Zweig severlerin bildiği gibi, onun bir eserini okuduğunuzda diğer eserlerini de merak edersiniz. Bundaki sebep; onun akıcı, sürükleyici, merak uyandırıcı üslûbu, kendi açımdan da şairâne betimlemeleri olsa gerek.. Bu yüzden Zweig eserleri bir çırpıda soluk soluğa okunur türdendir. Ancak diğer okuduğum kitapların aksine bu eserde bireye değil, olaya odaklanılmış. Psikolojik tahlillerden çok bilgi yer alıyor. Ayrıca diğer eserlerinden farkı; yazarın Yahudi kimliğinin ön planda oluşu..
Burada Yahudilikte Menorah; yani yedi kollu şamdanın hikâyesi yazarın kendi kurgusu dahilinde anlatılmıştır. Yahudilerin kutsal emaneti şamdanın anlamından ziyade zaman içinde yer değiştirmesi ve insanlar üzerindeki etkileri ele alınmış. Ancak kendisi de Yahudi kökenli olan yazar, bu eserinde yedi kollu şamdanın arka planında Yahudilerin tarih boyunca çektiği sıkıntıların dile gelmeyen hislerini anlatmış, belli kesimleri eleştirmiştir. Yahudilerin kendilerine ait bir devleti olmadığı için (İsrail yok o zamanlar) yersiz yurtsuz, dışlanan, hor görülen bir toplum olarak yaşıyorlar. Yahudilerin tarihte sürekli yer değiştirmeleri şu alıntıda verilmiştir:
''Romalı Yahudiler bu durumdan çok da memnun değillerdi. Sürgünden beri, kutsal topraklardan sürülen bu kişiler, nesillerdir yeni ülkelerinde meydana gelen felaketlerin onlar için de felaket anlamına geldiğini öğrenmişlerdi. Bir şehir yağmalandığında, bir salgın hastalık baş gösterdiğinde durum onlar için de kötü oluyordu. Hangi kötülük yaşanırsa yaşansın, suç onlara yükleniyordu. Biz Yahudiler savaşçı değiliz, tek gücümüz fedakarlıktır. Bu dünyada ne yazık ki gücün geçerli olduğunu ve haklıların nadiren galip geldiğini öğreneceksin. Tanrı bize haksızlıklara karşı direnmeyi öğretti, doğru olanı güçle yapmayı değil.''
Bu cümlelerde yazarın kendi biyografisini de görmek mümkün. Bunun en önemli nedeni II. Dünya Savaşı döneminde yaşamış olması. Zweig, Hitler'in yarattığı faşist düzenin bütün dünyaya yayılacağını düşünerek intihar etmiştir. Onun Nazi döneminde çektiği sıkıntılar, kitabın neden karamsar bir havada olduğunu anlatıyor aslında. Kitap ilk 1936 yılında yayımlandığına göre, anlatılanlara objektif açıdan bakabiliriz. Çünkü eserin yazıldığı tarihi düşünürsek, dönemi kasıp kavuran ırkçılığın, Zweig'i intihara sürükleyen boğucu ortamın yaşandığı tarihler. (Irkçılığın anlamını bilmeyenler bu kitabı okusun. Ayrıca Yahudi ırkçılığı ile ilgili; Shindlerin Listesi, Çöküş, Çizgili Pijamalı Çocuk filmlerini kesinlikle izleyin derim.)
Kitap, 455 senesinde Roma'nın Vandallar tarafından yağmalanması ile başlar. Roma'nın yağmalanması sonucu yedi kollu şamdan Vandalların eline geçmiştir. Orada yaşayan bir Yahudi cemaati, bir toplantı yaparak şamdanın peşinden gitmeye karar verir. Olanlara şahit olması ve kendilerinden sonraki nesle anlatması için yanlarına küçük bir erkek çocuğu (Benjamin) alırlar. Tam kavuşacaklarken işgalciler şamdanı denizaşırı yolculuğa çıkarır. Yıllar sonra Benjamin büyür, yaşlanır. Yahudi halkı onu şamdanı geri alması için bir umut olarak görür. Benjamin, Vandalları yenen Bizans hükümdarı Justinianus'un kutsal emanetleri ele geçirdiğini öğrenir. Şamdanı geri almak ve Yahudilere teslim etmek için Bizans'a gider.
Kitap kabaca iki bölümde ele alınmış. İlk bölümde Benjamin'in şamdanı son kez görmesi ve ona dokunmasının verdiği enerji yoğunluğu sonucu kolunun kırılması; ikinci bölümde ise, menorayı son gören kişi olarak Yahudiler tarafından saygı duyulan bilge bir isim olması.
Kitabın adından ve kapak resminden dolayı 'şamdan' hakkında kısaca bahsedecek olursak; şamdan, aslında dini ögeler taşıyan bir sanat eseri olduğundan Yahudiler için kutsal emanet olarak görülüyor. Saf altından yapılmıştır. Biri ortada ve bunun iki yanında üçer tane olmak üzere yedi kolu bulunur. Bunlardan her birinin saf altından işlenmiş tomurcuğu ve çiçeği olan birer kâsesi vardır. Menorah, bir zamanlar Süleyman Tapınağı'nda iken Titus, Kudüs'ü ele geçirdikten sonra zaferini kutlamak için onu anıt bir eşya olarak Roma'ya getirmiş ve Titus Kemeri üzerinde sergilemiştir. Bu yüzden Yahudiler için bu olay hüzünlü bir tarih olarak biliniyor. Bir de dokuz kollu şamdan olan Hanukiya var. Ayrıca inançlı her Yahudinin evinde menoranın taklidinin bulunduğundan ve 7 rakamının kutsallığından da söz edilmiştir.
Aslında kitabı okudukça şöyle bir bakış açısı gelişti.. Günümüzde İsrail denildiği zaman, ilk olarak ''arz-ı mev'ud'' yani 'vaad edilmiş topraklar' akla gelir. Kitapta bahsedilen asırlardır oradan oraya savrulan, yabancı devletlerin boyunduruğunda yaşayan Yahudi halkının hislerini okuyunca, İsrail'in bugün Gazze ve Filistin bölgelerindeki sert tutumunu, acımasız tavrını, aslına bakarsak intikam duygusunu daha iyi anlarız.
Kitabın birçok sayfasında, Zweig'in bilinen üslûbundaki tarafsızlık ilkesi kaybolmuş gibi geldi bana. Bunun nedeni, eserinde Yahudiliği ve Yahudi halkını fazlaca yüceltmiş olması. Örneğin, kendilerini 'Tanrının seçilmiş kulları, hakkaniyetli insanlar, dünya nimetlerine sırtını çevirip sürekli Yehova'ya dua eden insanlar' olarak görüyorlardı. İlk bölümlerinde Yahudiler, sürekli sıkıntı çeken suçsuz, günahsız bir cemaat olarak gösterilmiş. (Bknz: İsrailoğulları, Bakara suresi, 61. ayet) Bunu daha kitabın başlarında fark edebiliyoruz. Bu belki de yazarın Yahudiliğe mensup oluşundan kaynaklı; ancak diğer eserlerindeki objektif tutumu bu eserinde bulamamak hayal kırıklığıydı.
Kitabın sonlarına doğru bir öz eleştiri baş gösteriyor; ''Yahudilerin çektiği sıkıntıların sebebi nedir, Tanrı onlara neden yardım etmiyor?'' gibi sorulara cevap aramaya girişirler:
''Belki de Tanrı, ilgimizi görünür ve elle tutulabilir şeylerden uzaklaştırılalım diye tapınağı yok etmiş ve bizi evlerimizden alıkoymuştur.''
Kitabın ilk yarısı sakin ilerlemekle birlikte ikinci yarısı daha hareketli. İşin içine Konstantinopolis; Aya Sofya, Pera (Beyoğlu) gibi bilindik yerler girince merak uyandırıyor. Hattâ Avrupa'nın bir zamanlar korkulu rüyası haline gelen ''Tanrı'nın kırbacı'' Hun Hükümdarı Attila'dan da bahsedilmiş. Zweig bu eserinde kendince Yahudilerin derdini anlatmaya çalışmış, başarılı da olmuş. Acaba yaşasa ve bugün İsrail'i görseydi ne düşünürdü?
Yazar, kitabın sonunda okuruna umut dolu bir gizem bırakıyor. Keşke bu umudu kendi içinde de saklayabilse, yaşamına son vermeseymiş.. Gerçek Menorahın akıbeti bilinemiyor, belki de hâlâ İstanbul'un bilinmeyen dehlizlerinde saklıdır. Kişi analizine gelecek olursak, burada kahraman ne Benjamin ne de Yahudi halkı. Her şey şamdanın etrafında olup bitiyor. Benjamin ise; şahit ve taşıyıcı rolünde.. Kitap baştan sona tarihsel bilgi kırıntıları sunuyor. Zweig serisini takip edenler bunu da severek okuyacaktır. Kitapla ve sevgiyle kalın..
Kitabın Künyesi:
Adı: Gömülü Şamdan
Yazarı: Stefan Zweig
Türü: Dünya Klasikleri, hikâye (novella-uzun öykü)
Sayfa: 160
Yayınevi: Martı Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder