdiğiniz çit asla kendisini kesemez. Çizgi olması olanaksız olan kenarları (0) ya da küçük bir çarpı (x) ile işaretlemek kolaylık sağlayacaktır. Çocuklarınızla huzurlu vakitler..

Kazanımlar: Dikkat, odaklanma, akıl yürütme ve çıkarım sağlama.

Detaylı anlatım için bakınız: https://www.youtube.com/watch?v=JO1IcSv4pjg

@müverriheninkaleminden

Akıl ve Zekâ Oyunları: Patika


Patika Oyunu

Patika kelime olarak, engebeli bir kırsal arazide sürekli aynı yerden yürüyerek gidip gelindiği için taş ve otların aşınmasıyla oluşturulan, sadece insan veya hayvanların gidebileceği dar ve toprak yoldur. 

Oynanış olarak ABC Bağlama oyununa çok benzer. Patika oyunu, farklı olarak harfleri bağlamak yerine kendi belirlediğimiz başlangıç noktasına geri dönmek şartıyla kapalı bir bölge oluşturma amacı taşımaktadır. Yatay ve dikey çizgileri kullanarak oynayacağımız bu oyunda hiçbir kutucuk boş kalmamalı, çizgiler yalnızca yatay ve dikey gitmek zorundadır. Çizgiler kesişmemelidir. Çizgi yol, siyah hücrelerden geçemez ve tek bir tane patika oluşturulmalıdır. Tüm tablo yatay ve dikey çizgilerle dolup boş kutucuk kalmadığında sorunun doğru cevabına ulaşılmış demektir. 

Kazanımlar: Dikkat ve odaklanma sağlar. 
Yukarıdaki görseller çözülmüş patikaya örnektir. Çocuklarınızla huzurlu vakitler..

Detaylı anlatım için bakınız: https://www.youtube.com/watch?v=hOJmsrQrCJw

@müverriheninkaleminden

Şiir: Bâkî Kalan Övünsün

                             

Bâkî Kalan Övünsün

İster ihtiyâr ol ister nevcivân
Bu dünyada bâkî kalan övünsün   
Meraksız fikirsiz gamsız her zaman
Bir ömür şâd olup gülen övünsün.


Müddet ki Hazreti Âdem'den beri
Okunmaz defteri bilinmez sırrı
Bu dünyadan geçti nice bin biri
Ahretten dünyaya gelen övünsün.


Şenlik der ki dünya fanîdir fanî
İskender Zülkarneyn Süleyman hani
Ecel pazarından kurtaran canı
Azrail'den mühlet alan övünsün.

Şiir: Âşık Şenlik
Beste: Uğur Işılak

Ne güzel anlatmış Âşık Şenlik.. Allah rahmet eylesin.. Dünyada ne olmuş, ne bitmiş umrunda olmayan; dünya yansa içinde bir deste otu olmayan, meraksız, fikirsiz, umarsız insanlar övünsün dursun.. Mehmet Âkif'in dediği gibi: ''Gamsız insanlara eğlence gelirmiş yaşamak./Yüreğin hisli mi işkencedesin talihe bak.''


Konup göçmek midir yâhud yeyip içmek midir matlûb
Taharrî eylemek yok mu niçin meydana geldik biz

(İstenen şey, konup göçmek midir yiyip içmek midir?
Aramak, araştırmak yok mudur? Biz dünyaya niçin geldik?) /Yozgatlı Fennî

Dünya denilen yer zevk ve sefa yeri değildir.. Bir yerlerde acı çeken, zulüm gören insanlar var. İnsan farkında olmalı bazı şeylerin.. Çevresinde olup bitenlere duyarsız kalmamalı.. 

Kitap: Ekmek Parası


''Çocuk okuru olmayan bir toplumun, yetişkin okuru da olmaz.''

Bir çocuğun ailesi ile birlikte verdiği yaşam mücadelesi ve bu mücadelenin gerçekliği yine bir çocuğun gözünden anlatılıyor. Kemal'in ailesiyle olan ilişkisi, kurduğu arkadaşlıklar, ailesi... Baba, bütün yokluk karşısında üreten, buluş icat eden; anne, yetinmenin ve sabrın ete kemiğe bürünmüş hâli; tüm o zorluklar içinde hayat arkadaşına destek olan, mala mülke, fazlasına tamâh etmeyen gerçek bir Anadolu kadını.. İki kardeş ise yatağını, sevgisini, sıcaklığını paylaşıyor. 

Baba, bu yuvanın pencerelerinin yönünü her yıl değiştirir. Bir sene kuzeye bakıyorsa bir sene doğuya bakar, bir sene batıya bakıyorsa diğer sene güneye bakar. Her seferinde ''değişiklik iyidir.'' diyerek çocuklarına hayata olumlu bakmayı öğretir. Bu yüzden pencere ne yana açılırsa açılsın onların dünyası aynıdır.  

Her ne kadar bu zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışsalar da bunlar Kemal'i okulundan alıkoymaz. Öğretmen olmak ister Kemal. Geldi mi dertler üst üste gelir ya; o misâl, annelerinin hastalanması, babalarının işten çıkarılması, evlerinin yıkılması.. Ama onlar her daim umutlular.. ve bu umutlarına tutunarak yaşıyorlardır. 

Yazar Muzaffer İzgü, Adana'da doğmuş ve yoksul bir çocukluk geçirmiş. Kitapta da adları değişmeyen karakterler; annesi Havva, babası Ahmet.. Çocuk yaşta birçok işte çalışmaya mecbur kalmış, sonrasında öğretmen olmuş. Bu kitabında da kendi hayat hikâyesini anlatmış bizlere. Yani kitaptaki Kemal, Muzaffer İzgü'nün çocukluğu. Kendi hayatını anlattığı iki kitabından diğeri; Zıkkımın Kökü'dür. Ayrıca kendisi ''gülmecenin sivri kalemi'' ve ''çocukların yazar dedesi'' olarak anılmakta.

Muzaffer İzgü, zorluklarla geçen çocukluğunu anlattığı kitabının sonunda, yoksulluk içinde yaşadıkları derme çatma barakadan ayrılırken şöyle der:

''Dört gün sonra taşınıyorduk. Ardımızda sevinçlerimizle, acı çığlıklarımızla kapkaranlık bir bahçe bırakacaktık. Kim bilir belki bizden sonra birileri gelecekti buraya, kazmalar, kürekler çalışacaktı, her karışında bir anımız olan bu bahçeye kocaman bir apartman dikilecekti. Belki de adını 'Mutluluk Apartmanı' koyacaklardı. Yoo hayır, kimse bizim denli mutlu olamayacaktı burada. ''

Kitaplar bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitaplar benim has bahçemdi. Rahmetli Cemil Meriç'in bu sözü, bugün daha anlamlı. Kitaplarda sevdiğim karakterleri işte o has bahçemde ağırlıyorum. Bu kitapla çocuk anlatıcı Kemal'i de has bahçeme aldım, kabul ettim. Hoş geldin Kemal.. Kemal bize şunu öğretti: Onca yokluk içinde nasıl varsıl olunur. Yaşanılan sıkıntılar içinde mutlu olmanın yollarını..

Yokluk içindeyken birbirlerine sarılarak zorlukların üstesinden gelen gerçek bir aileyi anlatıyor. Geçim sıkıntısının anlatıldığı roman, her ne kadar çocuk kitabı olarak değerlendirilse de yetişkinler için düşündürücü paya sahip. Kitabı okurken belki çocukluğunuza duyulan özlem, belki eski bir anı aklınıza gelir de mâziye dalarsınız, kim bilir.. Sevgi, paylaşma, arkadaşlık, yardımseverlik, dayanışma, çocuksu sevinçler, aza kanaat edip yetinmek. Mecburiyetlerle örülü yoksulluk ve yoksunluğa rağmen mutluluk ve samimiyeti, çamur sıvalı, tavanı akıtan bir göz odalı eve sığdırabilmek.. Eskiden evler dardı ama gönüller genişti. Şimdi ise gönüller dar evler geniş. İnsan var, insan yok.. Bugün çok ihtiyacımız olan bu duyguları ele almasıyla yediden yetmişe herkesin okuması gereken bir kitap. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Adı: 
Ekmek Parası
Yazarı: Muzaffer İzgü
Türü: Roman
Sayfa: 166
Yayınevi: Bilgi Yayınevi

Şiir: Emperyal Oteli

İstanbul-Büyük Ada: Hacopoulo Köşkü,
nâm-ı diğer Emperyal Oteli

Emperyal Oteli

Ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım
yağmur sönecekti yanacaktı
sameland seferden dönecekti
duvardaki saat duracaktı
kalbim kendiliğinden duracaktı
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var

emperyal oteli'nde bu sonbahar
bu camların nokta nokta hüznü
bu bizim berhava olmuşluğumuz
bir nokta bir hat kalmışlığımız
bu rezil bu çarşamba günü
intihar etmiş kötümser yapraklar
öksürüklü aksırıklı bu takvim
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var

sesleri liman sislerinde boğulur
gemiler yorgun ve uykuludur
sabahtır saat beş buçuktur
sen kollarımın arasındasın
onlar gibi değilsin sen başkasın
bu senin gözlerin gibisi yoktur
adamın rüyasına rüyasına sokulur
aklının içinde siyah bir vapur 
kıvranır insaf nedir bilmez

otelin penceresinde duracaktın
şehri karanlıkta görecektin
karanlıkta yağmuru görecektin
saçların ıslanacak ıslanacaktı
kış geceleri gibi uzun uzun
tek damla gözyaşı dökmeksizin
maria dolores ağlayacaktı
istanbul'u yağmur tutacaktı
bütün bir gün iş arayacaktım
sana bir türkü getirecektim
kulaklarımız çınlayacaktı

emperyal oteli'nin resmini çektim
akşam saçaklarından damlıyordu
kapısında durmanı söylemiştim
yüzün zambaklara benziyordu
cumhuriyet bahçesi'nde  insanlar geziyordu
tepebaşı'ndaki küçük yahudiler
asmalımescit'teki rum kemancı
böyle rüzgarsız kalmışlığımız
bu bizim çektiğimiz sancı
el ele tutuşmuş geziyordu
gazeteler cinayeti yazıyordu
haliç'e bir avuç kan dökülmüştü

emperyal oteli'nde üç gece kaldık
fazlasına paramız yetmiyordu
gözlerin gözlerimden gitmiyordu
dördüncü gece sokakta kaldık
karanlık bir türlü bitmiyordu
sirkeci garı'nda sabahladık
bilen bilmeyen bizi ayıpladı
halbuki kimlere kimlere başvurmadık
hiçbiri yüzümüze bakmıyordu
hiç kimse elimizden tutmuyordu
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin kabulümsün

Attila İlhan
...
Şiire ad olan Emperyal Oteli; İstanbul Büyükada'da, Çankaya Caddesinde yer alan kârgir binadır. 19. yüzyılın başında inşa edilmiştir. Bir zamanlar İstanbul'un tanınmış Rum zenginlerinden banker Kiryako Hacopoulo'un mülkiyetidir. Hacopoulos'un ülkeyi terk etmesi üzerine köşk hazineye intikal etmiş, Murat Pinyatoğlu tarafından satın alınmıştır. Ancak I. Dünya Savaşı'ndan sonra tekrar hazineye geçen köşk, İstanbul'un işgal yıllarında ''Büyük Emperyal Oteli'' adı ile otel olarak kullanılmıştır. (1919-1923) Büyük bir bahçe ortasında yer alan yapı, Cumhuriyet'in ilanından sonra da Hükümet Konağı olarak kullanılmaya başlanmış, devamlı onarım görmüştür. (Yararlanılan Kaynak: Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, M. Baha Tanman) Tarihî köşkün Şubat 2021'de başlayan restorasyon çalışmalarının ardından müze olarak ziyarete açılacağı duyuruldu. 

      

Attila İlhan'ın kendi sesinden: https://www.youtube.com/watch?v=kjnzWzNRLcQ
Tutunamayanlar karşılaşma sahnesi: https://www.youtube.com/watch?v=51CViZMchIE
Şiire gönül verenlere, selâm olsun..

@müverriheninkaleminden

Türkülerin Dilinden: Telgrafın Telleri


Türkünün Yöresi: İstanbul 
Kaynak Kişi: Ahmet Yamacı
Makamı: Uşşak
 Telgrafın tellerine kuşlar mı konar
Herkes/insan sevdiğine de cânım böyle mi yanar
Yanıma gel yanıma da otur yanıbaşıma
Şu gençlikte neler geldi câhil/garip başıma 

Telgrafın tellerini arşınlamalı
Yâr üstüne yâr/can üstüne can seveni kurşunlamalı
Yanıma gel yanıma da otur yanıbaşıma
Şu gençlikte neler geldi câhil/garip başıma 

Tellerin direkleri semâya bakar
Senin o ahû bakışın çok canlar yakar/O senin güzel gözlerin...
Yanıma gel yanıma da otur yanıbaşıma
Şu gençlikte neler geldi câhil/garip başıma

Bilenler bilir, bir zamanlar radyolarda çok sık çalan bir türküydü.. Anadolu'nun birçok yerinde bu telgraf direklerini görebilmek mümkündür. Metin Altıok, Yerleşik Yabancı şiirinde bahsetmiştir. ''Ah o telgraf direkleri, telgraf direkleri..'' şeklinde.. Anadolu'nun bozkırlarında sıkışıp kalmış insanın şehirden, gurbetteki sevdiklerinden haber bekleyişini anlatır. Bir de Erdem Bayazıt'ın;

Telgrafın tellerini kurşunlamalı
Öyle değildi bu türkü bilirim ..diye devam eden hasret kokan şiiri vardır..

Müziğin ezgisi hemen mutlu ediyor insanı; ama Telgrafın Telleri türküsünün arkasında acıklı bir aşk hikâyesi yatmaktadır.

Türkünün Hikâyesi: Hacer ve Recep isimli iki genç birbirini sever ve evlenmek ister. Ancak düğün masraflarını karşılayacak paraları yoktur. Bu yüzden köy muhtarına gidip ondan borç alarak işlerini görürler. Sonra evlerini kurarlar. Gel zaman git zaman borçlarını ödemekte zorlanırlar. Borç, yiğidin kamçısı tabii.. O zamanlar adamın yüreğini dağlayan cinsten.. Muhtar da birden paraya sıkışınca Hacer ile Recep tek varlıkları olan ineklerini satmaya karar verir. Ama tam inek satılacakken çalınır ve çiftimiz öylece kalakalır. Muhtara olan borçlarını ödemek için Recep'in aklına İstanbul'a gidip çalışma fikri gelir. Recep, şehre gider. Hacer ile artık sadece telgraf ile haberleşeceklerdir. Hani direklerin tepesine demirden ipler takmışlar ya.. Bu sırada eşlerin evliliğinin üzerinde kara bir gölge dolaşıyordur. Köyde Musa adındaki kişi, evli olduğunu bilmesine rağmen Hacer'in peşini bir türlü bırakmaz. Musa, Hacer'i kandırmak için plân yapar. Recep'in Hacer'e gönderdiği telgrafları Hacer onları okuyamadan alır, böylece Hacer eşinden uzun bir süre haber alamaz. Haber gelmeyince Hacer, telgrafın direklerine konan kuşları suçlar, telgrafı bozuyorlar diye.. Sonra Musa, Recep'in ağzından köye geri dönmeyeceğine dair Hacer'e telgraf yazar. Hacer'in aklı karışır, kan beynine sıçrar, deli divane dolanır ortalıkta. Recep şehre gitti, yeni bir yâr sevdi, diye söylentiler olur.. Eşinden telgraflarına cevap alamayan Recep de meraklanır ve köyüne döner. Hikâye burada biter. 

         

Burada telgraf üzerine biraz bahsetmek yerinde olacaktır. Bildiğimiz üzere telgraf, bir döneme damgasını vuran en hızlı haberleşme aracıydı. Alıcı ile verici arasında yazılı haberlerin, bilgi ve belgelerin iletilmesini sağlıyordu. Bugün dünyanın diğer ucuna saniyeler içinde ulaşan kısa mesajın görevini görüyordu yani. Mors alfabesinin icadıyla, elektrik akımıyla oluşturulan titreşimler, karşı tarafa bu alfabeyle yazılan birtakım işaretler vasıtasıyla iletiliyordu. Eski filmlerde tık tıktık şeklinde kesik kesik sesler çıkararak çalışan bu cihazlar, savaş zamanlarında bir dönüm noktası olmuştur. Telgrafın Telleri, elbette bir türküden ötesidir. Şöyle ki, telgraf; tarihimizin Millî Mücadele döneminde önemli rol oynamıştır. İstiklâl Savaşı'nın sembolü olmuştur. İngilizler İstanbul'u işgal edince, Anadolu'daki direnişçilerle İstanbul arasında haberleşmeyi kesmek için ilk telgrafhaneyi basmışlar; postacıları, telgraf memurlarını şehit etmişlerdir. Telgrafçı Hamdi Bey, gelişmeleri Ankara'ya geçer. Onun sayesinde İstanbul'un işgal haberi Ankara'ya çabuk ulaşmıştır. Hizmetlerinden dolayı yıllar sonra kendisine İstiklâl Madalyası ve Martonaltı soyadı verilmiştir. (16 Mart 1920) Telgraf savaşı nasıl yaşanmış, buyrun tık tık: https://www.turk.org.au/zaferin-adi-telgraf-telleri/

Telgrafın bu önemini Mustafa Kemal Atatürk kavramış ve onu vatanın kurtuluşunda bir silah olarak kullanmıştır. Nitekim Millî Mücadele'de savaşlar sonrasında yabancı gazetecilerin; ''Savaşı nasıl kazandınız?'' sorusuna M. Kemal: ''Telgrafın telleriyle'' diye cevaplamıştır. İngiliz istihbaratı, Anadolu'daki millî mücadele için Londra'ya raporlar gönderirken şunları yazmaktadır. ''M. Kemal, gittiği yerlerde en önce telgraf merkezlerini ele geçiriyor.'' Örneğin, Sivas Kongresi'ni takip eden Chicago Daily News muhabiri Louis Edgar Browe, şu haberi yazmıştır: ''Bu gece burada gördüğüm kadar iyi işleyen bir telgraf şebekesini ömrümde görmedim. Yarım saat içerisinde Erzurum, Erzincan, Musul, Diyarbakır, Samsun, Trabzon, Ankara, Malatya, Harput, Konya ve Bursa'yla irtibat halindeydiler. Telin bir ucunda M. Kemal oturuyor, öbür ucundaki komutanlar, mülki idare amirleri onun emirlerini sorgusuz sualsiz yerine getiriyordu. O şartlarda... muhteşem bir iletişim ağı kurmuştu.''

Resim: Sanatçı Şeref Akdik, Atatürk Telgraf Başında,
1934-İstanbul Resim ve Heykel Müzesi

Okuyanların dikkatini çekmiştir. (Umarım okumuşsunuzdur, diye düşünüyorum. Çünkü Nutuk'u okumayan Atatürk'ü anlayamaz.) Nutuk'un önemli bir bölümü Atatürk'ün telgraflarıyla doludur. Bu türkü çok güzel... Ancak bugünün nesli okumuyor. Bir şarkı, türkü dinleyip, film izleyip onu hemen tüketiyor, kafayı boşaltıyor, arka planını, hikâyesini araştırmıyor. Telgrafın telleriyle vatan toprakları nasıl kurtarıldı, öğrenilmesi gerek.. Öyle türkü deyip de geçmeyin, açın dinleyin, duygusuna ortak olun, millet olarak bu günlere nasıl geldiğimizi sorgulayın. 

Velhâsıl aşkın ıstırabı da, düşmana olan mücadelemiz de telgraf telleriyle işlenmiş bu topraklarda.. Postacı geldiğinde gurbetteki eşinden, kızından, oğlundan haber geldi diye sevinirlerdi bir zamanlar.. Gelen ya zarf mektuptu ya telgraftı. Şimdi ne o telgraflar kaldı ne mektup getiren postacılar.. Bu da teknolojinin vefâsızlığı işte..

Candan Erçetin yıllar sonra ''eski şarkılar gençlere emanet'' diyerek yarısı Yunanca, yarısı Türkçe olarak seslendirmişti türküyü.

''Selâmın geçiyor besbelli
Yeşerdi telgraf telleri.''
...

Derleme:


@müverriheninkaleminden

Tarihe Yolculuk: Kanunî ile Oğlu Bayezid Arasında Geçen Mektup

Şehzade Bayezid Divânı'nın ilk iki sayfası (Millet Kütüphanesi)

Şehzadeler arası bir mücadeleye ve isyana karışan, ardından İran'a giderek Şah Tahmasb'a sığınan şehzade Bayezid, babası Sultan Süleyman'a uzunca acıklı bir mektup yazmıştır.

Ey serâser âleme Sultan Süleymanım baba;
Tende cânım cânımın içinde cânânım baba;
Bayezıd'ına kıyar mısın cânım baba;
Bî-günâhım Hak bilir devletlü sultânım baba.
                  (Günümüz Türkçesi: 
                  Ey baştanbaşa bu âleme sultân Süleyman olan babam!
                  Tende canım, canımın içinde cananım babam!
                  Bayezıd'ına kıyar mısın benim cânım babam;
                  Allah biliyor ki günahsızım mevkî sahibi sultanım baba!)

Enbiyâ ser-defteri yani ki Âdem hakkıçün;
Hem dahi Musî ile İsâ vü Meryem hakkıçün;
Kâinatın serveri ol Rûh-ı Âzam hakkıçün;
Bî-günâhım Hak bilür devletlü sultânım baba.
                 (Nebiler/Peygamberler defterinin başındakiin yani Hz. Âdem hakkı için;
                 Ve Musa ile Meryem'in oğlu İsâ hakkı için
                  Kâinatın efendisi, o yüce ruhlu (Hz. Muhammed) hakkı için,
                  Allah biliyor ki, günahsızım, mevkî sahibi sultanım baba!)

Sanki Mecnûnum bana dağlarbaşı oldu durak
Ayrulup bi'lcümle mal ü mülkden düşdüm ırak
Dökerim göz yaşumu vâ-hasretâ dâd el firâk
Bî-günâhım Hak bilür devletlü sultânım baba.
                (Sanki Mecnun'um dağların başı bana durak oldu
                Bütün mal ve mülkten ayrılıp uzağa düştüm
                Ayrılık ve özlem acısından medet diyerek gözyaşı dökerim
                Allah biliyor ki, günahsızım, mevkî sahibi sultanım baba)

Hak Teâlâ, kim cihânın şâhı etmiştir seni
Öldürüp ben kulunu, güldürme şâhım düşmeni
Gözlerim nûru oğullarımdan ayırma beni
Bî-günâhım, Hak bilür, devletlü sultânım baba
                (Allah bu cihâna padişah etmiştir seni
                 Öldürüp ben kulunu, düşmanı güldürme baba
                 Gözlerimin ışığı oğullarımdan ayırma beni
                 Allah biliyor ki, günahsızım, mevkî sahibi sultanım Baba!)

Tutalım iki elim baştan başa kanda ola,
Bu meseldir, söylenir kim 'kul günah itse n'ola'
Bayezid'in suçunu bağışla, kıyma bu kula,
Bî-günâhım, Hak bilür, devletlü sultanım baba.
                 (Tutalım iki elim baştanbaşa kanda olsun,
                 Bu meseldir (ibretli ve küçük hikâye), söylenir ki ''kul günaha girse nolur''
                 Bayezid'in suçunu affet, kıyma bu kula,
                 Allah biliyor ki, günahsızım, mevkî sahibi sultanım Baba!)

Kanunî ise oğluna ıstırap dolu şu cevabî mektubunu yazar:

Ey dem-a-dem mazhar-ı tuğyân-ı isyânım oğul;
Takmayan boynuna her giz tavk-ı fermânım oğul
Ben kıyar mıydım sana ey Bayezid Hânım oğul;
Bî-günâhım dime bâri tevbe kıl cânım oğul;
               (Ey zaman zaman başkaldırıp isyan eden oğul!
                Boynuna hiç fermanımı takmayan, buyruğuma eğmeyen oğul!
                Ben kıyar mıydım sana ey Bayezid Han'ım oğul;
                Günahsızım deme, bari tövbe et, canım oğul!)

Enbiyâ vü evliyâ ervâh-ı âzâm hakkıçün;
Nûh ü İbrahim ü Mûsa vü-İbn-ü Meryem hakkıçün;
Hatm-i âsâr-ı nübüvvet fahr-i âlem hakkıçün;
Bî-günâhım dime bâri tevbe kıl cânım oğul.
               (Peygamberler, veliler, bütün ulular/yüce ruhlar hakkı için,
                Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa hakkı için
                Peygamberlerin sonuncusu, Hz. Muhammed hakkı için,
                Günahsızım deme, bari tövbe et, canım oğul!)

Âdem adın itmeyen Mecnûn'a sahralar durak
Kurb-ı tâatdan kaçanlar dâima düşer ırak
Tan degüldür dir isen vâ hasretâ dâd el-firak
Bî-günâhım dime bâri tevbe kıl cânım oğul
               (Hz. Âdem adını etmeyen Mecnun'a sahralar durak
                Büyüğe itaatten kaçanlar daima düşer ırak,
                Kader değildir der isen hasretle firak
                Günahsızım deme, bari tövbe et, canım oğul)

Neş'et-i hakdur nübüvvet râm olan kerîm
''lâtekul üf'' kavlini inkâr iden kalur yetîm
Tâata isyâna alîmdür hudâvend-i kerîm
Bî-günâhım dime bâri tevbe kıl cânım oğul

Rahm u şefkat zîb-i imân oldugın bilmez misün
Yâ dem-i masûmı dökmekden hazer kılmaz mısun
Abd-i âzâd ile hak dergâhına varmaz mısun
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânım oğul
                (İmanın ve şefkatin hedefi olduğun bilmez misin
                 Ya masum kanı dökmekten korkmaz mısın
                 Bu çaresiz kul ile Hak dergahına varmaz mısın
                 Günahsızım deme, bari tövbe et, canım oğul)

Hak reâyâ-yı muti'e râi itmişdür beni
İsterem mağlûb idem agnama zîb-i düşmeni
Hâşâlillah öldürürsem bî-güneh nâgâh seni
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl canım oğul
                (Hak, reayaya boyun eğdirmeye tayin etti beni
                 İsterim mağlup edem zib-i düşmeni
                 Korkarım Allah'tan öldürürsem günahsız seni
                 Günahsızım deme, bari tövbe et, canım oğul)

Tutalum iki elüm başdan başa kanda ola
Çünki istiğfar idersün biz de afv itsek n'ola
Bayezid'üm suçını bağışlaram gelsen yola
Bî-günaham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
                 (Tutalım iki elin baştanbaşa kanda ola
                 Madem pişman oldun, biz de affetsek ne ola
                 Bayezid'im, suçunu bağışlarım gelsen yola
                 Günahsızım deme, bari tövbe et, canım oğul)

Bu dizelerde Sultan Süleyman'ın babalık duygularını görebilirsiniz. Oğlu Bayezid'e verdiği şu nasihat, onun devlet şuurunun yüksekliğini gösterir:

''Allah benden sonra senin hükümdar olmanı takdir etmişse, bunu hiç kimse değiştiremez ve bozamaz. Etmemişse, bunu da sen bozamazsın. Bugün İslâm dininin tek dayanağı, güvencesi Osmanlılar'dır. Devlet içindeki bir mücadele, Doğu ve Batı'daki düşmanlara fırsat verir. Bu ise bir cinayettir. Ve İslâmiyet'i temelinden yıkmakla birdir.''

Kanunî'ye göre, devlet düzeni ve kanunlara bağlılığı her türlü duygunun, hattâ babalık şefkatinin bile üzerinde görünmektedir. Merhum Dündar Taşer'e göre, Osmanoğulları, devletin düzeni ve dinin selâmeti için kendi ailesinden kan fedakârlığı yapıyordu. Bu çok büyük bir fedakârlık olsa gerek.. Dikkat edilmesi gereken nokta, tarihte olup bitenleri günümüzün şartlarıyla yargılamamak.

Bu mektupta Sultan Süleyman ve oğlu Şehzâde Bayezid'in şairâne yönünü çok açık görüyoruz. Veliahdlık meselesinde babasına isyan edince Sultan Süleyman tarafından kovulan Bayezid, babasından af dilemek için şiir diliyle mektuplar yollamış, babası da yine şiir diliyle cevap göndermiştir. Harika bir sanatla yazılmış bu şiirsel mektup, aslında arûz ölçüsüyle yazılmış edebi değeri oldukça yüksek bir mektuplaşmadır.. 
Bayezid'in ''Şâhî'' mahlâsıyla yazdığı şiirler bulunmaktadır. ''baba'' redifli manzum afnâmesi, devrinde ülkenin her yerinde okunmuştur.

Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan.'ın oğlu olan Bayezid'in kabri, oğulları Orhan, Osman ve Abdullah ile birlikte Sivas'taki Abdulvahabi Gazi Camii'nin türbesinde yer alıyor. 
Sonradan kaligrafiyle yazılan levhasında ''Şehzadeler Kanûnî Sultan Süleyman'ın oğlu Bayezid ve oğulları Osman, Orhan, Abdullah burada medfundur. Şehit masumlara el-Fatiha'' yazılıdır. Öldüğünde 36 yaşında olduğu bilinen Şehzade Bayezid'in yürek burkan hayat hikâyesini okumanızı öneririm.

        

Abdulvahabi Gazi Camisi imamı Mehdi Bostancı, konuyla ilgili olarak; ''Tabi ki günahıyla, hatasıyla, sevabıyla bu olay tarihe mâl olmuş bir olaydır. Bize düşen taraf, bunlardan ders almak ve geleceğe öyle bakmak.'' şeklinde konuşmuştur. Bize düşen ibretlik kısmı..

Kitap: Bir Zamanlar Bursa Devlet Tiyatrosu'nda


Kabul edelim; her şeyin basit, hızlı ve baştan savma yapıldığı bir çağdayız. Zaman bir değirmen misâli öğütüyor bizi kendi çarkında.. Ve dünya koşturmacası içinde bazen kendimize, sevdiklerimize zaman ayıramıyor, hayatı anlamakta zorlanıyor, ufak tefek sorunlar baş gösterdiğinde bocalıyoruz..

Gelelim kitaba.. Adnan Açıkdüşünenler; baba tarafından Karadenizli (Artvin), anne tarafından Selânikli. Kitap, Bursa Devlet Tiyatrosu’na otuz yıl boyunca ışık tasarımcısı ve bunun yanı sıra müdür yardımcısı olarak hizmet eden Adnan Açıkdüşünenler’in anılarıyla, Bursa’nın ve Anadolu’nun tiyatro tarihi ile ilgili bilinmeyen birçok konuya ışık tutuyor. Adnan Açıkdüşünenler'in anılarında geçmişle bugünü çokça kıyasladığını görüyoruz.

Kitap bana bir anı, roman, yer yer gezi yazısı, çokça biyografi, tiyatro gibi edebî türleri bir arada yansıttığı için keyifle okudum. Adnan Açıkdüşünenler, hem organize edip hem ekibinin başında yolculuğa çıktığı Anadolu turnelerinden ve bu turneler sırasında başından geçen olaylardan, Anadolu’nun tiyatroya bakış açısından, yöre insanlarının misafirperverliğinden bizlere bahsetmiştir. Eğer gittikleri memlekette bilet satışı yeterince yapılmamışsa, kendisi taşın altına elini koyup bir araba ve megafon kiralayarak oyunun reklamını yaptığını, salonu doldurmaya çalıştığını anlatır. Hattâ bir keresinde turneye çıktıklarında kar yağınca oyun iptal edilip gidecekleri şehre bir gün önceden geldikleri için zar zor bir otelde ekip arkadaşlarına yer bulmuş, kendisi gidip hamamda yatmıştır. Yine onun zamanında tiyatroda ayrıcalık olmadığını öğreniyoruz.. Tiyatro çalışanlarına bilet ayrılmazdı, çalışanlar herkes gibi bilet için sıraya girerdi. Toplu bilet de satılmazdı; çünkü toplu biletler ucuza satılırdı. Zaten bilet ucuzdu, toplu bilet alınınca indirim yapıldığından bu tiyatronun, bilakis devletin aleyhine olurdu. Ayrıca devlet tiyatrolarının uyguladığı ucuz bilet politikası tiyatroyu olumsuz etkilemiştir. Çünkü halk ucuz bilet olduğu için ‘’uyduruk oyundur kesin’’ gibi kanıya varırmış. Bu da sanatın ülkemizde değerinin olmadığını daha o yıllardan itibaren göstermiş oluyor. 

Kitaptaki güzelliklerden bahsedecek olursam; o yıllarda (1960’lı yıllar) şiir yarışmaları düzenleniyormuş. Hafta sonları sinema salonlarında aile matinesi yapılır; anne, baba, çocuk Pazar sabahları film seyretmeye giderlermiş. Her Pazar mutlaka bir yerlere gitmek gelenek olmuş.. Yeri gelmişken bir serzenişte bulunayım: Ülke olarak günümüzde teknoloji bakımından ileri gittiğimizi düşünenler olabilir ama kültür bakımından geriye gidiyoruz. Bu acı verici... Şimdilerde Türkiye'nin sadece belli başlı illerinde kültür faaliyetleri yapılıyor. Geri kalan iller ise kitap fuarı, şiir veya resim yarışmaları, tiyatro, konser, festival gibi kültürel faaliyetlerden yoksun kalıyor. Bu gibi eksikliklerin yetkililer tarafından giderilmesi gerekir.

O sıralar Bursa’da öğretmen sıkıntısı olup, başvuru yapıldığında hemen göreve başlanırmış. Hey gidi günler.. Ne basitmiş her şey, diyerekten iç çektim tabii ki; günümüzdeki yüzlerce öğretmenin işsiz olduğu gerçeğini hatırlayarak.. ''Bir zamanlar'' mektupla bile öğretmen alımı yapan, okuma yazma bilenin el üstünde tutulduğu bir ülkeydi burası.. Atama sayıları bile eritemiyor bu işsiz öğretmen ordusunu.. Hâlâ öğretmen yetişmeye devam ediyor. Nereden nereye...

‘’Mâzi, kalbimde bir yara’’ değil; mâzi kalbimde bir şifâdır, benim için. Bir eşyanın eskiyinceye, iş göremez hâle gelinceye kadar kullanıldığı zamanların sonunda doğdum, yetinmenin ayıplanmadığı yılların ucu ucuna yetiştim. İsraf ve tüketim çılgınlığı hâkim bu zamanda.. 

... Yeni öğrendim bu kelimeyi. ‘’Bibi’’ ne demek bilir misiniz? Bursa’nın köylerinde teyzeye ‘’bibi’’ deniyormuş. Önceden kulağıma çalınsa da anlamını yeni öğrenmiş oldum. 

Adnan Açıkdüşünenler, kitabın bir yerinde oyun eleştirmenliğinin zorluğunu, eleştirmen olacak kişinin önceden oyunu okuması, tekst ile seyrettiği oyunu kıyaslaması ve oyunu bir kere değil, üç-dört kere seyretmesi gerektiğini ifade etmiştir. Verilen ödüllerin de adilâne verilmediğini, eşe, dosta, yakınlığa göre ödül verildiğini, kendisinin ise hayatı boyunca ödül almadığına şükrettiğini yazmıştır. 

Kitaptaki şu olaya hayran kaldım diyebilirim: Adnan Açıkdüşünenler’in bir ağabey olarak değer verdiği ve Bursa Devlet Tiyatrosu’nda yıllarca müdürlük yaptığı Âli Cengizçelenk, bir camiye Cuma namazına gidermiş. Bir gün birisi caminin hocasına gidip demiş ki, ‘’Buraya tiyatrocu bir adam gelip namaz kılıyor.’’ Hoca da adama, ‘’Tiyatrocular namaz kılar mı?’’ deyince, adam da ‘’Haftaya Cuma yine gelecek, görürsün’’ diyor. Cuma gelince Âli Cengizçelenk namaza gidiyor. O adam Âli Cengizçelenk ile caminin hocasını tanıştırıyor. Sohbet sırasında Hoca, adamla bir hafta önceki ‘tiyatrocu namaz kılar, kılmaz’ tartışmasını anlatınca, Âli Cengizçelenk şöyle cevap vermiş: ‘’Neden namaz kılmayayım? Sen şimdi caminin hocasısın. Ben seni tiyatroya davet etsem gelmeyecek misin?’’ diye sormuş. Hoca da ‘’Gelirim, niye gelmeyeyim.’’ cevabını vermiş. Ondan sonra  Âli Bey tiyatronun protokol listesini hazırlama görevini Adnan Bey’e verir. Cami hocasını protokol listesine yazmasını ister. Liste hazırlanır ve cami hocası eşiyle birlikte bundan sonraki bütün oyunlara gelir.
İnanç, Allah ile kul arasındadır. Hoşgörü timsali olması beklenen cami imamı bile böyle bir önyargıya sahipken sıradan halk ne düşünür? diye sordum kendime. İnsanları giydikleri kıyafetlere, sahip oldukları makamlara ve meslek gruplarına göre ne kolay yargılıyoruz. Tarihimiz ve kültürümüzden ders alınacak birçok örneğe sahibiz ama bizler yine insanları kalıplandırmadan duramıyoruz.. Bu da en acınası halimiz..

‘’Yıkanın, temizlenin, akşama ibadetimiz var.’’ dermiş Âli Cengizçelenk. Tiyatroyu bir ibadethâne olarak görürmüş, ne güzel değil mi?.. İnsanın çalıştığı, emek verdiği, ideallerini hayata geçirdiği yeri ibadethâne olarak görmesi.. Burada aklıma Grigory Petrov’un ‘’Beyaz Zambaklar Ülkesi’’nde adlı eseri geldi. Orada da bir çiftçi, bir ayakkabıcı, bir çöpçü, kim hangi mesleği yapıyorsa vatanını düşünerek ve görevini en iyi şekilde yapıyordu.  Kimse yaptığı mesleği küçümsemiyor, o mesleğin ülkesi için değerli olduğunu hissederek yapıyordu. Böyle bir çalışma şekli, azim örneği bir ülkeyi kalkındırmaz mı, hem de nasıl.. İdeal bir ülke seviyesine çıkarır.. Bizler de yaptığımız mesleği en iyi şekilde yapmalı, ülkemizi ve gelecek kuşakları düşünerek yol izlemeliyiz. ‘’Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.’’ diyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Temel gâyemiz bu olmalıdır.

Yine Adnan Açıkdüşünenler’in Âli Cengizçelenk ile ilgili bir anısı dikkatimi çekti. Âli Cengizçelenk tiyatroda biri hastalandı diyelim. Oyuncu da değil üstelik, yerleri silen bir temizlikçi hastalanmış. Hemen Adnan Bey ile pazara gidip alışveriş yapar, hastanın ziyaretine gider, aldıklarını karşısındakini incitmeden verirmiş. İşte böyle ince düşünen insanlara hayranım. Hasretiz memleket olarak koruyup kollayan insanlara, işverenlere.. İşçisinin emeğinden kazanıp da maaşını nereden kessem diye düşünen o kadar sağır kalpli patronlar var ki.. bakın yerimizde saymamızın bir nedeni daha...

Adnan Açıkdüşünenler’e göre Âli Cengizçelenk, çok iyi bir yönetmen, müdür, araştırmacıydı. Yurtdışındaki dergileri, kitapları takip eder, beğendiği oyunlar olursa yabancı dillerden çevirterek ülkede sahneletirdi. Hattâ yurtdışında yapılanları o kadar yakından takip edermiş ki, birçok yabancı oyunun dünya prömiyeri Bursa'da yapılmıştır.

Adana’ya turne yaptıkları bir zaman Adnan Açıkdüşünenler orada Sakıp Sabancı ile tanışır. Sabancı Vakfı o sıralarda Adana’da kültür merkezi inşa ediyordur. Sakıp Sabancı Adnan Bey’e bir teklifte bulunur: ‘’Adana’ya gelir misin, senin Adana’ya hizmet etmeni istiyorum’’ diye. Adnan Bey de ‘’Ben Bursa’yı seviyorum ve Bursa’ya hizmet edeceğim.’’ cevabını vermiştir.

Tiyatroculara bir eleştiri daha.. Eskiden tiyatroda rolü olmayan oyuncuların üzülerek ağladığını, kadrolu olsalar bile bunun onları olumsuz etkilediğini ama bunun şimdiki oyuncuların umrunda olmadığını; çünkü çalışmadan maaş almanın hoşlarına gittiğini eleştirir Adnan Açıkdüşünenler. 

Bir keresinde genel müdür Turgut Özakman birisinin şikayeti üzerine Adnan Açıkdüşünenler’i görevinden alacak olmuş, Ankara’ya çağırmış. Tabi Adnan Bey sezip buna fırsat vermemiş, müdür yardımcılığından kendisi istifa etmiştir. Yerine gelen kişi turne organizasyonunu yapamamış, işleri becerememiş. Bunun üzerine Turgut Özakman haksızlık yaptığını kabul edip Adnan Bey’i yanına çağırmış, özür dilemiş, bir yıl aradan sonra onu yeniden müdür yardımcılığına getirmiştir. İşini ehline vermek lazım. Öyle baskıya gelemeyenler, çalışmadan maaş alanlarla kişinin hem devlete katkısı olmaz, hem kendisine. Meslek ahlâkına da aykırıdır haddi zâtında. 

İlgi alanım olmasa da tiyatroyu severim. Her zaman gitmesem de, güzel olduğunu tahmin ettiğim oyunlara gitmeye çalışırım. Geleneksel Türk tiyatrosunu daha çok severim. Karagöz, Ortaoyunu, meddah, köy seyirlik oyunları.. Hattâ TRT Arşiv’den Münir Özkul’un orta oyunlarını siz de izleyebilirsiniz. Sonuç olarak tiyatro konulu bu kısacık kitabı sevdim, ilgilenenlere tavsiye ederim.. Yeri gelmişken tiyatromuza emek veren usta oyuncularımıza ve tiyatronun gelişmesine hizmet eden yüce gönüllü insanlara Allah'tan rahmet dilerim. 
Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Adı: Bir Zamanlar Bursa Devlet Tiyatrosu'nda
Yazarı: Adnan Açıkdüşünenler Hazırlayan: Uğur Ozan Özen
Türü: Anı
Sayfa: 112
Yayınevi: Ihlamur Kitap