Osmanlı İmparatorluğu'nun 1720-21 yıllarında elçilik
göreviyle Fransa'ya (Paris) gönderilen Yirmisekiz Mehmet Çelebi, toplum
hayatımıza getirdiği bazı yenilikler ve hatırâtı ile hizmet etmiş, Paris'te de
birtakım izler bırakmış ünlü bir Türk'tür. Asıl adı Mehmet Faiz'dir.
Gençliğinde Yeniçeri Ocağı'nın 28. taburuna yazılmış olduğundan
"Yirmisekiz" lâkabıyla tanınmıştır. Fransa Kralı XIV. Louis devrinde
Türk-Fransız ilişkileri bozulduğundan iki devletin dostluğunu tazelemek
amacıyla Yirmisekiz Mehmet Çelebi, oğlu ve maiyyetiyle birlikte yola çıkar.
Çelebi'nin seyahati sırasında Fransa'da veba salgını olduğundan 40 gün
karantinada kalmışlardır. Paris şehrine geldiklerinde düğün evi gibi bir
kalabalığın kendilerini görmeye geldiklerini nakleder. Fransız halkı
"Osmanlılar nasıl kişilerdir" diye merak ederlermiş; hattâ Fransız
kadınları süslü kıyafet ve ziynetleriyle Çelebi ve refakatindekileri yemek
yerken ve dahi Teravih namazını kılarken seyretmişlerdir.
Eser, dönemin Fransa'sını çok iyi yansıttığı için büyük
öneme sahip. Dönemin Osmanlısının yabancı ülkelerle kıyaslandığında geri
kaldığını; Fransa'nın gerek bilim, sanat, mimarî; gerekse astronomi, tıp
alanında ne kadar ileri bir medeniyet olduğunu anlamak mümkün. Mehmet
Çelebi'nin Fransa'da gördüğü çoğu şey o zamana kadar Osmanlı'nın yabancısı
olduğu şeyler diyebiliriz. Çelebi, seyahati sırasında kendisine gezdirilen
birbirinden güzel saraylar, süslü bahçeler, havuzlar, fıskiyeler karşısında
ağır başlılığını korumuş, bunları takdirle karşılamış, aşağılık duygusuna
kapılmadan gözlemlerini bize sade bir dille aktarmıştır. Çelebi ve
refakatindekiler dönemin büyük ressamlarının gravürlerine konu olmuş ve Paris
modasında da değişikliğe sebep olmuştur. Fransız kadınları bazı Türk
kıyafetlerine bürünmüşlerdir.
Çelebi, seyahati sonunda Osmanlı'ya yeni fikirlerle
dönmüştür. Oğlu Mehmet Sait Efendi'nin teşebbüsüyle kurulan matbaa bunun
başında gelir. Ayrıca günü gününe yazdığı hâtıra defterini III. Ahmet'e rapor
olarak sunmuştur. Çelebi Mehmet'in sefaretnâmesi, aynı zamanda bir seyahatname niteliği taşır.
Şevket Rado'nun seyahatnâmeyi, dilini bozmadan bizlere
aktarması o dönemde kullanılan Türkçe hakkında fikir vermesi açısından takdir
edilesi bir davranış. Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin akıcı ve sempatik üslûbu
benim hoşuma gitti. Dili ağır değil. Belki güzîde eseri iki veya üçüncü okuyuşum. Anlatımdaki
detaylar bakımından önemli bir eser. İlgililere tavsiye edilir. Kitapla ve sevgiyle kalın..
Kitabın Künyesi:
Adı: 1- Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Fransa Sefaretnâmesi
2- Paris'te Bir Osmanlı Sefiri: Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin Fransa Seyahatnâmesi (Her iki baskıyı da okudum. Dönemin dili açısından aralarında sadeleştirme farkı var.
Yazarı: Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi Hazırlayan; Şevket Rado
Türü: Tarih, Anı, Seyahatnâme, Sefaretnâme
Sayfa Sayısı: 108
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
...
''Dünya mü'minlerin hapishanesi, kâfirlerin cennetidir.'' (Çelebi'nin Paris'te gördükleri karşısında serzenişi)
''Bizim vardığımız esnada Allah'ın emriyle Marsilya'da büyük hastalık zuhur edüp, (veba salgını) maazallah seksen bin kadar nüfus telef olmuş; belki daha ziyade olmak ihtimali ola... kendilerine bulaşmaktan ziyade korkuları olduğundan gelen kimselere kırk gün ve bazılarına daha ziyade geçmedikçe yanaşmazlar. Bu ayrı durma günlerine Nazaro'da kırantene (karantina) tabir ederler. Hele her ne hal ise, kırk gün tamam oluncaya kadar ol sıkıntılı yerde kalındı.'' (Karantinada kalan Osmanlı heyeti)
''Versay Sarayı'nın karşısında iki ahur bina etmişler. Her biri bağ ve bahçesiyle, müteaddit ve mükellef odalarıyla birer koca saraydır. "Bir ahur için bu kadar tekellüfe ne hacet var idi?" dedim. "Kasden öyle yapılmıştır. Françe padişahının ahuru Çasar'ın (Kayser, Alman imparatorunun) sarayından mükelleftir, denmek için bu tekellüfe himmet sarfolunmuştur." dediler.'' (Fransa Kralının Alman İmparatoruyla rekabeti)
''Paris şehri sokaklarında halk ziyâde çok görünür. Zirâ avretler daima sokaklarda hâne be hâne (ev ev) gezmektedirler. Asla evlerinde oturmazlar. Erkek ve kadın karışık olmağla şehrin içi ziyâde kalabalık görünür. Dükkânlarda oturup alış veriş edenler hep kadınlardır.'' (Fransız kadınlarının gezme merakı.)
''Kral (Çocuk kral XV.Louis) lalasıyle bizi görünce tahtından inüp bize doğru döndü, buluştuk. Ayak üzerinde birçok dostane sözler söyleştik, lâtifeler ettik. Lala Merşal (Mareşal), "Kralımızın güzelliğine ne dersiz?" diye sual eyledi. "Maşallah" dedik. "Henüz onbir yaşında, dört aylıktır. Şimdi bu boyu bosu ile hiç güzel olmaz mı? Hem saçları da takma değildir, bakın?" deyu kralı tutup arkasın çevirdi. Biz dahi saçlarına yapışıp ohşadık. "Yürüyüşü dahi güzeldir. Şöyle yürüyünüz, görsünler!" dedi. Kral dahi divanhane ortasına değin yürüyüp yine avdet eyledi. "Daha süratli hareket eyle, koştuğunuzu görsünler!" dedi. Kral tekrar koşarak divanhane ortasına varıncaya kadar avdet eyledi.'' (Çocuk kralın Osmanlı elçisine modellik yapması :)
''Fransa memleketinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olmağla istedikleri ne ise işlerler ve murad ettikleri yere giderler. En âlâ beyzâde, en düşkününe haddinden ziyâde riayet ve hürmet ederler; ol vilâyetlerde hükümleri cârîdir. (Kadınların sözü geçer.) Hatta Fransa avretlerin cennetidir; zirâ hiç zahmet ve meşakkatleri yoktur, istedikleri her ne ise hemen yerine getirilir deyu söylerler.'' (Çelebi Fransız kadınlarından çok çekmiş olmalı :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder