Kitap: Divânü Lügat-it-Türk'e Göre Türk Ahlâkı


Divân-ı Lügat'it-Türk, gerek Türk tarihi ve edebiyatı açısından gerekse Türk kültürü açısından önemli bir hazine niteliği taşır. Türkçemizin ilk sözlüğü, dilbilgisi kitabı, ansiklopedi ve şiir antolojisi özellikleri taşır. 

Divân-ı Lügat’it-Türk, ''Türk Dilleri Sözlüğü’’ anlamına gelmekte olup 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından kaleme alınmıştır. Kaşgarlı Mahmud da 11. yüzyılda yaşamış büyük bir Türk bilgini ve Türk dilcisidir. 

Eser malûmunuz, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar köklü ve sistemli bir dil olduğunu göstermek için yazılmıştır. Bunun nedeni kendi döneminde Türkler arasında Arapçanın ağırlık kazanmasından ve birçok eserin genellikle Arapça yazıldığından olsa gerek. Kaşgarlı Mahmud’un Türkçeye bu denli sahip çıkması, onun bir Türk milliyetçisi olduğunu, kültürüne sahip çıktığını gösterir. Biz onun yazdığı bu eser sayesinde bugün 11. yüzyıl Türk dünyasını, kültürünü ve coğrafyasını anlayabiliyoruz. Biraz açacak olursak Türk aile yapısı, sosyal ve ahlâkî yapısı gibi kültürümüz için önemli birçok husustan bahsetmiş. Bunun yanı sıra dönemin Karahanlı Türkçesi, Türk boyları arasındaki dil yapısı, atasözleri ve şiirlerini bir araya getirmesiyle Türkologlar için bir başyapıttır. TDK arşivinde Kaşgarlı’nın soyu hakkında net bilgiler sunulmuş, buna göre Kaşgarlı Mahmud, eserinde soylu bir Türk ailesinden geldiğini belirtmiştir. Onun soyunun ilk Müslüman Türk hükümdarı Satuk Buğra Han’a çıkmakta olduğu bilinmektedir. Kaşgarlı Mahmud eserine, ‘’Bana sonsuz bir ün, bitmez tükenmez bir azık’’ olsun diye şu kitabımı –Tanrı’ya sığınarak- Divân-ı Lügat’it-Türkî ‘’Türk Dilleri Kâmûsu’’ adını vererek yazdım.’’ diyerek başlamıştır. 

Bu kadar önemli bir eserin gün yüzüne çıkması ise şu şekilde gerçekleşmiştir: 
1915 yılında İstanbul’da Sahaflar Çarşısı’nda bir dükkâna elinde eski ve yıpranmış kitapla yaşlı bir kadın gelir. İhtiyacı olduğu için bu eski zamanlardan kalma kitabı 30 altına satar. Sahafçı Burhan Efendi kitabı evvelâ Maârif Nezâreti’ne götürmüş, orada kitaba kıymet vermemişler. Dönemin aydınlarından Ali Emirî Efendi, Sahaflar Çarşısı’nı gezerken bu kitabın satılık olduğunu görür. Tabi kimse kitabın değerinin farkında değil. Ali Emirî Efendi kısa sürede bu 30 altını tamamlayıp kitabı satın almıştır. Kitabı aldığına çok sevinen Ali Emirî Efendi edebiyatçı arkadaşlarına kitabın değerinden bahseder ama kimseye de göstermez, üzerine titrermiş. Çünkü kitabın yaprakları hayli dağınık ve yıpranmış hâldeymiş. Kitaba bir şey olur korkusu ile kimsenin basım teklifine yanaşmazmış. Bir kitabı gerçek bir hazine olarak görüp korumak bu olsa gerek.. Ne mutlu kitaplara böyle değer verenlere, kitapların kudretine inanıp üzerine titreyenlere.. Daha sonra Sadrazamın işe karışması ile kitabın yaprakları bir araya getirilmiş, basılmış. Böylece Ali Emirî Efendi bu eşsiz hazineyi Türk bilim dünyasına kazandırmış. Allah razı olsun.

Elimdeki bu kitap ''Türk Ahlâkı'' genel başlığı altında kadîm Türklerin ahlâkî değerleri, aile yapısı, toplum yapısı, siyasî ahlâk gibi konuları ele almıştır. Bunların başında gelen vatanî ahlâktan söz etmek gerekirse, Türk vatanperverliğine ilk örnek; Hun hükümdarı Mete Han’ın düşmanı olan Tunghular’la yaşadığı olaydır. Tunghu’lar Mete Han’dan meşhur atını istemiş, Mete Han vermiş; sonra Mete Han’dan hatununu istemişler, Mete Han yine vermiş; ancak bu sefer Mete Han’dan toprak istediklerinde ülkesinin toprağını düşmana vermemiş, bunu savaş sebebi sayarak şu meşhur sözü söylemiştir: 

‘’İsterse üzerinde tek bir ot bitmesin. Ne kadar değersiz olursa olsun, toprak bir devletin temelidir ve hiç kimseye verilemez.’’ 

Mete Han’ın şahsına ait her şeyi düşmana verirken, vatana ait toprak parçasını düşman eline vermemesi toprağın devlet nazarında kıymetini, millete ait olduğunu ve Mete Han’ın vatan sevgisini anlatır. Türk milletinin erdemlerini bir yabancıdan duymak gerekirse, Arap bilgini El-Cahız, Türklerin faziletlerini şöyle sıralamıştır:

‘’Türk; vatanını sever, harp sanatında usta, şerefli, faziletli, dindar, yabancıya saygılıdır, misafir ağırlamayı sever. Devlet kurucudur, savaş dışında bile hile hud’a bilmez, sözüne sadık, vefalı, insaflı, anlayışlı, vakur, edepli, cesaretli, savaştan kaçmaz, adam kandırmaz, harpte kalbi titrer. Kahramandır, binicilikte ustadır. Cömerttir, kuvvetlidir, anlayışlıdır. Bilgilidir, ihtiyatlıdır, yaldızlı sözler söylemez. Yapmacık bilmez, yermez ve riyâ bilmez. Büyüklenmez, arkadaşını aldatmaz, övülmeyi beklemez, Alçakgönüllü, misafirperver, ikram eder, iltifat eder. Hazıra konmayı sevmez, çalışkandır, korkusuzdur. Kovuculuk, insanlara saygısızlık, yalancılık ve ciddiyetsizlikten hoşlanmaz. Hırsızlık, gasp, zinâ, zinâ isnâdı ve cinayetten nefret eder. Doğa sevgisi ile doludur. Bilgili, uyanık, kültürlü, azimli, sabırlı ve sırdaştır. Gerçeğe düşkündür. Hareketsizlikten hoşlanmaz.’’

Görüldüğü gibi Türk milletinin ahlâkî faziletleri, diğer milletlerin yazarları tarafından övgüyle bahsedilmekte. Bu özellikleri günümüzle kıyaslayacak olursak, Türk toplumunun ahlâkındaki bozulmaları net bir şekilde görürüz. Bu bozulmaların çözümü yine kendi özünde saklıdır. Bilge Kağan'ın yazıtında söylediği gibi; ‘’Ey Türk budunu, titre ve kendine dön!’’ Bugün Türk Milleti ancak kendi özüne, değerlerine, Türk-İslâm kültürüne sarılırsa ahlâkın da düzeleceğine inanıyorum. Ziya Gökalp diyor ki; Türk tarihi, baştanbaşa ahlâki faziletlerin sergisidir. Türk ahlâskı en eski zamanlardan beri ferdiyete yani; bireyselliğe değil, toplum ve devletin menfaatine önem vermiştir. 

Türklerde ahlâkın oluştuğu ilk yere, yani aileye baktığımızda, yazar ailedeki işleyişin sosyal düzene ve devlet düzenine yansıdığını ifade ediyor. Gerçekten de Türklerde aile (oguş) kavramının önemini, Divân-ı Lügat’it Türk’te bahsedilen akrabalık terimlerinin çokluğunda görüyoruz. Eşlerin birbirine sadakatli olması, boşanmaların yok denecek kadar az görülmesi, çocukların aile fertlerine karşı hürmeti, Türk kadınının ve çocukların ailedeki konumu aile ahlâkına örnektir. Türklerde genellikle tek eşli evlilikler vardır. Devletin en küçük parçasını temsil eden ailedeki bağlılık, düzen, birlik, dayanışma, Türkleri çağdaşı olan milletlerden ayıran en belirgin özelliktir. Aile yapısındaki sistem, devlet anlayışı içerisinde de geçerli olmuştur.

Gelelim Divân-ı Lügat'it-Türk'te geçen atalar sözüne.. Atasözlerimiz, atalarımızdan bize kalan kültürel mirastır. Bazılarını aktarıyorum:

‘’Yüze bakma, fazilet ara.’’ (evlenilecek kişide edep, ahlak niteliği)
‘’Et, tırnaktan ayrılmaz.’’ (aile arasındaki sıkı bağ)
‘’Ağılda oğlak doğar, derede suyu biter.’’ (rızk)
‘’Belli şeytan, bilinmeyen insandan iyidir.’’ (Gizli düşman)
‘’Ülke bırakılsa bile, töre bırakılmaz.’’ (Türk töresi)
‘’El tutunca, ateş tut.’’ (Kefil olma)
‘’Erdemin başı, dildir.’’ (Üslûp)

‘’Ben hakan olunca, gündüz oturmadım, gece uyumadım. Türk Milleti açtı, doyurdum; çıplaktı giydirdim, fakirdi, zengin ettim.’’ sözüyle eski Türklerde sosyal devlet anlayışının ne derece önemli olduğunu görüyoruz. Şimdilerde böyle bir kavramın varlığını açıkçası hissedemiyorum. 

Son olarak, yazarın bitirme tezi olarak hazırlamış olduğu bu güzel eserini kitabın başında şehitlerimize ithâf etmesi büyük bir incelik olmuş. Türk milletine bu hazineyi bırakan Kaşgarlı Mahmud’dan Hakk razı olsun. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Divânü Lügatit Türk'e Türk Ahlâkı
Yazarı: Oğuzhan Başaran
Türü: Tarih, araştırma-inceleme
Sayfa: 160
Yayınevi: Alka Yayınevi

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder