Kitap: Ev Sahibi


Kitabın içeriğinde üç hikâye yer almakta: Dünya Çiftliği, Sobek ve Ev Sahibi. Her üç hikâye de sade ve sürükleyici. Okurken zihninizde bir macera-bilimkurgu filmi gibi etki bıraktığını söyleyebilirim. Dünya Çiftliği'nde; köle olmamak adına savaş verdikleri dünyada ne yazık ki bencil insanların daha çok yaşaması için birer metal kapsülde uyutulan bir avuç zavallı insanın hikâyesi anlatılıyor. İnsanoğlu dünyayı yaşanmaz hâle getirince aynısını diğer gezegenlere de yapmak için koloniler kurarak yerleşir. Herkes mi, hayır sadece zengin ve ayrıcalıklı kesim. Buradaki anlatım, bilim ve teknolojinin insanlığa verdiği zararları düşündürdü. Uzay yolcuları filmini anımsadım. İnsan eliyle insanlığa verilen zararlar.. yapay zekâlar, robotlar ne derece güvenli?  

Sobek adlı hikâyede, Mısır'ın gizemli çöllerinde dolaşırken arkeolog Carter ve ekibinin kazılardan çıkan parçaları birleştirip olayların gizemini çözmeye çalışırken yeraltından gelen misafirler tarafından kaçırılması anlatılmış. Burada Mısır'ın timsah başlı tanrısı Sobek'in kazıda bulunan büstünü, insanların egosu ve açgözlülüğü için katlettiği yerli halklara tanık oluyoruz.  

Son olarak Ev Sahibi adlı hikâyede, varlıklı bir adamın zengin ve işveren olması sebebiyle herkesin ona sevgi ve saygıda kusur etmeyeceğini zannetmesi, kibrini etrafındaki insanlara dokundurması sonucu histerik hareketleri anlatılmış. 

Diyarbakırlı yazarımızın kalemini beğendim. Yazar ilk kitabında okuyucuyu sıkmadan önemli noktalara odaklanarak keyifli bir çalışma ortaya koymuş. Hikâyelerin sonu başarılı şekilde bitirilmiş. Kısa ama etkileyiciydi. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Ev Sahibi
Yazarı: Şeyhmus Görmez
Türü: Edebiyat, öykü
Sayfa: 86
Yayınevi: Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık

Alıntılar:

* Herkes mutluyken, insanlar mutluyken, diğer insanların ne sorunu olduğunu merak etmiyorlar. (Dünya böyle duyarsızlaşıyor..)

* Şehir devletleri asla ''köle''kelimesini tercih etmiyor, onun yerine ''çalışan'' demeyi yeğliyorlardı. (Modern kölelik)

* ... zaten okumuş olduğu kitabı neden tekrar okuduğunu sordu. Aynı kitabı okumanın ne anlamı vardı ki? Carter çocuğun başını sevip gülümseyerek cevap verdi:
''Kitap aynı olabilir Musa; ama insan aynı insan değil.'' (Doğru ve güzel kitapları tekraren okumak önemli.)

* Asla çok samimi olmadığımız, hattâ gerekmedikçe konuşmadığımız insanlara ''Kardeşlerim'' diye hitap etmek, bu işte beraber olduğumuzu hissettirmek içindi. ''Ya savaşacağız ya da teslim olacağız.''

* ... bir arkeolog olmaya bile gerek yok, Mısır'da gezerken sağa sola bakmanız yeterli olacaktır. Sizler çakal başlı Anubis'in, Sfenks'in ve daha birçok şeyin sadece Mısırlıların hayal gücünün ürünü mü sanıyorsunuz? Hayır Bay Carter, insanlar katletmeden önce birçok halkları vardı bu topraklarda.

* Ayağında pranga olduktan sonra ha bir elinde ekmek olmuş ha iki elinde, fark eder mi?

''Kitap Şuuru, İnsanlık Şuurudur.''

Kitap: Güc’cüg Pirens


Gül Ezgi Karaman'ın Denizli ili ağzına uyarlaması

Öncelikle benim gibi Küçük Prens hayranlarının bunu beğendiklerine/beğeneceklerine eminim. Hele ki koleksiyonerlerin gözünden kaçmaz. Kitabın kapağındaki "Zeybek" oynayan Küçük Prens dikkat çekici. Dünyada en çok dile ve lehçeye çevrilen bir kitaptır kendisi. Türkiye'de Gazi Üniversitesi'nde bir akademisyen tarafından Osmanlı Türkçesi'ne çevrildikten sonra, Denizli-Acıpayam ağzına uyarlanması güzel olmuş bana göre. Akademik araştırmalar neticesinde yazıldığı için emek sarf edilmiş. Önsözünde, ''bir kitabı başka bir dilde ve lehçede yazmak çok meşakkatli bir uğraş'' demiş Gül Ezgi Hanım. Unutulmaya yüz tutmuş bir kültürü, en çok okunan bir kitapla kayıt altına almış. Ülkemize, ilimize ve kültürümüze yaptığı katkılardan dolayı teşekkür ediyorum.

Kitabın içeriğini hem çoğu kişi biliyordur diye tahmin ettiğimden, hem de popüler olduğu için ayriyeten yazmak istemedim. Kitap, yazarın hayatından izler taşımakta. Bir çocuk kitabı olarak bilinse de, aslında yazar bu kitabı yetişkinler için yazmış. Bu yüzden her büyüğün okuması gereken, "yetişkinler''e hitap eden bir çocuk kitabıdır. Her yaşta, düzenli aralıklarla okunası nahif bir kitap. Çocukların gözünden okursanız, yetişkinlerin hatalarını anlıyorsunuz.

Sevenlerine bir de bu Ege versiyonunu okumalarını tavsiye ederim. Okurken yüzünüzde küçük tebessümler kalacağına eminim; çünkü ben bu uyarlamayı okurken yöremin ağzını bir kitapta okumak çok hoşuma gitti. Samimiyetten dolayı mutlu oldum. Eğer bir gün birine kitap hediye edeceksiniz bu harika bir seçim olur.

Herkeste bir nebze olsun Küçük Prens'in kalbinden bir parça olsa, belki de dünya daha yaşanılabilir bir yer olabilir.. Öyleyse, Güc'cüg Pirens'in deyişiyle "U'rola!" diyorum. U'rola Küçük Prens hayranları, içinizdeki çocuğu hep yaşatmak dileğiyle.. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Güc’cüg Pirens
Yazarı: Antoine de Saint Exupery / Uyarlayan: Gül Ezgi Karaman
Türü: Dünya Klasikleri, edebiyat
Sayfa: 130
Yayınevi: Edebiyatist

Kitap: Köyden İndim Şehire


Ne gelirse insanın başına, cehâletten gelir!

Kitap, bir köy ağası olan Hacı Hamdi Efendi ve ailesinin köyden şehre taşınması sonucu şehir hayatına uyum konusunda yaşadığı sorunları anlatır. İhtiyar Hacı Hamdi Efendi dünya işlerinden elini eteğini çekmiş, işleriyle oğlu Halil Hanoğlu ilgilenmektedir. Teknolojiden bihaber olan bu aile, komşuları sayesinde hem şehir hayatına hem de teknolojiye alışırlar. Elektrik, televizyon, çamaşır makinesi, fırın, buzdolabını ilk defa şehirde görürler. Kullanmasını bilmedikleri için komşudan yardım isterler, komşuları onlara yardım eder. İnsanların geleneklerinden kopup yeniliğe uyum sağlamaları kolay değildir; ancak şu da var ki her yenilik fayda sağlar mı, düşünmek gerekir. Kontrolsüzce her yeniliği doğru bulanlar, özündeki mevcut erdemleri de kaybederler. Kitapta varlıklı olmalarına rağmen köy hayatı yaşayan bu insanlar, zamanla şehre alışacaklar ve kendilerindeki o saf cevheri, o iyiliği de kaybedecekler, şehir hayatı onları yozlaştıracaktır. 

Bizim köylü aile, teknolojiye alışmış ama şehir kültüründen yoksundurlar. Toplum kurallarına uymadan yaşarlar. Kemalettin Tuğcu, bu romanda paranın insanları ne hâle getirdiğini ve köyden şehre gelen ailenin şuursuzluğunun, cehaletinin komik durumunu göstermiştir. Huriye Hanım'ın cahilliklerine gülmemek elde mi? Televizyonu ilk kez gören kadın, içindekilerin kendisini gördüğünü sanıp kendisine çekidüzen verir, peçesini kapatır. Daha sonra insanların nereye gittiğini sorarak çocuğa televizyonun arka kapağını açtırır. Köydeyken gayet mutlu yaşarlarken işleriyle birlikte İstanbul'a taşınmışlar, burada benliklerini karakterlerini yitirme noktasına geldikleri gibi maddi imkânlarının çoğunu da kaybederler. Hacı Hamdi Efendi geleneklerine bağlı bir köy ağasıdır, köyde sevilir sayılır. Oğlu Halil Bey ve ailesi ise şehirde âdeta yaprak dökümü yaşarlar. Tahıl işiyle uğraşan Halil Efendi, yıllardır babasının himayesinde yaşadığı için işten güçten anlamaz. Babasının ölümüyle üzerinden baskı kalkınca zenginliğin verdiği imkânlarla İstanbul'da kadınların peşine takılır, kadınların amacı ise onun parasını yemektir. Daha önce oruç tutan, namaz kılan Halil Efendi bunları yapmaz olmuştur. Karısı Huriye Hanım desen o da kumar ve içkiye alışmıştır. Kim ne derse inanır hesabı, bunları sosyete olmanın bir gereği, parası olanların eğlence aracı olarak düşünür. Kumarda kaybettiği büyük miktarların ise okuma-yazma bilmeyen bir kadın için önemi yoktur. Ne yazık ki, karı-koca ve çocuklar yozlaşmıştır. Şehirde bilinçsiz yaşamanın, şehir hayatının olumsuz yönlerini almanın cezasını, iflas ve yuvalarının dağılmasıyla öderler. Çocukları hırsızlığa başlar, kötü alışkanlık edinirler. Kendilerine yol yordam gösteren komşularına karşı büyüklük taslayan bu aile, yine onların yardımına muhtaç olmuştur. 

Şehir hayatındaki kötü alışkanlıklara, dalkavukluğa, köydeki çok eşliliğe ve en önemlisi eğitimin önemine yer veren Kemalettin Tuğcu, romanında köyden şehre gelen bir ailenin dramını anlatır. Açgözlülük, kötü alışkanlıklar, paranın verdiği şımarıklık.. Kitap türlerini kim belirliyor merak ediyorum. İçeriğinde çocuğa hitap etmeyen kitaplar nasıl çocuk kitabı olabilir? Bunlar dünyayı tanıma olgunluğuna erişmiş yetişkinlere göre okunası kitaplar.. Kemalettin Tuğcu kitaplarını seve seve tavsiye ederim. Kitapla ve sevgiyle kalın..

Kitabın Künyesi:

Kitabın Adı: Köyden İndim Şehire
Yazarı: Kemalettin Tuğcu
Türü: Roman
Sayfa: 64
Yayınevi: Ünlü Yayınevi

Alıntılar:

* Okumak her şeyden evvel gelir.

* Köylüleri kötülemek doğru değil. Her şehirde, her ilde iyi ve kötü insan çıkabilir. Köylüler biraz sofu insanlardır. Ama onlara kötü laflar kondurmak doğru değildir. İş cehalette. Ne gelirse insanın başına cehaletten gelir.

* En kötüsü de insanın kendi kendisine inanmasıdır. Başkasının sözünü dinlemeyen, kendisini bilir sananlar yıkılır gider. 

* Bana inanmazsın Huriye Hanım. Çünkü sen bu işlerden zevk almaya başlamışsın. Kumar insanı fakirliğe, yoksulluğa götürü, yuvasını yıkar. Toplum içinde çok büyük kötülük sayarlar. Kumar, içki ve kadın. 

* Bana göre iş değil, dedi. Ben yüze gülemem. ben cahil adama, parası için yaltaklanamam. Biz komşu olarak vazifemizi yaptık. Hatta patavatsızlıklarına ses çıkartmadık. nemize lâzım, geçinip gidiyoruz işte. (Prensipli insanları severim.)

Üzülme Kerime. Kenarın dilberi ne kadar nazlı olsa da nazenin olamaz. Bunlar her şeyi yeni yeni öğreniyorlar. Bir iki defa Halil Bey'in yazıhanesine gittim. kendisinin toplantıda olduğunu söyletti. Ben de bir daha gitmedim. Neme lâzım! (Para insanı nasıl da değiştiriyor..)

Bir şey dikkatimizi çekti. Odalardan birinde, yere bir örtü yaymışlar. Bunun üzerinde, yere oturarak yemek yiyorlarmış. Annem yepyeni yemek odası takımını göstererek neden onu kullanmadıklarını sormuş. Alışmamışlar. İhtiyar adam rahat edemiyormuş. İnsanların alıştıkları şeyleri değiştirmesi herhalde pek kolay olmuyor. (Yer sofrasının rahatlığı ve Peygamber sünneti)

Çalışamazsın Kerime. Sen aile kadınısın. Sen anasın, bu ev kadınsız olamaz. Çalışanlara bakma, onlar bu koşullar altında evlenmişler. (Kadını eve hapsedemezsiniz!)

Bu nasıl iş, insan sofrasında doyasıya yemek yiyemez, çocuğuna yeni bir ayakkabı alamaz mıydı? (Türkiye'de ekonomi sorunu yok diyenlere...)

* Babam gözü açık bir adam değil. Yaşıtları, okul arkadaşları büyük birer memur ya da tüccar olmuşlar. Ne yapmışlar yapmışlar, keselerini doldurmuşlar. Altlarında otomobil, yazın birkaç ay için güneye, yazlığa giderler. Yatları, katları, atları olanlar olduğu gibi çocuklarını paralı okullarda okutanlar, sonra Avrupa'ya yollayanlar da var.
Bizim babamız Ahmet Cezmi Bey:
- Ne rüşvet aldım, ne haram yedim, ne istifçilikle para kazanmaya kalktım. Ben sokaklarda rahat rahat yürüdüm, geceleri başımı yastığa koyduğum zaman, gümrükçü korkusu, polis korkusu, basılma korkusu bilmem. Kapı çalındığı zaman yüreğim oynamaz. Eh, çiğ yemedim ki karnım ağrısın, der. (En önemlisi başını yastığa koyduğun zamanki rahatlık)

Türkülerin Dilinden: Sobalarında Kuru Da Meşe Yanıyor


Türkünün Yöresi: Denizli-Tavas (Yârengöme)
Kaynak Kişi: Özay Gönlüm
Derleyen/Notaya Alan/İcra Eden: 
Özay Gönlüm
Makamı: Nikriz

Türkünün Hikâyesi: İzmir'in Yunan işgali altında olduğu sırada bölgede bulunan efeler, yörükler mücadelenin önemli bir kısmını oluşturmaktaydı. Haklarında yakılan türküler bugün hâlâ dilden dile dolaşmaktadır. Bu türkü de mücadelesini farklı bir şekilde veren Mehmet Efe'nin hikâyesidir. Balkan Savaşı'nda bir bacağını kaybeden ve bu nedenle Kurtuluş Savaşı'ndaki diğer efelere katılamayan Mehmet Efe, bölgedeki mücadeleyi gördükçe bir efeye oturmak yakışmaz diye düşünür, ancak elinden bir şey gelmez. Evde oturdukça içerleyen Mehmet Efe'nin bedenini bir üşüme alır. Yazın bile evinde soba yakmak zorunda kaldığını görenler, başta İzmir olmak üzere ona bu türküyü yakmışlardır. 

Özay Gönlüm'ün anlatımıyla:
Yıl 1922. Bir kara bulut ağmış İzmir yakasında. Sarıvermiş yurdumuzu dört baştan. Kadını, erkeği, hastası, dinci, yaşlısı, genci tek kuvvet olmuşlar. Düşmana karşı durmuşlar. Efeler yiğitler, omuz omuza, el ele. Mavzerini kapan, dah deyip çıkmış cavır düşmanına. Taşına toprağına, herkes kurban Anadolu'ma. Günler günleri, aylar ayları kovalamış, memleket yangın yerine dönüp dururken Mustafa Kemal adı sarmış her yanları. Yeşerdi vermiş tüm umutları. İşte o vakitler, Denizli'nin Yarengümesi'nde şimdiki adıyla Tavas'ta, bir Mehmet Efe yaşamış. Yüreği bir ateş, bir yelim, bir fırtınaymış. Yediden yetmişe herkes karşı koyarken düşmana, bir yanda bir bacağı kopuk Mehmet Efe, Mehmet Ağa. Balkan Harbi'nde şarapnel patlamış yanında. Bacağı gitmiş amma, yüreği bir yanardağ haa... Gökçen Efe, Yörük Ali, Demirci Efeler karşı koyarken düşmana, evde oturmak yaraşır mı ulen Mehmet Efe'nin şanına? Yaraşmaz elbet. Eyi eyi de günler geçmiş aradan. Mehmet Efe'me bir dert vermiş Yaradan. Kafasında kura kura, ''işe yaramıyom; düşmana, cepheye varamıyom'' diye başlamış üşümeye. Tövbe tövbe Yarabbim. Zangır zangır titremeye. Yazın bile zoba yanıyormuş yanında. Dokuz tane yorgan örtüyorlarmış üstüne, gine de üşüyom, donuyom diyormuş. Tasasından kahrolup ölüyormuş. Dee, ne vakit Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları güzel yurdumuzdan kahpe düşmanı sökmüş. Koca İzmir denizine dökmüş. İşte o anda dehşet bir şey olmuş. Mehmet Efe'nin üşümesi, donması geçmiş. Yüreği tüm ulus gibi ferahlayıvermiş. Sonra... Sonra halk denen büyük usta bir türkü yakmış bu hususta; yıllar yılı çalınsın, söylensin diye. Buyurun Mehmet Efe'nin türküsünü dinlemeye.... /Özay Gönlüm

Zobalarında guru da meşe yanıyor efem
Yanıyor da Memet Efem de üşümüş de donuyor
Boncuklu da gelin ortalıkta dönüyor da dönüyor
Aslanım da efeler vay vay...

Gar mı yağıpba Yarengöme'nin dağına Efem
Memet Ağa'm da oturu da vermiş efelerin sağına
Çıkam ha der şu dağların başına da başına
Aslanım da efeler vay vay...

Yârengöme: Yârenlerin küme olduğu yer. Tavas'ın eski adı.
Türküde adı geçen Yârengöme, bugün Denizli'nin Tavas adıyla bilinen ilçesidir. Zamanla ilgili çok fazla ifade bulunmamakta.. Türküye ilham olan Mehmet Efe, vatan sevdasıyla yanıp tutuşurken hiçbir faaliyette bulunamamaktan donmaya başlar. Balkan Harbi'nde kaybettiği bacağı savaşmasına engel olmuş, bu durum onun mücadelesini istediği gibi verememesine sebep olmuştur. Bölgede mücadele eden Gökçen Efe, Demirci Efe, Ali Osman Efe, Yörük Ali gibi kahramanları gördükçe destek vermek ister; ama bunu yapamaz. Efelerin sağına oturması hasebiyle, efelerle görüştüğü düşünülebilir. Türküdeki isimsiz 'Boncuklu Gelin' ise Mehmet Efe'nin eşi olabilir.

Ata türküsüdür bu türkü. Hikâyesiyle daha bir anlam kazanır. Denizli'nin sanatçısı Özay Gönlüm kadar iyi söyleyen yoktur. Çünkü o, hem türküyü hem de hikâyesini yöre ağzıyla güzel okur. Hemşehrisi olmaktan gurur duyduğum üstaddır. Çatalçeşme'de gelene geçene gülümseyen heykeli vardır. Sanatı, Yâren'i, tiyatral gücü, Ege'ye hakimiyeti, yöre ağzı, halka ve müziğine olan aşkıyla bir efsanedir Özay Gönlüm. Türkü tadında kalın..

Derleme: 

Rahmetli Özay Gönlüm'ün okuduğu özgün hâli: https://www.youtube.com/watch?v=Xcw92Tab398
Türkülerin annesi Emel Taşçıoğlu2nun yorumu: https://www.youtube.com/watch?v=ACeL4GpO-Nk
@müverriheninkaleminden

El Sanatları: Keçe Aşkına...


Çok eski zamanlardan beri pek çok amaçla kullanılan keçe; insanların hayal dünyasına ve el becerisine göre farklı tasarımlar yapmak için kullandığı, doğal liften üretilen bir malzemedir. Geleneksel El Sanatları'mızdan olup unutulmaya yüz tutmuşken son zamanlarda Avrupa'da yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Böylece dekorasyonda popüler bir malzeme hâline gelmiştir. Keçe; sıkıştırılmış liflerden oluştuğu için yapımında ısı, nem ve basınç kullanılarak presleme işlemi uygulanır. Farklı renk ve kalınlıkta (ince-orta-kalın) keçeler bulunur. Farklı kullanım alanlarına sahiptir. Yapılacağı eşyaya göre farklı çeşitleri bulunur. (Doğal, yapay, yün keçe) Sentetik, kuru ya da ıslak olarak bulunan 3 çeşit keçe, daha çok sanayi sektöründe kullanılır. Dekorasyondan tekstile kadar birçok alanda varlığını görürüz. Türk tarihinde tercih edilmesinin sebebi; ısı ve neme karşı yüksek direnç ve dayanıklılık göstermesi, koku yapmaması, hava geçirgenliğine sahip olması bakımından tekstil tarihimizde önemli bir yere sahiptir. Uzun ömürlü olması, kolaylıkla deforme olmaması, sağlık açısından oldukça uygun olması, su geçirmez yapıda olması ve dışarıdan gelebilecek darbeleri hafifletmesi bakımından da kullanım alanında artışı etkilidir. Yumuşak ve kolay şekil alması sayesinde pek çok eşyanın yapımında kullanılır. 

Farklı çeşitlere sahip keçeden neler yapılmakta? Giyim (şapka, atkı, yaka), çanta, cüzdan, anahtarlık, dekoratif süs eşyaları, buzdolabı süsleri, supla, yemek masalarında kullanılan amerikan servisleri, bardak altlığı, peçetelikler, kapı süsleri, duvar süsleri, yatak başlıkları, düş kapanları, nazar boncukları, telefon kılıfı, gözlük kılıfı, takı-toka, özel gün hatıra eşyası ve çocuklar için oyuncaklar (el-parmak kuklası, harfler, ..), Bunların yanı sıra mobilya ağaçlarını desteklemek ve yumuşak bir oturma alanı oluşturmak için kalın keçelerden faydalanılır. Islak ve neme karşı direnç özelliğinden dolayı yalıtım unsuru olarak da tercih edilir. Ayakkabıların iç tabanlarında hem sıcak tutması hem de yumuşak olmasından dolayı tercih edilir. 

Yapılacak ürüne göre en uygun keçe kalınlığı belirlenerek dikme veya yapıştırma işlemleri yapılır. Peki keçe ne ile yapıştırılır? Yünlü bir kumaş olduğu için kumaşa zarar vermeyecek tekstil yapıştırıcıları kullanılabilir. 

* Arkadaşlarınıza, sevdiklerinize, akrabalarınıza özel günlerinde hediye edebileceğiniz el emeği ürünler hazırlayabilirsiniz. 

Son zamanlarda kutlama organizasyonları hızla arttı. Doğum günleri, cinsiyet öğrenme partileri, kırk mevlidi, sünnet davetleri.. Organizasyon yapıp da gelen misafirlere günün hatırasını vermek isteyenler olabiliyor. Bir nev'i diş kirası gibi.. Keçeden, çok çeşitli minik hediyeler (magnet) yapılabilir. 

Kapı süsleri daha evlere, odalara girmeden samimiyetle karşılıyor bizi. Kapı süsü birçok malzemeden yapıldığına göre keçeden neden yapılmasın? 'Hoş geldiniz', 'Maşallah' yazan keçe süsler.. keçeden yapılma çiçeklerden oluşan kapı çelengi.. Çocukların odası için isim, hayvan figürü ya da sevdikleri kahramanlar yapılabilir. 

Kitapseverler için okumayı keyifli hâle getiren parçadır ayraçlar. Benim gibi kitap ayraçlarını çok seviyorsanız kendiniz için güzel ve kendinize özel ayraçlar tasarlayabilirsiniz. Kitapsever arkadaşlarınıza hediye edebilirsiniz ki, bu hediyenizi unutulmaz yapacaktır.. Basit ama şık tasarımlar yapmak sizin hayal gücünüze kalmış. 

Elinizdeki artık malzemeleri sanata dönüştürün, çöp çıkışınızı en aşağıda tutmaya çalışın. Ben, kendi adıma artıkları dönüştürmeyi seviyorum. Bunun iyileştiriciliğini, terapi etkisini biliyorum. En küçük keçe parçalarından bile muazzam güzellikler ortaya çıkıyor. 

Keçe ile çalışmayı çok sevmişimdir. Harika bir sanat malzemesi.. Çocuklar için de beceri geliştirmek adına çeşitli projeler için kolay bir malzeme. Yeni başlayanlar için ideal ve dikiş gerektirmez. Sizleri keçe ürünlerimle baş başa bırakıyorum. Fikir edinebilirsiniz..

                    

 




Filme Dair: Tamam Mıyız?


Türü: Komedi-Dram
Yapım: 2013 - Türkiye
Yönetmen: Çağan Irmak

Uyarı: Yazı, filme dair mecburî sürprizbozan içerebilir. 

''Temmuz yapma nolur, hayat böyle... Ne zaman bir şeyler ters gitse dünyanın sonu gelmiş gibi davranıyorsun. Lütfen bu kadar kırılgan olma, bu kadar duygusal olma bırak. Ya karınca ezilse ağlamaya başlıyorsun, çiçek açsa dünyalar senin oluyor. Görme bu kadar, görme, fark etme, vazgeç. Karınca bu, ezilmeye mahkum. Çünkü öyle yaratılmış. Sen n'apabilirsin !!!''

Temmuz olduğumu öğrendim. Her şeye duyarlı olmak fazlasıyla yorucu.. Hani Goethe demiş ya; ''Dünya, hassas kalpler için bir cehennemdir.'' diye..

İhsan, bedensel engeli nedeniyle annesine bağımlı olarak yaşamak zorunda olan ve içerisinde kısılıp kaldığı bu hayata günbegün daha fazla küsen genç bir adamdır. Hayalleri vardır; asla gerçekleşmeyeceğini düşündüğü bu hayallerin ukdesi ve annesine yük olduğu fikrinin ağırlığıyla yaşamdan kopmaktadır. 
Temmuz ise, idealleri doğrultusunda baba evinden ayrılan ve bu süreçte ayaklarının üzerinde durmak için çabalayan bir heykeltıraştır. Geçinebilmek amacıyla çocuk romanlarında çizerlik yapar ve iyi gittiğini sandığı bir ilişkisi vardır. Bir anda sevgilisi tarafından terk edilmesi ve elindeki işi kaybetmesi, hayatını daha da alt üst eder. Temmuz ve İhsan'ın yolları, hayatlarının böylesine karanlık bir döneminde kesişir ve bu tesadüf ikisinin de yeniden doğmasını sağlar.


Şu açıdan bakarsak; 
''Aşırı iyilikten ve duyarlı olmaktan zarar gelir mi? Bence gelir. En azından ben çok gördüm. Hayatımın belli bir döneminde yoldaki salyangoz ezilecek diye kederlenen biri gözlerimin önünde dünyanın en zalim insanına dönüştü. Boşuna dememişler. İyilikten maraz doğar, diye. 

Psikolojide aşırı iyi hali için birçok kavram ve tanım yer almaktadır. Toplumlar için iyi insanların varlığı her ne kadar önemli olsa da, bu halin dengede kalması kişinin hayrına olacaktır. Zira kendi ihtiyaçlarını görmezden gelen birinin bence başkasına hayrı uzun soluklu olmayacaktır. Bu halden çıkmam için kendime epey yatırım yapmam gerekti. 
Biz; çocukluğunda çok hırpalanmış, ötekileştirilmiş, duyguları istismar edilmiş, ihtiyaçları görmezden gelinmiş, boyundan büyük sorunlara gark edilmiş çocuk yetişkinler olarak sürekli yardım meleği olarak dolaşırız. Bunun belli başlı en büyük sebebi tamamen ''onay yarışı''. Yalnız sizinle bir gerçeğimi paylaşayım, siz kendinizi onaylamadığınız sürece 7 kat âlem bir araya gelip sizi onaylasa dahi, tamamlanmış olmuyorsunuz. İşte şimdi örselenmiş çocukluğumla tamamlandım.'' #yazar_okuur

''Ben dünyanın kralıyııımmmm..''

Replikler:

* İnsan eti ağırdır abi, taşıyamazsın. Bakma sen benim ufak tefekliğime. Dünyanın en ağır yüküyüm ben.
* Başka bir rengim ben. Bu dünyada doğmuşum ama kendime ait bir dünyam daha var. 
* Hatırlıyor musun? Benden utandığını, benim bir hata olduğumu söylemiştin. Ben senin milyonlarca sperminden biriyim. Sana göre bir hataysam eğer, bu senin bir hatan. O yüzden benden utanmaya hakkın bile yok. Ben ilk önce koşup düştüm anamın rahmine. Bence ben bir şampiyonum.... baba!
* İnsan yükü ağırdır demiştin, sen benim kanatlarımsın.
* - Tamam mıyız?
- Tamamız...
- Ben dünyanın kralıyımmmmm....