12 Yıllık Esaret (1688-1700)
Osman Ağa, Temeşvar doğumludur. Asker bir babanın oğlu
olmasından dolayı kale muhafız birliğinde görev almış ve kısa sürede yükselerek
birliğin zabiti olmuştur. Genç yaşında henüz odabaşı iken 1688'de
Avusturyalılara esir düşmüştür. II. Viyana Kuşatması'nı izleyen bu yıllar,
Osmanlı tarihinin en çetin dönemlerinden biridir. Esâretinin büyük kısmını
Viyana'da geçiren Osman Ağa, en sonunda maceralı bir kaçıştan sonra, Karlofça
Antlaşması'nın esir maddesinin hükmüyle, 1700 yılında esaretten kurtulup
memleketine döner. Eski görevine iade edilir, Avusturyalılarla yapılan
görüşmelerde tercümanlık yapar.
Gel zaman, git zaman.. 1716'da Temeşvar (bugünkü Romanya'nın
batısında Macaristan sınırında bir şehir.) 1717' de Belgrad kaybedilir ve Osman
Ağa memleketini terk etmek zorunda kalıp İstanbul'a yerleşir. 1724'te yaşadığı
anıları kitaplaştırır. Önce Almanca'ya, daha sonra da Almanca'dan Türkçe'ye
çevrilen bu güzîde eser 1963 yılında Fahir İz tarafından ülkemize
kazandırılmıştır. Eserin (orijinali) el yazması, İngiltere Bitish Museum'dadır.
Bu kitap o dönemi anlatan az kaynak olduğu için önemlidir.
Osman Ağa'nın tarihî bir kaynak olmaktan öte, 17. yüzyıl toplumunun zihniyeti,
yaşayışı, devletler ve toplumlar arasındaki ilişkiler, Avusturya ordusunun
ön-arka cephesi, sosyal yapısı gibi bilgiler vermesi bakımından önemli bir
eserdir. Yakındoğu tarihçisi Bernand Lewis'in, "Müslümanlar günlük
tutmazlar" görüşünü çürütmüştür. Osmanlı'da esâret edebiyatının varlığı
kanıtlanmıştır böylece.
Osman Ağa'nın bu otobiyografik eseri, genel itibariyle onun
hayatının 12 yıllık sürecini anlatır. Hayatının en güzel gençlik çağı esâretle
geçmiştir. Onun, esâretinde başına gelmeyen kalmamış. Bütün bu olaylar insanın
yıkılmadan ayakta kalma mücadelesini, dayanma gücünü ortaya koymuştur. Türkler hür millettir, esâreti kabul etmez. İstiklâl Harbi'nde atalarımızın kabul etmediği gibi.. Osman Ağa da her fırsatta kaçmaya çalışmış, vatanına kavuşmak
için ölümden beter işkencelere sabretmiş, kimliğinden ödün vermemiştir. Bu eser Osmanlı'nın, Macarların,
Almanların ve dönemin Avrupa devletlerinin birbirleriyle ilişkilerini
sosyolojik ve psikolojik açıdan gözler önüne serer.
Velhâsıl, samimi bir şekilde yazılmış bu hatırâtı tarihseverlere tavsiye ederim. Kitapla ve sevgiyle kalın..
Kitabın Künyesi:
Kitabın Adı: Bir Osmanlı Askerinin Hatıratı: Temeşvarlı Osman Ağa -Esaretten Kaçış- 1688-1700
Hazırlayan: Orhan Sakin
Türü: Tarih, Anı, Biyografi
Sayfa: 198
Yayınevi: Bilge Kültür Sanat Dağıtım
Alıntılar:
* Gerçek kimliğimi hep saklamış, kendimi garip bir kimse olarak tanıtmıştım.
* ''Ya Rabbi, ben senin ne asi kulunmuşum ki bu genç yaşımda bunca belalara düştüm. Bunda senin hikmetin nedir?''
* ''Burada yaşadıklarım, insanoğlu denen şu zavallı varlığın dünyada başına ne kadar da kötü şeyler gelebildiğine dair bütün insanlığa örnek olacak türdendi.''
* Pozega Kalesi'nde konaklarken askerin ekmeği tükenmişti. Askerlere birer miktar un dağıtıldı. Bana da pay verilmişti. İki günden beri hiçbir şey yememiş, açlık çekmekteydik. Unu alan askerler ne yapacaklarını bilememenin şaşkınlığı içindeydiler. Galiba undan nasıl ekmek yapılacağını bilen bir ben vardım. Başımdan o kadar çok macera geçmişti ki hayatta kalmak için ne lazımsa öğrenmiştim. Ekmek yapmayı da biliyordum.
Tuzsuz ekmeğim fevkalade beğeni kazanmıştı. Zira aç adam ne bulsa şeker gibi gelir. Sonunda kolluktaki bir karporal (onbaşı) ile on asker ve beş altı tutuklu, unlarını bana verdiler ve ''Bana da kendininki gibi ekmek pişir.'' demeye başladılar. .. pişirdiğim ekmeklerden ''el hakkı'' diye birer parça pay alıyordum. Böylece çok sayıa ekmeğim oldu. Birkaç günlük yiyeceğimi biriktirmiştim; biraz rahat ettim.''
* ...ağırlaşan askerleri tedavi etmek bir yana, daha ölmeden götürüp dışarı atıyorlardı. (Türk askerinin merhametini nerede buluyorsun..)
* Meşhur bir atasözü vardır; ''İnsan taştan ağaçtan sağlamdır'' diye... Buna gerçekten inanıyorum; hastalıktan yeni kalkmış, yürümeye bile dermanım yokken onca zorluğa nasıl dayanabildiğime kendim bile şaşıyordum.
* Yandaşlarına hainlik etmemek ve sözünde durmak Türklüğün şanındandır.
* Kendi kendimi teselli ediyordum. ''El-sabru miftâhi'l-cenne'' deyip başımı salladım. (Sabır cennetin anahtarıdır.''
* Kişinin başına gelen belalar, hep yanlış ve yaramaz arkadaşlar yüzündendir. Meşhur bir atasözü vardır ''İnsan, insanın şeytanıdır.'' diye. İnsan dünya gözüyle şeytanı göremez ama yaramaz kimse insanı saptırır, yanlış yollara düşürür. Ayrıca gençlik de etkilidir tabiatıyla... İnsan koyun gibidir, birisi ne yaparsa onu gören diğerleri de peşinden gider.
* Hassaten bir müminde üç hastalıktan birisinin var olacağı Hadis-i şerifle sabittir. Birincisi bedensel hastalıklar; ikincisi mal azlığı; üçüncüsü ise aşağılanmadır. Yani dünyada rezil olmaktır. Bu üçünden birisi eksik olmaz. Elhamdülillah bizde üçü de oldu: Temeşvar'ın elimizden çıkmasından sonra mallarımın çoğunu terk etmek zorunda kaldım. Ayrıca gözlerim görmez olmuştu.
* ''Dünya, mü'minin cehennemi, kâfirin cennetidir.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder